Osman CAN
1933 ve 1980 ‘reformları’ üniversiteyi rejim muhafızı ve taşıyıcısı bir kuruma dönüştürdü. Mahkeme gibi mahkeme olmaya başlayan Anayasa Mahkemesi YÖK Kanunu’nun “çıkarma cezası verilen öğrenciler, hiçbir yükseköğretim kurumuna alınamaz” maddesini iptal ederek Vesayet Sistemi’ne gedik açtı.
YÖK’ün resmi sitesi, 1980 darbesiyle birlikte YÖK’ün kurulması ve tüm üniversitelerin tek çatı altında birleştirilmesini “üniversite reformu” olarak nitelendirir.
Türkiye’de “reform” veya “devrim” gibi kavramların kimler tarafından ve niçin kullanıldığı dikkate alındığında, bu tür kavramlara karşı biraz dikkatli olmakta yarar var. 27 Mayıs darbesi bu topraklarda uzun yıllar “devrim” olarak kutlandı. Taşıyıcısı toplumsal dinamikler olan ve siyasal yapıda değişimi zorlayan hareketlere devrim diyorsak, bu toprakların devrim yüzü görmediğini kabul edeceğiz. Tabi, son 15-20 yılda Türkiye’nin yumuşak bir devrim sürecinden geçtiği tezine onay vermezsek. Darbelere devrim demekten rahatsızlık duymayanların bundan haz almayacakları kesin. Bu da normal... Zira 20’li ve 30’lu yıllarda Türkiye’de yönetici elitin vesayetin tahkimine yarayan değişikliklerini uygarlığın başlangıcı görmek, yalnızca ideolojik körlük yaratır.
Özerklik ve devrim
Üniversite reformu kavramının kaderi de buna benzer. Hatırlanırsa ilk üniversite reformu 1933 yılında yapıldı. “Reform”un özerklikle ilgisi yoktu. Zira özerklik 1919 yılında tanınmış ve 1924 yılında Bakanlar Kurulu kararıyla tasdik edilmişti ve kimse buna “reform” dememişti. Ortaöğretim öğrencilerinin rejimin tercihlerine göre yetiştirilmesi ihtiyacının önemli bir rol oynadığı bu değişimin en önemli gerekçesi üniversitenin tarih ve dil konusundaki “devrim”(!)lere, kısacası 1920’lerin sonundan itibaren egemen olmaya başlayan tek parti diktatörlüğü uygulamalarına yeteri desteği vermemesiydi. “Güneş dil teorisi” benzeri acayipliklerin üretildiği bu “laboratuar”ların üniversitede yer bulması mümkün değildi.
Darülfünuna yöneltilen eleştirilerden biri, üniversite özerkliğini bahane ederek “devrime” duyarsız kalmak olmuştu. Muhtemelen bu itirazda haklılık payı vardı. Ve muhtemelen Darülfünun Kemalist rejime karşı durmak için özerklikten yararlanıyordu. 1933’te kanunla yapılan “reform”, üniversiteyi rejim muhafızı ve taşıyıcısı bir kuruma dönüştürdü.
Yani siyasal merkez ile üniversite merkezi ideolojik olarak ayrı düşünce, üniversite özerkliğine son verildi. Cumhuriyet boyunca darbelerin desteklendiği, demokratik gelişmelere karşı direncin örgütlendiği “üniversite” bu şekilde üretildi. Eğitim düzeyi yükseldikçe insanların siyasal davranışlarının benzeşmesinde bunun esaslı payı var. İşte reform bunun adıydı.
Gerçek ile vitrin farkı
1980 darbesini yapanlar da YÖK’ü inşa ederken “üniversite reformu” kavramını kullandılar. Oysa ne 1933 bir reform idi, ne de YÖK’ün kurulması...
Her ikisinin amacı aynıydı. 1933’te reform yapan anlayış, YÖK Kanunu’nun 4. maddesinde gençlerin hedefi olarak saptandı:
“Öğrencileri Atatürk İnkılapları ve ilkeleri doğrultusunda Atatürk milliyetçiliğine bağlı, Türk milletinin milli, ahlaki, insani, manevi ve kültürel değerlerini taşıyan, Türk olmanın şeref ve mutluluğunu duyan... vatandaşlar olarak yetiştirmek.”
YÖK’ün bu şekilde yetiştirdiği öğrencilerin aynı madde gereğince “hür ve bilimsel düşünce gücüne, geniş bir dünya görüşüne sahip, insan haklarına saygılı” vatandaşlar haline nasıl geleceği ise bilinmez. Bu bilinemezlik şaşırtıcı değil. 1982 Anayasası’nın 2. maddesinde cumhuriyetin bir yandan başlangıçta belirtilen antidemokratik ilkelere dayalı ve Atatürk milliyetçiliğine bağlı olduğu vurgulanırken, diğer yandan “insan haklarına saygılı, demokratik, laik, sosyal hukuk devleti” olduğu iddia edilebilmektedir.
YÖK Kanunu’nun 54. maddesinin (a) bendi “gerçek” ile “vitrin” arasındaki farkı bize çok açık bir şekilde hatırlatır. Buna göre “Yükseköğretim kurumları içinde veya dışında yükseköğretim öğrenciliği sıfatına, onur ve şerefine aykırı harekette bulunan, ... yükseköğretim mensuplarının... şahıslarına... saygı dışı davranışlarda bulunan ve anarşik veya ideolojik olaylara katılan veya bu olayları tahrik ve teşvik eden öğrencilere...” üniversiteden atılma cezası da verilebilir. Aynı kanu
nun (g) bendi ise Yükseköğretim kurumundan çıkarma cezası verilen öğrencilerin, bir daha hiçbir yükseköğretim kurumuna alınamayacağını hükme bağlamaktadır.
İnsan haklarına ve demokrasi anlayışına aykırılığın ise herhangi bir yaptırımı yoktur YÖK mevzuatında...
Aynen memuriyet gibi. Öğrenci ile memur arasında herhangi bir ayrım yoktur. YÖK’ün öğrenci yetiştirme amacı,1933 üniversite reformunun, dolayısıyla memuriyetin temel amacı... Böyle üniversitelerin bilim mekânı olmaktan çıkıp ideoloji yüklenilen, gerektiğinde demokrasiye karşı kılıç kuşanılanların yetiştirildiği mekânlara dönüşmesi kaçı
nılmaz. Yüksek yargının başörtüsünü üniversitelerde yasaklaması bu nedenle tutarsız da değildi...
İşte üniversiteleri ideolojik mekân olarak tasarlayan bu sistemde şimdilerde bir gedik açıldı. Anayasa Mahkemesi, üniversiteyle öğrenci arasında kurulan hiyerarşik ilişkiye darbe vuran bir karara imza attı ve yukarıda belirtilen (g) bendinin ilgili cümlesinin iptaline karar verdi. 1933 anlayışına sadık olmak, üniversitede öğrenci olmanın asli unsuru değil artık. Üniversiteye yeniden dönebilecektir.
YENİ ANAYASAYA DOĞRU
‘Mahkeme’ gibi mahkeme
Geçen referandumun ardından Anayasa Mahkemesi’nin özgürlükçü kararlar vermeye başladığını görmek sevindirici. 1933 anlayışına sahip olanların Anayasa değişikliğine karşı çıkması tutarsız değildi. Eylül 2010’dan beri her şeyin kötüye gittiğine inanmaları da bu nedenle anlaşılır bir şey. Zira Mahkeme, “mahkeme” olmaya başlıyor. Ancak, Türkiye’nin geçen yüzyılda ürettiği vesayet sisteminin tüm araçlarını, kurumlarını ve onun paradigmasını terk etmesi gerektiğini, siyaset kurumunun, YÖK ve ÖSYM örneğinde görmesi gerekir. Kirli kurumlara şimdilerde “temiz” çocukların yerleşmiş olması, kurumları temizleyemez. Üniversitelerin bilim mekânı, devletin ise toplumun denetimindeki özgürlük ve refah aracına dönüştürülmesi, üniversitelerin iç ve dış hiyerarşiden arındırılmış özerkliğini, devletin ise adem-i merkeziyetçi bir şekilde yeniden yapılandırılmasını zorunlu kılmaktadır. Vesayetin tasfiyesi, içindekilerin değişmesiyle gerçekleşmez. Yapısal değişim hedeflenmelidir.
Yazarlar
-
Ali BAYRAMOĞLUÖzel ve CHP’ye dair son gözlemler 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluÇözüm sürecinin CHP’si daha merkezde 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURAK Parti üzerine doktora yapmış bir CHP lideri…. 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerPATRON KİM? 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRBakın Şahan'ı şikayet eden kimmiş? Her balkona havuz yapan müteahhit savcıya koştu! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİddianamenin ruhu siyasi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİREN“Boğazımdan tek kuruş geçmedi” 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDEN"Arananlar" zulmü ne zaman son bulacak? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuSuriye’de ‘altın oran’ nedir? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAİmamoğlu'na istenen 23 asırlık tarihi ceza: Roma İmparatorluğu kurulduğunda hapse girseydi hala ceza 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNECumhurbaşkanı adayını suç örgütü liderine dönüştürmek mümkün mü? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİÖzgür Özel'le kahvaltı: CHP nereye böyle? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZBir iddianameden fazlası: CHP’yi dizayn girişimi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolCHP nereye? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçCHP hakkında kapatma davası açılır mı? Yok artık, daha neler! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBelediyenin açıklaması gerçekleri gizliyor mu? 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraMemnuniyetsizler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORU‘Masumiyet karinesi’ mi, o da ne ki? 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERDemokrat Kral’ın anıları 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciBir iddia-nağme 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞBir “yalanlama” yalanı: CHP üyeliği ve Kanada’ya iltica meselesinde gerçekler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİKemalizm’in dindarlarca rehabilitasyonu 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNYerel yönetimlerle işbirliği kültür politikası için hayati 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZÇÖZÜM SÜRECİ KOMİSYON VE EKMEN 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünBaşarılı bir diplomasi örneği… 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYAEnternasyonalizm ve Demokratik Toplum Çağrısı... 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYeşil sarıklı hocalar bize böyle anlatmamışlardı 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRAK Parti’nin 23 yılı: Kitle partisinden devlet partisine, siyaset dilinden güvenlik diline bir dönüş 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUKürtler davete icabet ediyorlar 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNAkdeniz’den Hazar’a hizalananlar ve Colani’nin Beyaz Saray günü 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞÖcalan 70’lerde mi kalmış? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRHSK neden suskun? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalSosyalist yükseliş dağınık ama yine de oligarşiye bir darbe 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasDüşmanımız kimdir bizim? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞİŞ CİNAYETLERİ VE CİNAYET EKONOMİSİ… 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilModernlik, gelenek ve Türkiye’nin zihinsel coğrafyası 9.11.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKBaşkanlık monarşisi (presidential monarchy) meselesi: Teorik bir izah 8.11.2025 Tüm Yazıları






































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
24.03.2021
9.01.2021
20.07.2020
12.07.2020
23.06.2020
20.06.2020
20.06.2020
24.04.2019
18.01.2017
1.02.2015