Mümtazer TÜRKÖNE

Mümtazer TÜRKÖNE
Mümtazer TÜRKÖNE
Tüm Yazıları
Saray danışmanlarının elindeki motorlu testere
10.02.2025
205
Son zamanlarda, Saray’ın hep kendi kalesine goller attığı gündemlere bakınca gözümde nedense elindeki motorlu testereyi zaptetmekte zorlanan acemi oduncu canlanıyor. Ellerindeki iktidarla ne yapacaklarını kestiremeyen güç sahipleri.

Son zamanlarda, Saray’ın hep kendi kalesine goller attığı gündemlere bakınca gözümde nedense elindeki motorlu testereyi zaptetmekte zorlanan acemi oduncu canlanıyor. Ellerindeki iktidarla ne yapacaklarını kestiremeyen güç sahipleri.

Yargı kararlarından başlayalım.

“Bu karar hukuka aykırı” şikâyetinin hiçbir anlamı yok. Hatta bu şikâyet, bir hukuk sisteminin varlığını, kör topal da olsa işlediğini varsaydığı için konuyu asıl ekseninden çıkartıp saptırıyor. Hukuku bir kenara bırakın, kanun maddeleri bile geçerli değil. Savcının gözaltı, hâkimin tutuklama kararı verme yetkisi var mı? Bu yetki başını kaldıranı ezmek için yeterli mi?

Hepsi o kadar. Motorlu testere büyük gürültüler çıkartarak çalışıyor.

Taha Akyol Karar’da yazdı. Suat Toktaş, 2014 yılında 17/25 Aralık Soruşturmaları sebebiyle TCK 277’den çıkartılan maddeye göre (6545 Sayılı Kanun, md. 69) tutuklandı. Hem Savcılık hem de Adalet Bakanı, Toktaş hakkında bu maddeye göre soruşturma yürütüldüğünü açıklamıştı. Mevcut kanuna göre soruşturma evresinde böyle bir suç yok. Kanunda yer almayan bir maddeye göre muhalefet medyasının amiral gemisinin kaptanını tutukluyorsunuz. Oturup istediğiniz kadar hem Anayasa’yı hem de Ceza Kanunu’nu referans gösterip “kanunsuz suç olmaz” diyerek itiraz edin.

Hukukun evrensel ilkelerine, Türkiye’nin altına imza attığı uluslararası sözleşmelere, Anayasamıza, Kanunlara, hatta yargı içtihatlarına müracaat ederek son zamanlarda artan hukuksuzlukları tartışmanın sebepler dünyasında hiçbir karşılığı yok. Hiç kimsenin, şu vazgeçilmez ve devredilmez denen hakları hukuk garantisinde değil. Üstelik, tek tek her olayda görüldüğü üzere iktidar gücünün bu kararları göstermelik bile olsa hukuka uydurma derdi bile yok.

Hep muhalefetin uğradığı haksızlıklar başlığı altında tartışıyoruz bu durumu. İktidarın vaziyeti daha fena. Hukuk olmadan memleket nasıl yönetilir? Hukuk olmadan üzerinde oturduğunuz koltuk nasıl sabit durur?
Eğer işin ucu iktidara uzandıysa kararları yargıçlar değil siyaset kurumu veriyor. “Siyaset kurumu” derken kelimeyi özenle seçtim, “kararları iktidar sahibi veriyor” demedim. İktidarın gücünün bile hukukta yer almayan bir sınırı var. Yargı tasarrufları, iktidarla muhalefet arasında rekabette bir tarafın yakaladığı avantaja göre sonuçlanıyor. Hukuksuzluktan kural olarak muhalefet kârlı çıkıyor. Sonra muhalefetin güç gösterisine sıra geliyor.

Siyasetin kestiği ceza siyasetle durduruluyor.

Kararı Yüksek Disiplin Kurulu 5’e 4, oy çokluğu ile verdi. Böyle olunca Kurul’a değil bir kişiye ait, dolayısıyla tam tersi olması pekâlâ mümkün bir karar verilmiş oluyor. Ya öyle olsaydı?

Teğmenler 5’e 4 atılmayıp orduda kalsaydı ne olurdu?

5 Teğmenin ordudan ihracı ile sonuçlanan yemin töreni tartışması, siyasetin bütününün içine sığdığı sembolik bir olay. Hatırlarsanız iktidar kanadı gelmekte olan fırtınayı görüp uzun süre topa girmedi. Muhalefet olayı büyütüp bütün albenisiyle siyasetin merkezine oturtunca aktüel çatışma bu konu etrafında şekillendi. Olaya sadece 5 gencin hayal kırıklığı olarak bakarsanız, muhalefet meseleyi büyütmeseydi bu kararın çıkmayacağını, hatta soruşturma konusu bile yapılmayıp geçiştirileceğini düşünebilirsiniz.

Peki ne oldu?

İktidar, bu beş gencin çok masum görüntüsünü kanlı ve kirli darbeler tarihinin içine yerleştirmeye kalkıştı. Fotoğraflar eşleşmedi. Tersine vicdanlar kanadı.

Kamuoyunu derinden etkileyen bu gündemden kim kazançlı çıktı?

Kesinlikle İktidar cephesi zararlı çıktı.

İktidar bu zarardan ancak şöyle bir manevra ile kurtulabilirdi. Ceza verileceği anlaşılır ve Cumhurbaşkanı bir şekilde konuya açıktan müdahale edip Teğmenleri affedebilirdi.

Konunun ne kadar derin bir hassasiyetle önemsendiğini, Saray’ın üç danışmanının “biz kazandık” tezahüratına dönüşen açıklamalarından çıkartabilirsiniz. Ama yanılıyorlar.

Güç gösterisi, elinizdeki motorlu testere ile hava atmaya benziyor. Çalıştırıyorsunuz ve beceriksizliğiniz yüzünden yaşadığınız çevreye hatta kendinize zarar veriyorsunuz.

Teğmenler meselesinde iktidar kaybetti, muhalefet kazandı. 5 Teğmenin pırıl pırıl görüntüleri, geçim sıkıntısı çeken geniş halk kitlelerinin feryatlarıyla birleşti ve ağır bir safraya dönüp iktidarı aşağı doğru çekti.

Muhalefetin eline sonuna kadar kullanacakları bir eleştiri konusu çıktı.

Olayın sembolik cüssesi ve etkilerine dönelim. Teğmenlerin ihracı ile Suat Toktaş’ın tutuklanması kararı şu motorlu testerenin izlerini taşıyor. İkisi de siyasî ceza.

Siyaset kendine ve kendi habitatına zarar verse bile ceza kesiyor.

Geleneğimizde böyle bir alan mevcut. Meseleyi anlamak için biraz derinlere inmemiz lâzım.

Siyaset-i Örfiyye:

“Siyaset” kelimesi Osmanlı şer’i hukukunda “ceza” anlamına geliyor. Tek başına kullanıldığı zaman “idam cezası” demek. Doğrudan hükümdara tanınan cezalandırma yetkisi için bu deyim özel bir anlamda kullanılıyor. 16. Yüzyılda kaleme alınan ve çok muteber kabul edilen Dede Cöngi’deki tanım şöyle: “Siyaset, hakkında şer’i hüküm bulunan bir suçun cezasının fesadın kökünü kazımak amacıyla ağırlaştırılmasıdır.” Siyasî otoriteye tanınan cezalandırma yetkisi iki türlü. Birine Siyaset-i Şeriye, diğerine Siyaset-i Akliye deniyor. Siyaset-i şer’iye dendiği zaman bile deyim geçerli hukuk düzeninin dışına çıkan cezalar için kullanılıyor. Siyaset-i akliye ise doğrudan siyasi otoritenin vazettiği cezalar oluyor.

Şeriat kelimesine takılmayın. Bir hukuk düzeniniz var. Bu düzen içinde işlenecek suçlara verilecek cezalar belli. Ne var ki, iktidar sahibi duruma müdahil oluyor. Bazı cezaları arttırıyor, bazen de hukuk düzeninde mevcut olmayan cezalar ihdas ediyor, bu arada bazılarını da kaldırıyor.

İbn Teymiyye’nin “Siyaset-i Şeriye”sinden itibaren sıklıkla tekrarlanan örnekler size bir fikir verebilir. Örneğin işkence, şer’i hukuka göre yasaktır. Otorite, büyük bir fesadın önlenmesi gerekçesiyle işkenceye izin verebiliyor. Hatta işkence, bir soruşturma yöntemine dönüşüyor. Hz. Ali’nin livata suçu işleyenleri bir çukura atıp yakması başka bir örnek olarak gösteriliyor. Doğrudan iktidarı hedef alan eylemlere ve sözlere karşı, tarih boyunca bu yetki sınırsız bir şekilde kullanılıyor.

Bugün olan biteni anlamak isteyenler bu referans sistemini akılda tutmalı. Karşımıza “ceza” kisvesi ile çıkan gündemlerin tamamı hukukun değil siyasetin tasarrufları.

Siyasî cezanın karşılığı: Erken Seçim

Dört gazeteci gözaltına alındı, İmamoğlu için soruşturma açıldı ve bambaşka bir sonuç ortaya çıktı. En önemlisi, bu siyasî yargılamadan kuvvetle birbirine kenetlenmiş nurtopu gibi bir muhalefet partisi doğdu. Artık siyasî yargılamalara, tutukluluğun bir siyasî tasarruf olarak uygulanmasına karşı caydırıcı bir güç devrede.

İktidar vuruyor ve muhalefet büyüyor.

Siyasî cezalarla iktidar muhalefetin değirmenine su taşıyor. Kısaca sınır siyaset tarafından konuyor. Bütün mesele de algı. Toplum iktidarın elindeki yargı sopasının sallanışını nasıl algılıyorsa, iktidar ona göre karar veriyor.

İktidarın elinde, 22 yılda alışkanlığa dönen büyük bir güç var. Alışkanlıklar hata yaptırıyor, dün işe yarayan yöntemler bugün tersine çalışıyor. Muhalefetin gündemlerinin peşinde sağa sola savrulan, sırtında ekonomik krizin ağır yüküyle debelenen bir iktidar binası devrilecek gibi sallanıp duruyor.

Size bu manzaraya dair sağlam bir ölçü verebilirim. Güç gösterisi şeklinde ortaya çıkan operasyonların bıraktığı etki Türkiye’yi erken seçime ne kadar yaklaştırıyor?

Yüzde 5’in üzerinde çıkan Ocak enflasyonu ile birlikte düşünün. Mağdurlardan oluşan muhalefet ittifakını kim genişletiyor, saflarını sıklaştırıyor ve yaygın hale getiriyor?

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar