Şahin ALPAY

Trump global faşizmin habercisi mi?
2.02.2016
1739

 Hızla bir tek-adam rejimine doğru sürüklenmekte olduğumuz bu günlerde ilgimiz kaçınılmaz olarak bu konuya odaklanıyor. Ne var ki Türkiye, dünyadan soyutlanmış değil, aksine dünyaya çok açık, dünyadan çok etkilenen bir ülke. Türkiye’yi anlamak, tek-adam rejimine karşı özgürlükçü ve çoğulcu demokrasiyi savunmak için de dünyadaki ve bölgemizdeki gelişmeleri yakından izleme zorunluluğu var. ABD’deki gelişmeler de kuşku yok ki bizi sadece New York’ta görülecek Rıza Sarraf davası yönüyle ilgilendirmiyor. Bu dava en çok Türkiye’de iktidarın ne ölçüde yolsuzluğa bulaşmış olduğunun herkesçe daha iyi görülmesine katkıda bulunabilir. 8 Kasım’da yapılacak başkanlık seçimini kimin kazanacağı ise bütün dünyada olduğu gibi Türkiye’de de siyasetin geleceğini yakından ilgilendiriyor.

Zaman’da çıkan bir yazımda “ABD faşist olur mu?” (4 Şubat 2016) diye sorduğumda, Donald Trump’ın Cumhuriyetçi Parti’nin başkan adaylığını kazanma ihtimali uzak görünüyordu. Oysa bugün Trump, adaylığını garantilemiş durumda. Hatta bazı yoklamalara göre, Demokrat Parti’nin adaylığını kazanmak üzere olan Hillary Clinton’u yenerek başkan seçilmesi mümkün.

alpay1DESTEKÇİLERİNİN SADAKATLERİ SADECE TRUMP’A
Peki Donald Trump kimdir? 11 milyon Meksikalı göçmeni ülkeden sürmeyi; ABD-Meksika sınırına duvar örmeyi; ABD’deki bütün camileri kapatıp, bütün Müslümanları fişlemeyi; Müslümanların ülkeye girişini yasaklamayı vaat eden, açıkça ırkçı biri. “Genetik olarak üstün insan” olduğunu iddia eden… “Sokakta birini vursam dahi seçmenlerim azalmaz…” diye böbürlenen bir megalomanyak. “Güzel bir kadının varsa medyada hakkında ne yazıldığının hiçbir önemi yoktur…” diyen bir maço. “Basın yalan yazar… Gazeteciler berbat insanlardır…” diye konuşan bir açık toplum düşmanı. Dün kürtajı hak görürken, bugün yasaklansın diyen; dün zenginlere ek vergi koyacağını söylerken bugün vergileri azaltmaktan söz eden; dün silah edinmenin kısıtlanmasını isterken, bugün okulların silahlanması çağrısı yapan; bir yandan “DAEŞ’i cehenneme göndereceğim” derken öte yandan “her halk kendi meselesini kendisi çözsün” diye konuşan biri. Rusya diktatörü Putin’le birbirlerine övgüler düzen bir başkan adayı. (Bkz: “Donald Trump is the world’s most dangerous man / Donald Trump dünyanın en tehlikeli adamıdır,” Spiegel, 1 Şubat 2016)

021201Kimilerine göre, Trump o kadar da faşist değil, sadece milliyetçi bir popülist. İktidara gelirse korkulduğundan farklı davranır. Bütün yaptığı kurulu düzene tepkileri sömürmekten ibaret. Başkalarına göre ise Trump’ın başkan seçilmesi halinde ABD’nin faşist bir rejime yönelmesi kaçınılmaz; o, global faşizmin bir habercisi. Bu iddiayı en çarpıcı bir şekilde işleyen, “This is how fascism comes to America / Amerika’ya faşizm böyle geliyor” (Washington Post, 18 Mayıs 2016) başlıklı yazısında ABD’nin tanınmış dış politika yorumcularından Robert Kagan oldu.
Kagan şöyle başlıyordu: “Cumhuriyetimiz için böylesine büyük bir tehlike arz etmeseydi, Cumhuriyetçi Parti’nin Donald Trump’a olağan bir aday muamelesi yapmasına gülüp geçebilirdik. Trump, partisinin ‘muhafazakâr’ ilkelerinden dem vurmakla yetinseydi hiç mesele olmazdı. Ne var ki Trump vakasının ne önerilen politikalarla ne de ideolojiyle bir ilgisi var. Demokrasimize bugüne kadar görülmemiş bir tehlikeye yataklık etmesi dışında Cumhuriyetçi Parti’yle de bir ilgisi yok. Trump, kendisini üreten partiyi aştı. Artan sayıda destekçisinin artık partiyi umursadığı yok. Trump’ı hemen ve tam olarak benimsemediği için partiye kuşkuyla, hatta husumetle bakıyorlar. Sadakatleri sadece ve sadece Trump’a.”
Ve şöyle devam ediyordu: “Kabadayılık taslamalarının ona giderek daha büyük ve daha ateşli bir taraftar kitlesi kazandırması belki herkes gibi Trump’ı da şaşırttı. O gerçek ve yalın bir megalomanyak. Ne var ki yarattığı ve gündeme getirdiği vaka, ondan çok daha büyük ve çok daha tehlikeli bir hal aldı… Faşist akımlar önerdikleri politikalar sayesinde değil, ülkenin kaderinin teslim edileceği (Duce, Führer gibi) önderlere mutlak sadakat telkin ederek iktidara geldiler. Önderin ne olursa olsun tüm sorunları çözebileceğine güvenildi. İç veya dış hangi tehdit olursa olsun bertaraf edebileceğine inanıldı. Bunu nasıl başaracaklarını açıklamalarına da hiç gerek görülmedi… Faşist akımlar insan psikolojisinde mevcut tüm korkulara, ihtiraslara ve güvensizliklere hitap eder… Bu akımların en değer verilen ilkelerini savunan seçimle gelmiş yöneticileri dahi, eğer önderi desteklemekte bir an tereddüt ederlerse siyasi kariyerlerinin ani ölümüyle karşılaşırlar… Destekçilerin kimileri, yeni kurulacak düzende kıyak bir mevki elde edebilme uğruna önderin tutarsız nutuklarına bilgeliğin ifadesi diye övgüler düzerler. Kimileri sadece ayakta kalabilmeye çalışır. Vicdanları arsızca yağcılık yapmaya elvermez; Stalin’in göstermelik yargılamalarının kurbanları gibi, önderin ve adamlarının onların önünde sonunda haklarından geleceğinin bilincinde olmaksızın, sadakatlerini mırıldanmakla yetinirler. Kimileri de çok farklı bir tür siyasetle karşı karşıya olunduğunu kabul etmeyi reddederek kendi kendilerini avuturlar. Hele fırtına bir geçsin, enkazı kaldırır her şeyi baştan inşa eder, normale döneriz; şimdi önderin desteklediği kitleye ters düşmeyelim derler…” (Kagan, Türkiye’de çok aşina olduğumuz bir vakayı anımsatmıyor mu?)
Global faşizme gidildiğini ileri sürülen yorumların hemen hepsinde Trump’ın yükselişi yanında, Rusya’da Putin, Macaristan’da Orban, Polonya’da Kaczynski, Türkiye’de de Erdoğan iktidarları örnek gösteriliyor; başta Avusturya, İsviçre ve Fransa olmak üzere birçok Avrupa ülkesinde göçmen ve İslam karşıtı partilerin artan oy oranlarına gönderme yapılıyor. Rusya, Macaristan, Polonya ve Türkiye’de demokrasinin seçime indirgendiği, iktidarların giderek otoriterleştiği muhakkak. İsveç gibi yerleşik demokrasilerde dahi aşırı sağ partilerin oy oranının yüzde 20’lere kadar çıktığı da öyle. Bütün bunlar global faşizme gidildiğinden söz etmeyi haklı kılar mı?
Bence, hayır. Evet, global demokraside son on yıllarda hissedilir bir gerileme yaşanıyor. Ne var ki, Samuel P.Huntington’un kavramlarıyla, demokratikleşmede “üçüncü ters dalga” söz konusu değil. Uluslararası araştırmalar, global özgürlük düzeyinde kısmi bir gerilemeye işaret ediyor, ama bir çöküş söz konusu değil. Halkların demokratikleşmeye verdikleri destek azalmadı. Otoriter rejimlerin sorunları çok daha büyük. Uzun vadede kalıcı olabilecek yok gibi. Kalkınma, globalleşme ve iletişim devrimi otoriter rejimlerin temellerini aşındırıyor, yurttaşları giderek daha güçlü kılıyor. Genel eğilim otoriteye artan güvensizlik; yönetimlerin hesap vermesi ve özgürlük talebinin yükselişi. (Bkz. Larry Diamond, “Facing up to the democratic recession / Demokratik gerilemeyle yüzleşme,” Journal of Democracy, Vol. 26, No. 1, January 2015.)
ABD’yi Trump tehlikesinden ne kurtaracak?
Hayır, global faşizme gidildiği söylenemez. Söylenmesi gereken şu: Gerek varsıl ülkelere yönelen kitlesel göç hareketleri, gerekse bunlara karşı artan tepkiler, dünya ölçeğindeki eşitsizliklerin, adaletsizliklerin ve güvensizliklerin çok tehlikeli boyutlara vardığının işaretleri. Dünyanın bir bölümünün refah, özgürlük ve barış, geri kalanının açlık, sefalet ve savaş içinde yaşadığı bir dünya asla huzur bulamaz. Günümüzde küresel eşitsizliklerin giderilmesi için alınacak önlemler yanında ırkçı-milliyetçi ideolojilere karşı mücadelenin büyük önem ve aciliyet kazandığı muhakkak.
ABD’ye dönersek, Trump vakasının anlamı esas olarak şu: Kimi siyaset bilimcilerin, demokrasinin ancak özgürlük inancı ve bilincinin sıradan yurttaşların gönüllerinde yer bulduğu yerlerde yerleşebileceği iddiasını çökerten bir örnek. Bana göre eğer ABD, bütün kusur ve eksiklerine rağmen güçlü bir demokrasi ise bu, halkının demokratik kültürü, demokratik değerlere yürekten bağlılığı sayesinde değil, ülkenin kurucu babalarının yazdıkları anayasa, tesis ettikleri kurumlar ve çoğu karar vericilerin bu kurumlara bağlılığı sayesinde mümkün oldu. Bu kurumlar, eğer seçilebilirse Trump’ın ABD’ye ve dünyaya verebileceği zararları sınırlandıracaktır. Türkiye gibi ülkelerin demokrasiyi yerleştiremeyişlerinin esas nedeni, halkın demokratik değerleri benimsememiş olmasıyla değil, ülkenin kurucu babalarının tesis ettikleri kurumların demokrasiyle bağdaşmazlığıyla ilgilidir.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar