Gürbüz ÖZALTINLI

Gürbüz ÖZALTINLI
Gürbüz ÖZALTINLI
Serbestiyet Tüm Yazıları
‘İlke’ diye diye
10.01.2016
2907

 Bu ülkede, siyasal tartışmalar içinde uluorta en çok savrulan söz “ilke” dir desek abartmış olur muyuz? Sözü olan kim varsa bizi ilkeli davranmaya; üstün değerlerden ayrılmamaya; güç ve fayda uğruna yüksek insanlık normlarından uzaklaşmamaya çağırıyor. Bu öyle derin ve meşru bir sınır çizgisi ki, aydın ve siyasetçiyi; sıradan olanla aşkını; erdemli ile çıkarcıyı birbirinden ayırıyor, dahası karşı karşıya getiriyor. “İlke”, onun adını anana taç giydiriyor…

Bunun çoğu kere kof, ikiyüzlü bir söylem olduğunu düşünüyorum. Arazi açmak için ormanı yakan köylünün, elde kova o yangını söndürmeye gidenlerin en önünde koşması; ya da en rüşvetçi memurun, yolsuzluğa hırsızlığa en yüksek sesle sövmesi gibi durumları hatırlatır oldu bana bu “ilke” meselesi.

Aslında bir kasıt aramak da şart değil. İnsanlar gerçekten ilkeli olduklarına inanıyor olabilirler. Pek sorgulanmamış kalıplar ve alışkanlıklar içinde ilke zannettikleri fikir ve tutumlar, aslında dibine kadar reel politik endişeleri ve güç kavgalarında yarar elde etme isteğini ifade ediyor olabilir ve bunun farkında olmayabilirler.

Bunları bana yeniden düşündürten şey, çözüm sürecinin çatışmaya dönüşmesi ve Kürt şehirlerinde başlayan savaşla ilgili tartışmalar.

Otoriterleştiğini düşündükleri iktidara karşı Kürt hareketi üzerinden demokratik bir seçenek oluşturulabileceğine inanan çevreler HDP/Demirtaş söylemini çok değerli bulmuşlar ve Kürt siyasetine büyük kredi açmışlardı. Haziran başarısı bu umutları taşıyanlarda büyük coşku yarattı. Fakat ardından umulmadık bir durum doğdu; sivil siyaseti anlamsızlaştıran, seçim sonuçlarını önemsizleştiren bir savaş başladı. HDP’ye demokratikleşme taşıyıcılığını izafe eden kesimlerden iki tür tepki geldi. Birincisi; Erdoğan’ı savaşın faili ilan eden, Doğu’da faşizm inşa edildiğini savunan ve sıfır PKK eleştirisi barındıran ses. İkincisi; elbette savaşı Erdoğan’ın seçim kazanma taktiğine bağlamakta ve şeytanlaştırmada tereddüt etmeyen fakat PKK’yı da“devletin bu kirli tuzağına” düşmüş olmakla itham eden görüş…

Bu iki görüş de kendisini sol/demokrat bir kimlik içinden tanımlıyor. Birincisi yoğun bir ajitasyona abanmış, kendisini yüksek değerlerin sözcüsü olarak gören konumda. İkincisi ise; PKK’ya yönelttiği eleştiride onu “taktik hataya düşmekle, siyasi körlükle” suçluyor.

Her ikisinde de “şiddet- siyaset” ilişkisini ilkesel bir reddedişin izi yok. Tepeden tırnağa yüksek ilkeler üzerine söz aldıklarını iddia edenler, PKK’nın silahlı mücadelesi sorulduğunda bize, “Kürt sorununu devletin yarattığı”, “örgütün silah bırakmasını istemenin gerçekçi olmayacağı” üzerine ağız dolusu reel politika apolojisi yapıyorlar. Hiç birisinden“demokratik siyasetle şiddet asla bir arada olamaz” cümlesini duymuyoruz. Ne ideolojileri buna müsait, ne de siyasi cesaretleri var bunu söyleyecek.

Çünkü siyasal mücadelede şiddetin ilkesel olarak reddedildiği düşünsel köklerden gelmiyorlar. Yüksek idealler için/ halk için/ adalet için devrim yapılır. Kan dökülebilir. Hatta bu zorunludur, çünkü eski adaletsiz düzenin sahipleri zor olmadan değişime izin vermezler… Öğreti budur.

Diyelim ki, şiddet konusunda yıllar içinde oralardan kalkıp daha evrimci, daha barışçı yerlere geldi bazılarının düşünceleri. O zaman da, o mahalleyle çatışmayı göze alabilecek siyasi cesaret gerekiyor kem küm etmeden konuşabilmek için.

Eğer yoksa böyle bir cesaret, onca yaşını başını almışlıkla hala “PKK bu tuzağa nasıl düştü anlamadım” diye bilmezlikten gelmeyi sindirmeye çalışırsınız. Sıradan bir göz PKK’nın ne yapmaya çalıştığını anlayabiliyorken aydın iddialarıyla bu kerteden konuşmayı kendinize yedirebilmek de mahalle korkusunun şiddetini ele verir sadece.

“İlkeler” de başka bir bahara kalır…

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar