Nabi YAĞCI-Taraf Yazıları
SOL DİNE MESAFE KOYDUĞU İÇİN HALKA ULAŞAMADI
Taraf Gazetesi yazarı Nabi Yağcı'nın eski sıfatı TKP genel sekreterliği. Partideki ismiyle Haydar Kutlu olarak da tanıdığımız Yağcı,1989'da Berlin Duvarının çökmesiyle başlayan süreçte, cezaevinde yargılanmayı beklerken başka türlü okumalar yaptı, kendini, ülkesini ve dünyayı yeniden anlamlandırmaya çalıştı.
Özgürlüğüne kavuştuktan sonra derinleşen bu arayışı onu tasavvuf kültürüne götürdü. Şimdi üzerine yeni sıfatlar eklemeden farkındalığını gazetedeki köşesinin dışında bir kitaba dönüştürme aşamasında. Eminim siz de benim gibi "Dünyayı değiştirmeden önce kendini değiştir" diyen Yağcı'nın samimiyetine, açıklığına, abartısız ve dürüst üslubuna hayran kalacaksınız.
-Bir kitap yazdığınızı biliyorum. Hayatınızın muhasebesini mi çıkarıyorsunuz?
-Öyle klasik anlamda bir tarih ya da özgeçmiş anlatımı değil. İnsan benim yaşıma gelince herhalde daha çok çocukluk dönemine yöneliyor. Günlük hayatta koştururken bellek geriye doğru çalışmıyor. Biraz durunca geriye doğru daha çok çalışıyor. Sovyetler çöktükten sonra herkesin sorduğu niye böyle oldu sorusu benim de sorumdu. Geriye doğru şiddetli bir sarsıntıyla düşünmeye başladığınızda kendinizi, ailenizi, tarihi, kültürünüzü yeniden keşfetmeye yöneliyorsunuz. Yaklaşık 15 yıldır Anadolu düşünce tarzını, tasavvuf öğrenmeye çalışıyorum. En çok ilgimi çeken Anadolu Selçukluları oluyor. Hani denir ya Anadolu mozaiktir. Ben diyorum ki, hayır değildir, ebrudur. Anadolu'daki büyük uygarlıkların biri öbürlerini asimile edememiştir.
-Çünkü mozaikte her biri kendisi olarak yan yanadır. Kaynaşma yoktur.
-Evet. Geçişler yoktur. Sınırlar keskindir. Özellikle Anadolu Selçuklu dönemiyle başlayan bir ebrulaşma var diyorum ve o tema üzerinde gidiyorum. Bu tabii beni hem o dönemin arkeolojisine, mimarisine, sanatına hem din öğretilerine götürüyor. Tabii resmi İslam yorumu dışındaki yorumlar ilgimi çekiyor. İşte oradan da tasavvufa gidiyoruz.
-Solun dine mesafe koyması bir kayıp mıydı onun için?
Hem de çok büyük bir kayıp. Bu mesafe yüzünden halkı kaybetti. Kaybetti demek doğru değil. Bulmadı ki kaybetsin. Oraya ulaşamadı bile. İnançlar bir kimlik oluşturuyorsa, halkla temas kurmak o kimliği bilmeden mümkün olmaz. Ama din afyondur dediğin andan itibaren bu teması kuramıyorsun. Üstelikte din sadece Allah'a inanmak meselesi değil, edebiyata kadar uzanan bir kültür. Aynı zamanda toplumun bir harcı da. Sen bu kültüre vâkıf olamazsan bir defa dilin kopuk oluyor halktan. Mesela ben dün kullanmadığım sözcükleri bugün kullanıyorum. Adalet, hakkaniyet gibi.
-Adalet ve hakkaniyet kelimeleri solun literatüründe yok mu gerçekten?
- Genellikle yok. Bunların yerine eşitlik var. Daha çok ekonomik temelin dili hakim. Yani manevi taraf yok ya da zayıf. Çünkü kapitalizm sömürü ve eşitsizlik getiriyor, dolayısıyla bizim esas meselemiz eşitlikti. Eşitlik sağlanınca diğerleri de çözülür diye düşünülürdü. Adalet onun ürünü olabilirdi. Ama gerçekte eşitlikte bile adaletsizlik mümkündü.
-Hatta bazen eşitliğin kendisi adaletsizlik getirebilir.
-Tabii, yeri geldiğinde eşitsizliğin kendisi de bir adaletsizlik getirebilir. Sovyetler'de bunu gördüm. Ne bileyim bir işçi daha fazla alıyordu, bir aydın, profesör çok daha az alıyordu. Bu adil bir şey değildi.
-Kadınların ağır işlerde çalıştırılması da öyle...
- Ayrıca insan makine değil. Manevi değerleri, inançları var. İşte adalet duygusu bir bakıma bir vicdan hareketi olarak ortaya çıkıyor. Buralara inebilmek için de vicdan diye bir kategorinizin olması gerekir ki onunla da insana, hayata bakasınız. Mesela vicdan sözcüğü de bizim için kullanırlığı olan bir kavram değildi.
-Bugün vicdanı nasıl tanımlıyorsunuz?
-Vicdani duyarlılık, inandığın ideolojileri, inançları, önyargıları aşarak, bazen de onlarla çatışma pahasına doğru gördüğün şeyin yanında olmaktır. Hümanist olmaktır aynı zamanda. Vicdanın sesi insanlığın derin sesidir. Halkın vicdanına ulaşabilmek önemli. Yani sadece bilinç dediğiniz bir kategori solda dile ve düşünce tarzına hâkimdir. Halk bilinçsiz ve siz ona bilinç taşıyacaksınız, misyon bu. İnsanın bugünkü acılarını gelecekteki kurtuluşu adına görmezden geliyorsunuz, görmüyorsunuz. Ama halkın vicdanını yakalayamazsanız eğer, o bilinç taşımak dediğiniz şeyin aslında saçmalık olduğunu da göremezsiniz. İşte bu tipik elitist düşünceye götürüyor. Yani halkı halka rağmen kurtarmak gibi
-Hem dil hem ruh olarak halktan kopuk olmak, solda sahte kahramanlar da yarattı diyebilir miyiz?
-Sahte kahramanlar da vardı kuşkusuz ama burada sözünü ettiğim samimi kahramanlık duygusudur. Devrim uğruna canını verenler az değildi ama yalnız kahramanlarla sonuç alınamazdı ki. Solda yaratılan kahramanlık edebiyatı 12 Eylül'de polis sorgulamalarında kötü sonuçlar da verdi. İnsan işkenceye dayanamayabilir, dayanamayan hain değildir
ama sonra hainlik suçlaması çok yapıldı. İşte bu dediğim vicdani bir sorgulamadır. Kahramanlar elbette olabilir ama herkes kahraman olamaz. Kahraman olmayanlar da hain sayılamazlar. Partiyi, davayı, ideolojiyi, insanı gerçek dışı bu aşırı yüceltmeler yanlıştı. Gerçekte hayatın içinde değil, devrim romanlarında yaşamıştık dün.
Bugün sol gruplar içinde durum farklı mı? Hem dil hem ruh açısından...
-Bence farklı. Yanlış da olsa dünkü kahramanlık duygusu yok bugün. ...mış, gibi yapılıyor yalnızca. Dil açısından benziyor belki ama ruhu yok. Bu daha iyi bir durum değil. Kötü bir taklit bence.
-Yani sizin bu farkındalığınızı ve dönüşümünüzü çok insan yaşadı mı solda?
Çok diyemem, ama elbette bu dönüşümü yaşayanlar oldu, birlikte olduğum, tanıdığım tanımadığım böyle çevreler var, fakat çok sayılmayız. Olsaydı zaten sonuçlarını görürdük.
ŞEYH BEDRETTİN'İ SAVCI SAYESİNDE ÖĞRENDİM
-Bu eleştiri ve arayışlarınız nasıl başladı?
-12 Eylül darbesinin hemen sonrasında partimizin içinde başlattık ama cezaevinde oldukça yoğun yaşadım bu arayışı. Ben cezaevindeyken zaten duvarlar yıkıldı. Şu olay benim için önemlidir. Devlet Güvenlik Mahkemesi'nde yargılanırken hakkımızda düzenlenmiş olan iddianame Şeyh Bedrettin'den bahsediyordu, ve komünistlerin geçmişinin Şeyh Bedrettin gibi yobazlara dayanır diye laflar yazmış savcı oraya. Savcının durup dururken Bedrettin'i niye davaya dahil ettiğini düşünmeye başladım. O zamana kadar Şeyh Bedrettin ile ilgili benim bildiğim Nazım Hikmet'in meşhur Şeyh Bedrettin Destanından ibaretti. Tabii onu çok defa okumuştum. Ama bilgim onunla sınırlıydı. İsyanını biliyordum ama Bedrettin'in fikirlerini, felsefesini değil. Avukat arkadaşlarımdan Şeyh Bedrettin ile ilgili ne varsa bana getirmelerini istedim. İşte bu merakla Anadolu felsefesine doğru yol almaya başladım. Şeyh Bedrettin'i öğrendim. Cezaevinden çıkınca da tabii devam ettim. Bu anlamda o savcıya borçluyum.
-Belki o savcının da bilgisi yoktu Bedrettin'den.
-Kesinlikle yoktu. Bırakın Bedrettin'i bilmeyi tarihimizi de doğru dürüst bilmiyordu. Zaten Türkçesi olağanüstü bozuk, hukuken de düzeyi düşük bir iddianameydi bu. Şeyh Bedrettin ile ilgili cümleleri ise küfrü aşmıyordu.
-Kimleri eklediniz başka okumalarınıza?
-Tasavvuf alanı çok geniş. İbn-i Arabi mesela bilinmez solda. Batı'da bilinir de biz bilmeyiz. Sosyolojide İbn Haldun'u fark etmeyişimiz gibi. İbni Arabi dediğim zaman özellikle soldan bakanlar bir şey anlamıyorlar. İslamcı oldu falan gibi düşünüyorlar benim için.
-Tasavvufi terimleri kavramsallaştıran bir isim o. Vahdeti vücut vs...
-Gayet tabii. Ve daha bir çok düşünür var. Biliyorsunuz tasavvufta çok fazla yazılı metin de yok ayrıca.
-Ustadan çırağa aktarıldığı için.
-Öyle. Ama bu düşüncenin metinleri de zaman içerisinde oluşmuş. O metinlere ulaşma imkânım oldu. Onlarla ilgilenen insanlarla konuştum. Bu epey zamanımı aldı. Çünkü o literatürlere Kemalist eğitim almış, Osmanlıca bilmeyen birinin vakıf olması çok zor. Hâlâ da vakıf olduğumu söyleyemem. Hiç karşılaşmadığım, bakmadığım, şeylerdi bunlar. İnsan-ı kâmil nedir? Onun dereceleri nedir falan.
-Okuduklarınız sizi dönüştürmeye başladı mı?
-Tabii çoktandır dönüştürdü, dönüştürüyor. Dünyaya bakışım farklılaştı.
- Varlığı nasıl algılıyorsunuz şimdi?
-Yanıtı üç cümlede verilemeyecek bir soru bu. En önemlisi varlığı parçalamadan bir bütün olarak, bir olarak görebilmek, varlığı sonsuz ilişkiler bütünü olarak kavrayabilmek. Bilmekten çok algıyı önemsemek. İnsani iyi-kötü olarak kategorize etmemek, kötüde iyiyi görebilmek, kötülüğü değil ama kötü insanı da sevebilmek. İnsanı tek boyutlu görmemek. Dünyaya akıl gözüyle değil gönül gözüyle de bakmak v.s. Örneğin Batı'nın empati kavramından daha derindir tasavvuftaki hoşgörü kavramı, bunu yazmıştım bir yazımda, ötekini kendinde görmek değil kendini ötekinde görmek gibi. Felsefi temelleri olan bu çok ciddi bir farktır bu. Tasavvufa olan ilgim beni Batıdaki heretik akımlarla da ilgilenmemi getirdi. Spinoza'yı keşfettim mesela. Ve hayran kaldım.
-Okuduklarım beni dönüştürdü dediniz ama nasıl dönüştürdüğünü anlatmadınız.
-Bu tarif etmekten çok hissedilebilir, yaşanılır olan bir mesele. Halinize, konuşmanıza, ilişki tarzınıza sinen bir mesele. Bir defa insanın geleceğe bakışını değiştiriyor. Bugünü ve bugünün insanını, yaşayan insanını, hâli, ânı daha öne alıyorsunuz. Başkalarına karşı sizdeki kibir ve burun büyüklüğünü fark ediyorsunuz. Yani gelecekte yeni tip bir insan yaratma fikri solda hep vardır. Sadece solda değil, 1789 aydınlanması ile birlikte Batılı Modernizmin de zaten temel yaklaşımıdır bu. Yeni bir toplum, yeni bir insan yaratma. Pozitivist toplum mühendisliği yani.
-Bu da tepeden bakmacı bir yaklaşım tabii.
-Tabii bu yaklaşım elitist anlayışla, tepeden bakmak şeklinde tezahür ediyor. Bugünün insanıyla birlikte yürümek o ne kadarsa o kadarla, ona rağmen değil ama onunla birlikte ileriye yürümek. İşte tasavvufta yol arkadaşlığı denen, yolda birlikte öğrenmek denen şey. Birlikte öğrenmek, birlikte değiştirmek.
BATI'NIN İNSANI BULMASI İÇİN BİZE İHTİYACI VAR
-Anadolu düşünce tarzı, felsefesi ve kültürü ile bugün arasında nasıl bir bağ kuruyorsunuz?
-Bugün pozitivist modernizmin yitirdiği insanı, insanın manevi dünyasını ve aradığı hoşgörüyü ve hatta çok kültürlülüğü bulabilmek için Batı'nın bize ihtiyacı olduğunu düşünüyorum. Bize derken dünden söz ediyorum. Orhan Pamuk'a gösterilen ilgi rastgele değil. Fakat bunun için önce bizim kendimizi, kendi dünümüzü yeniden keşfetmemiz gerek. Bu ise büyük ölçüde entelektüel çabalara bağlıdır. Ancak bunun için Batı merkezci, taklitçi modernizmden kurtulabilmeliyiz. Bugünkü Türkiye'nin entelektüel ikliminde bunu başarabiliriz. Batı'nın bize olan ihtiyacı en somut biçimde kendini "Medeniyetler buluşması" projesinde ifade ediyor. Bu proje de rastgele çıkmış değildir. Türkiye bu projenin eşbaşkanlığını, İspanya ile birlikte üstlenmişti. İspanya da bu projeye rastgele dahil olmuş değildir. Anadolu ve İspanya (Endülüs) tarihte başkaları da var ama esas olarak üç büyük dinin, kültürün, medeniyetin, İslâm, Hıristiyan,Yahudi, yan yana, iç içe barış içinde ortak yaşamanın örneğini vermişti. İşte dünyanın bu ortak yaşam modeline, yeni tür bir hümanizmaya şiddetle ihtiyacı var.
-Kitabınız çıktığında mesela ben TKP'nin kuruluşuna devletin katkısını, devletin sol örgütlerle ilişkisini merak ederim.
-Şu anda böyle bir soruya cevap için çok hazır değilim. Olup da söyleyemediğim için değil. Şu andaki bakış tarzım içerisinde o tür olaylar çok önemli yer almıyor. Önemsediklerim bunlar değil. Ama sorduğunuz için söyleyeyim. TKP'yi devlet kurdurmadı. Atatürk'ün kurduğu bir komünist partisi var ama TKP değil o. Karıştırılıyor. Bugünkü TKP de eski bizim TKP değil. Yani 1920'de kurulan Türkiye Komünist Partisi, TKP, Sovyetlerde kuruldu. Atatürk'ün kurduğu ise resmi komünist partisi diye geçer. Kendi kurdurdu kendi kapattı. Hatta bir gecede İstanbul sokaklarında kırmızı fesli paşalar, askerler, zabitler türer o tarihte.Ve Atatürk'ün yakın arkadaşları onun direktifiyle o partiye girdiler. Ama bunun gerçek komünist partisi ile ve komünizmle hiç alâkası yok.
-Peki sizin de üye olduğunuz o partinin devletle ilişkileri.
-Ben 1920'lerde kurulmuş olan TKP'ye bir üye oyarak girdim, değişik kademelerde çalışarak yöneticisi oldum. Devletle hiçbir ilgisi yok. İllegal çünkü. Devlet zaten yasaklıyor. Hiçbir zaman Türkiye Komünist partisi 1991 yılına gelene dek yasal bir parti olamadı. Ve onun önderleri, Mustafa Suphi ve arkadaşları Atatürk zamanında boğularak öldürüldüler, Trabzon'da. Devletin ancak düşmanlık ilişkisinden söz edilebilir.
-Devlet hiç mi sızmadı sizin partiye?
-Devlet her partiye sızar, sızmıştır. Size konuyla ilgili esprili bir şey söyleyeyim. Benim de üyesi olduğum, biraz önce sözünü ettiğim 1960 sonrası TİP içinde bir ara bir polis fobisi doğmuştu. Partiye polisin sızdığı, söyleniyordu ve herkes herkesten şüphe ediyordu. Bu konu TİP'in yönetiminde konu oluyor. TİP yöneticilerinden ince esprileriyle bilenen rahmetli -ki eskiden böyle demezdim, Prof. Sadun Aren bu konuda şöyle bir espiri yapıyor, " Çoğunluk olmadıkları sürece önemli değil." Sözünü ettiğim dönemde TİP'in her ilçesinde yoğun bir polis kuşkusu vardı, benim üye olduğum TİP Fatih ilçesinde de. Neredeyse herkes herkesten kuşkulanıyordu. Fakat hiç kuşkulanmadığımız biri vardı. Herkesin sevdiği, çok çalışkan biri. İlçe binasını o açar, o kapatırdı. 15-16 Haziran direnişi oldu. O meşhur fiili genel grevi. Sonrasında sendikacılar ve işçi temsilcileri tutuklanmış ve dava açılmıştı. O davada hiç kimsenin kuşkulanmadığı o kişi çıkıp polis olarak sendikacılar aleyhine tanıklık yapmış ve hepimizin ağzı açık kalmıştı. Onun için soldaki polis fobisi anlamsız. Uyanık olmak başka bir şey.
-Şimdi devlet bir takım dini örgütleri, Hizbullah'ı hatta PKK'yı devlet kurdurttu deniyor. Yani hiç sol örgütleri kurdurmuş olamaz mı?
-Somut olarak devletin doğrudan kurdurduğu bir örgüt bilmiyorum. 28 Şubat'ı düşünelim. Sağdan sola herkesi kandırabilmişlerdi şeriat geliyor diyerek. Bazı dinci örgütleri de kışkırtmışlardı. Ama durup dururken devlet niye kursun. Ama bir provakatif eylem için var olan bir sol hareketi veya sağ, dinci hareketi kullanabilir. Yapısı uygunsa tabii. Onun içerisinden fraksiyonlar çıkartabilir. Örneğin silahlı mücadele diyen bir grup çıkartabilir. Tabii ki bunlar vardır. Ama PKK için de devlet kurdurdu denemez.
-PKK'ya devlet sızmış mıdır peki?
-Sızmış olması mümkündür. Koca bir örgüt çünkü. Ortadoğu'da özellikle silahlı mücadele veren bir örgüte sadece Türkiye'nin entelajans servisi değil, başka ülkelerinki de sızmış olabilir. Ama bundan kalkarak PKK polis örgütüdür, devlet kurdurmuştur denemez. Arkasında bugün çok ciddi kitlesel destek olduğunu hepimiz görüyoruz, bu desteği de devlet sağladı denebilir mi? Veya devlet kurdurmuş ise niye bitiremiyor?
Eskiden rahmetli kelimesini kullanmazdım dediniz. Allah uzun ömür versin, arkanızdan Allah rahmet eylesin densin ister misiniz?
-Böyle bir beklentim yok. Ama diyen diyebilir. Bu söz bizde aynı zamanda, tanımasa da insana insan olduğu için değer verme, sevgi sözüdür, densin isterim elbette. Ayrıca, inançlı insanlardan dostlarım, arkadaşlarım hiç de az değil.
SOL DİNE KARŞI OLMAYI İDEOLOJİ HALİNE GETİRDİ
-Hayır, beklenti değil de, arzu. Allah'ın rahmetine nail olma arzunuz var mı?
- Ben inanç itibariyle ateistim. Tüm bunlar beni bir kültür anlamında, halkın değerleri ve dışımdaki gerçeklik anlamında ilgilendiriyor. Ateizm lafını uluorta, kimlik gibi kullanmak da pek hoşuma gitmez. Bayrak gibi sallamam. Siz sormasaydınız söylemezdim de. Materyalist dünya görüşü başka bir şeydir, ateizm başka. Daha doğru olarak ben materyalistim.İnanmak, inanmamak benim vicdanımla ilgili mesele, iç dünyamla ilgili. Fakat izm var ya sonunda, ateizm dediğinizde artık içten dışa çıkmış oluyorsunuz. Sol dine karşı olmayı da ideoloji haline getirdi. Bu yanlıştı. Siz inanırsınız, ben inanmam. Bu niye siyasetin konusu olsun ki. Beni ilgilendiren, dine inanan insanların değerlerine, özgürlüklerine saygı göstermek. Kuşkusuz saygı karşılıklı olmalı.
-Söyleşinin başında kitabı yazarken daha çok çocukluğa gidiyorum demiştiniz. Bugünkü arayışlarınızın izleri var mı o dönemde?
-Oğullar ve Babaları diye bir kitap çıkardı, daha doğrusu editörlüğünü yaptı Ahmet Nezihi Turan ve Gökhan Yavuz Demir, benim gibi birçok insandan, babaları üstüne yazmasını istedi. Benim orada yazdığım bir şey var ki beni yazmaya motive edendir. Tokat'ta bir evimiz vardı. Bu iki parçadan oluşan bir konak. Benim dedem, tarih kitaplarında Plevne kahramanı olarak geçen Gazi Osman Paşa sülalesinden geliyor. Çocukluğumda Tokat'ta ondan kalma bir konakta oturuyorduk. Konak diyorum ama daha ben çocukken yıkılmak üzereydi. Ve orada tek başına baba oğul olarak kalıyoruz, başka hiç kimse yoktu.
-Neden?
-Çünkü annem ben çok küçükken ölmüştü.. son çocuktum. Ve babam da beni çok sevdiği için bir daha evlenmemişti hiç. Yani üvey anne gelmesin diye. Benim çocukluğum orada geçti. Önde selâmlık denen, kaç odası vardı unuttum, bir konak. Arkada harem denen bir başka büyük yapı. Evin büyüklüğünü anlatabilmek için söyleyeyim. Selâmlığın altında deve kervanlarının kalabileceği genişlikte ahırı olan bir ev. Ve bu tabii tarihi bina idi, sit kabul edildi. Fakat devlet restorasyon için hiç yardım etmedi. Ve ev kendi kendine öyle çöktü. Muazzam bir tavanı vardı. İnanılmaz işlemeli, renkli. Hiç restore edilmediği halde dün yapıldığı gibi canlıydı. Sonra o odanın tavanının göbeğini bekçiyi öldürüp alıp götürmüşler. Satmak üzere.
-Baba oğul ikiniz yaşıyordunuz. Hizmetçi yok muydu?
-Hayır. Zengin değildik ki.. Zengin bir sülalenin arta kalan döküntüleriydik.. Babam Belediye'de çalışan basit bir memurdu. Ev ise amca tarafıyla ortak. Başkaca da ciddi bir mal mülk yoktu. Asıl konuma gelemedim. Ön taraftaki selamlığın tepesinde bir oda vardı. Ve çok garip bir odaydı o. Böyle bir hamam kubbesi gibi düşünün. Tepeden aydınlatılıyor. Hiç penceresi yok. Ama etrafta çepçevre işlemeli dolaplar var. Kitaplık olarak yapılmış. Babama sordum, bu oda ne odasıdır? Çünkü diğer odaların hiçbirine benzemiyor. Babam bana tefekkür odası dedi, yani düşünce odası diye açıkladı.
-Yani ne oluyormuş orada?
-Buraya bir şeyh gelirmiş. Hatta halen bir rahle duruyordu orada toz toprak içinde. Burada okurmuş ve bu raflarda hep kitap varmış dedi. O sözler aklımda kaldı. Ve o zaman yaşlı, sakallı bir adam vardı. Kitap ciltlerdi. Benim çok hoşuma giderdi bu. Beni de severdi. Ben gidip onu izlerdim. Çocukluk hafızamda o sakallı ihtiyarla babamın minderlerde oturup sohbet ettikleri kalmıştı. Babamın zaman zaman, belli belirsiz ağladığını da hatırlıyorum. Bir anlam veremezdim buna. Ağlıyor. Niye ki? Ama bütün bunlar öyle çocukluğumdan kalmış parça parça, silik, fotoğraf kareleri. Tabii bir anlam vermem o zaman için mümkün değildi.
-Ne zaman mümkün oldu anlamanız?
-İşte tasavvuf ile tanışık olduğum zaman o sisler yavaş yavaş dağıldı. Bir netleşme oldu kafamdaki fotoğrafta. O zaman geriye dönüp anladım ki babam değil ama o kitap ciltçisi tarikat ehliydi. Babamın bana din konusunda söyledikleri de sonradan yerli yerine oturmaya başladı. Ben bunu hep anlatırım. Altı yedi yaşlarındayken bana şöyle demişti. Ben dedi sen kendini bilene kadar dini vecibeleri anlatmakla görevliyim. Hakikaten elimden tuttu, camiye de götürdü. Ama ondan sonra yapıp yapmamak senin bileceğin iş dedi. Ama daha önemlisi şudur. Bana dedi ki, Allah'ı düşünerek bulacaksın.
-Ne düşündünüz peki?
-Ben tabii düşünmeye başladım babam bu lafı söyledikten sonra. Ama başka hiçbir laf da etmedi. Dedi ki, Allah'ı düşünerek bulacaksın. Ben de öyle düşünmeye başladım. Düşünüyorum düşünüyorum bulamıyorum. Kendi kendime dedim ki, herkes camiye gidiyor, namaz kılıyor ya, herhalde onlar düşünerek bulmuş ama ben bulamıyorum. Kendimden kuşku duymaya başlamıştım. Peki, ne yapmam lâzım? Kendimi eksikli gördüğüm için babama soramıyorum da. Yani herkes bildiği halde bir tek ben bilmediğim için kendimi ayıplıyorum. Çocukluk işte. O yüzden de utanıyorum ve soramıyorum Allah düşünerek nasıl bulunur diye. Bizim yanımızda komşumuz olan ortaokula mı gidiyordu o zaman lise mi bilemiyorum bir genç vardı. Ona gittim, Allah nasıl düşünülerek bulunur diyemediğim için, nasıl düşünülür diye sordum.
-Yani düşünmeyi bilirseniz Allah'ı bulacaksınız. Peki ne dedi?
-Ben nasıl düşünülür diye sorunca önce şaşırdı, sonra salak mısın be, herkes nasıl düşünüyorsa sen de öyle düşünürsün dedi. Cevabımı alamamıştım. Bu soru üstüne düşünmek epey yordu beni. Fakat tabii bir cevap bulmam mümkün de değildi. Zamanla kafamda sönümlendi artık bu soru. Ama bir şeyi fark eder oldum. Düşünmek denen bir şey varmış. Hani her gün nesir yazıyormuşum da ben bilmiyormuşum gibi. Zannediyorum ki düşünme denen o insani faaliyete biraz yakınlaştırmıştı babam beni.
- Allah'ı düşünerek bulamadınız. Acaba bunun başka bir yolu var mı diye sordunuz mu?
-Şimdi mesele şu tabii. Bütün tasavvufta Allah'a severek bağlanmak var. Korkulan Allah değil sevilen Allah. Hatta daha da ileri boyutları var, aşk. Şimdi böyle baktığınız zaman tabii şunu diyebilirsiniz. İnsanlığı, hatta evreni birleştiren şey, sevgidir, aşktır. Bunu dediğim zaman buna isterseniz Allah diyebilirsiniz. Fakat bütünüyle mekanik, fiziksel bir şey olarak da açıklayabilirisiniz, enerji diyebilirsiniz, büyük patlama vesaire diye de izah edebilirsiniz. Ama insandan kalkarak baktığınız zaman bu pozitivist izahın ötesine taşıdığınızda, içinizde bir aşk bulduğunuzda, onu eğer içkin hale getirebilirseniz o zaman bir bakıma dinin batınî tarafını anlayabilirsiniz.
-Peki, aşka bu manada kalbinizin kapalı olduğunu mu düşünüyorsunuz?
-Hayır efendim, asla. İnsana, doğaya aşkla bağlıyım.
-Ama buradan yaradan fikrine sıçramıyorum diyorsunuz.
-Hayır sıçramıyorum. Derin konuşmak gerekir bu mevzuyu ama uzar. Mutezile ekolünün bir sözü var "Biz Allah'ı aramak için yola çıktık insanı bulduk" der.
-Evreni nasıl açıklıyorsunuz?
-Gereksinim duymuyorum. Merak ediyorum kuşkusuz herkes gibi. Yani değişik tarzda açıklanabilir. Şu anki var olan bilgi zaten sınırlı. Yarın daha da genişleyecektir. Büyük patlamayı deneyerek görmeye çalışıyorlar. Öncesini kimse bilmiyor. Öyle bir problemim yok. Beni kim yarattı falan. Önemli olan şu: Dünyaya gelmiş biri olarak ben bu dünyayı insani değerler açısından çok zengin yaşayabilmeliyim. Bu dünyayı anlamlı yaşamalıyım. Beni bugün mutlu eden şey, kendimle ilgili farkındalığımdır. Ölene kadar da herhalde doğru olan bu olacak yani insanın yaşadığının farkına varması, anın farkına varmak, zamanın farkına varmak. Eskiden olsaydı bilinç gibi bir laf söylerdim. Şimdi farkındalık sözcüğünü çok seviyorum.
-Neyin farkındasınız şimdi?
-Yani bir yanlışın farkında olmak, doğrunun farkında olmak, yaşadığın anın farkında olmak, yanınızda akıp giden evrenin farkında olmak, bir damlada okyanusu fark etmek gibi. Özellikle benim tasavvufta keşfettiğim şeylerden bir tanesi an mevhumu. Bu anı görebilmek ki bu an gelecekle geçmişin iç içe olduğu, belki de bir şimşek çakması sırasındaki aydınlanma gibi. Bunu fark edebilmiş olmak beni çok heyecanlandırıyor.
-Diyelim ki öldünüz ve gözünüzü yeniden açtığınızda öte dünya ile, Allah ile karşı karşıya geldiniz. "Farkındalık deyip durdum hayatta, meğer hiçbir şeyin farkında değilmişim" der misiniz?
-Kuşkusuz öyle derim. Bu da son bir farkındalığım olur. O zaman tabii O ne der onu bilmem. Asıl O'nun ne diyeceği önemli. Benimki değil ki. Madem ki beni yaratan O.
-Ne söylemesini istersiniz?
-Ona sığınırım yalnızca. O kadar büyük bir güç karşısında ne denebilir ki?
-Eski solcu arkadaşlarınız kızıyor mu size?
-Kızan da var, kızmayan da. Ben değişime sürekli vurgu yapan biriyim. Bazen kızıyordum kendime. O kadar da çok değişim lafı etme diye. Ama şimdi geldiğimiz noktada bakıyorum, herkes değişim demeye başladı. O nedenle şimdi arkadaşlarım beni daha iyi anlamaya başladılar sanırım.
-Siz kendinizi solun dönüşümünü sağlayan insan olarak görüyor musunuz?
-Yalnız ben değilim ama görüyorum tabii. Fakat böyle bir bayrak taşımıyorum. Dönüşümünü sağlayan değil, bunun için çabalayan dersek daha doğru olur. Ben kendimi dönüştürmeye çalıştığım için oradan gelerek, bunun etkilerinin olduğunu görüyorum. Örneğin, "vesayet rejimi" tanımını daha 1988'de DGM'de yargılanırken savunmamda söylemiştim. 2002'den itibaren Ak Parti'nin Türkiye için şans olduğunu, açık bir biçimde söyleyen, yazan biriyim, o tarihte yazanlar da olabilir ama bilmiyorum, solda belki de tek idim galiba o zamanlar. Tabii bu sol için çok iddialı bir şeydi. Sarsıcıydı. Adımı şokçuya çıkarmışlardı bir ara.
-Kim diyor bunu?
-Soldaki ler. Şimdi 1989'u söylüyorum. Değişim, evet o andan itibaren şokçu diyorlardı şimdi artık demiyorlar. O tarihlerde Türkiye Birleşik Komünist Partisi olarak, çağın değiştiğini söylüyor yazıyorduk, ama biryandan da hâlâ Marksizm-Leninizm diye yazıyordu bizim parti bildirilerimiz. Cezaevindeyken düşündüm bu yanlıştı. Çağ değişmişti, artık emperyalizm çağından söz edilemezdi, öyleyse emperyalizm teorisi demek olan Leninizm de aşılmıştı artık. Bunu söylemek gerekirdi, söylemeden değişim olamazdı. Çok zorlandım ama sonunda söyledim yani yazdım dışarıya. Bunu söylemek bir şoktu o tarihte bizim için. Sarsıcı oldu. Tartışmalar yarattı. Kuşkusuz örgütlü hareketler, partiler dışında bu tür yeni şeyler söyleyenler de vardı. Tek biz değildik yani.
-Bugün ondan daha fazla şok edici fikirleriniz var mı?
-Yok artık.Veya şimdilik yok diyelim. Çünkü çokları artık oralara geldi. Geleceğe yönelik, sosyalizm için net bir şeyler söyleyemiyoruz. Yani o geleceğin nasıl olacağını bilemiyoruz. Ama eskisinin artık olamayacağını biliyoruz.
TÜRK SOLU ULUSALCI OLDU AMA TÜRKİYE SOLUNDAN BAHSEDEBİLİRİZ
-Peki, Türk solu bitti gibi bir cümleniz var mı?
-Hayır yok. Önce söylemeliyim ki, Türk solu demiyorum enternasyonalistim çünkü, Türkiye solu diyorum. Geçmişte de Türk solu vardı. Bu tanım milliyetçi vurgu taşıyan bir şey. Şimdide ulusalcı oldular zaten. Türkiye solundan söz edebiliriz ama.
-Var mı öyle bir şey?
-Örgüt anlamında söz ediyorsanız, ulusalcı olmayan bir iki parti var. DİSP, EDP var. Ama etkililik anlamında böyle bir şey yok tabii ki. Ama bu durum yalnız ülkemize özgü değil. Dünyada da sol krizde ve henüz çıkabilmiş değil.
-Ama yine de inandığınız ideolojinin sosyalizm olduğunu söylüyorsunuz.
-Söylüyorum. Fakat ideolojiden çok bir gelecek tasavvuru demeyi tercih ederim. Ben insanlığın şu anda yaşadığı düzeni insanın hak ettiği adil, eşitlikçi bir düzen olarak görmüyorum. Bunun nedenini ise hâlâ kapitalizm koşulları altında olmamız diye görüyorum. Dolayısıyla kapitalizmi bugün tarihin sonu diye görmüyorum. O nedenle de solcuyum. Kapitalizm aşılacaktır. Ama nasıl olacak onu bilmiyorum. Dün proletarya diktatörlüğü, işçi sınıfının öncülüğü falan diyorduk.
-Şimdi bu kavramlar kullanılmıyor.
-İnsanlar eğer mütevazı yaşamazlarsa dünyanın sonunun geleceğini, maddi zenginliklerin sonsuz olmadığını gördükleri zaman, bu zenginlikleri adil paylaşmaz isek felaket olacağını kavradıkları zaman, adalet duyguları eşitsizliğe, sömürüye isyan ettiği zaman, işte o zaman belki de kapitalizmin de sonu gelmiş olacak. Adına ne derseniz deyin, sosyalizm, komünizm...
-Gelecekte bu iki kelime hâlâ tedavülde olacak mı, yoksa artık sosyalizm, komünizmin dışında başka kelimelerle mi ifade edilecek o ütopyalar?
-Belki de başka kelimelerle. Ama o kelimeler bulunmadığı veya tedavülde olmadığı durumda ben kapitalizme alternatif olarak sosyalizm, komünizm sözcüklerini kullanmakta bir beis görmüyorum. Ama yarın bu sözcüklerle tarif edilmeyebilir o düzen.
-Siz devrim kelimesi yerine devrimsi lafını kullanıyorsunuz.
-Evet ben devrimsi diyorum. Klasik anlamda halkın sokaklara dökülmesi, iktidarın tepeden alınması gibi şeylerin artık devrinin geçtiğini söylüyorum. Ama Türkiye'de olanlara baktığım zaman da yaşanan dönüşümlerin sıradan olmadığını görüyorum. Bir tarafta Ergenekon davası ile şimdiye kadar dokunulmayan subaylara dokunuldu. Darbe planları ortaya çıkarıldı falan. Kısmi anayasa değişikliği yapabildik. Kürt sorununda henüz çözüm noktasında değiliz ama en azından dün tabu olan şeyleri konuşabiliyoruz. Başörtüsüne özgürlüğü zorluyoruz falan. Bunlar normal bir ülkede sıradan sayılacak değişimler değil. Hani devrim desen abartıyor denecek. Hani nerede kitleler? Nerede sokakta insanlar denecek. Ama öyle değil tabii. Yazıyorum, radikal demokrasi yolunda demokratik dönüşümler diyorum buna .
KUTUPLAŞMANIN SEBEBİ OSMANLI'DAN KÜLTÜREL KOPUŞTUR
-Ama hala tek yol devrim diyen, işçi sınıfının iktidarı ele geçireceğini düşünen, eski jargonla konuşan solcular var.
-Öyle demelerine razıyım, ondan geçtim çoğu ulusalcı oldu. Bu anlaşılır gibi değil. 12 Eylül cuntası yargılansın diye, biz o madde kalksın dedik halkoylamasında. Ona bile yanaşmadılar. Zaten etkin değiller. Söyleyecek fazla bir şey yok üstlerine. Ben de o tür sol üzerinde durmuyorum hiç. Üzülerek söylüyorum bunu.
-Niye peki böyle?
-Bunda belki sol da tek başına suçlu değil. Bakın, niye bizde aydın hareketi keskin iki kutup haline geldi. Bunu yaşadık evet-hayır meselesinde. Buna hakikaten bir açıklama getirmek lâzım. Ben nedenini daha derinde görüyorum. Yalnız sol değil bizde aydınlar bir fikir hareketi yaratamadılar. Daha çok dışarıdan ithal olarak alındı.
-Bunun nedeni ne?
-Neden, Osmanlı'dan kültürel kopuştur, kültürel olarak Osmanlı'nın reddidir. Örneğin Cumhuriyettin kuruluş süreci içinde Fıkıh ilmi bir gecede bir köşeye atıldı. Peki, neydi Fıkıh? Osmanlının 600 yıldır süren toplumsal ilişkilerinin sosyolojisi. Bu bir medeni hukuktu aynı zamanda. Şimdi bu birikimi siz bir gecede atarsanız, sosyal bilimlerinizin temelini oymuş oluyorsunuz. Çökertiyorsunuz. Ve cumhuriyete geçtik, İsviçre'den Medeni Kanunu tercüme edip aldık getirdik. Ceza Kanununu da İtalya'dan aldık. Tercüme hepsi. Onun arkasında bizim gerçek sosyal ilişkiler toplamımız, geleneğimiz yok. Çünkü batı toplumu içinden çıkmış yasalardı, hukuktu bunlar. Ama böylece, bizim sosyolojimiz, hukukumuz bir kenara atıldı. Ve dolayısıyla bizim aydınlarımız kendi toplumlarını tanıyarak, anlayarak fikir üretecek köklerden, besin kaynaklarından, metodolojiden yoksun kaldı. Buna dili de eklemek gerek. Uzatmayalım. Fizik, kimya anlamında söylemiyorum elbette, pozitif bilimler ayrı bir şey.
-Ama sosyal bilimler öyle değil.
-Değil. Tarihsel bir birikimi var. Bize ait olmak durumundadır o, ki bizim sorunlarımızı çözsün. Dolayısıyla bugün birbirimizi anlamaz durumda oluşumuz aydınlar içerisinde özellikle kendimizin fikir üretememesinin bir sonucudur. Kavramlar olarak da öyle. Tamam, Latin harfleriyle yazmaya ben bir şey demiyorum. Fakat sosyolojik kavramlar, felsefi kavramlar, edebi kavramlar tarih yüklüdür. Siz onu bir gecede atarsanız bütün o kavramların içini boşaltmış oluyorsunuz. Dolayısıyla birbirimizi anlamamızda mümkün olmuyor. Ben yazılarımda eski sözcükleri epeyce kullanıyorum. Birincisi, sevdiğim için kullanıyorum, bana anlamlı geldiği için. Ama dil de böyle bir şeydir. Beni ifade ettiği zaman dildir o. Bizde mesela felsefe üretimi yok gibidir. Belki yeni yeni daha çok İslami duyarlıklı aydın kesimler içinde var benim gördüğüm. Ve onu da çok önemsiyorum doğrusu. Ama laik dediğimiz o cumhuriyet kuşağı felsefeci oldu, ama filozof çıkaramadı pek. Belki birkaç isim sayılabilir.
-Ama yeni bir fikir üretemiyor.
-Yeni bir fikir üretemiyor. Sol için de bu böyle. Çünkü sol da gökten düşmüyor. Bu toprağın insanıyız biz. Eğer biz ayaklarımızın üzerinde baş taşıdığımızın farkında değilsek, fikir üretemiyorsak, felsefe yapamıyorsak gayet tabii düşünce tembelliği baskın olacaktı. Eleştirici düşünce gelişemeyecekti. Ancak dışarıdan alacak, taklit edecektik. Dışarıda yükseliyorsa bir şey, sol hareket, bizde de yükseliyor. Çin vardı, Sovyetler vardı. Tamam o zaman somut bir şeydi. Tarifi kolay, biz de Sovyetler gibi olacağız. Ama nasıl Sovyetler gibi olabiliriz? Tarihsel, sosyolojik koşullarımız aynı mı? O deney bir daha tekrar edilemezdi oysa. Ama tekrar etmeye çalıştık. Ve başarısız olduk tabii ki.
-Siz serbest piyasa dediğiniz zaman da şok yaratmıştı. Solda başka kırılması gereken hangi tabu kaldı?
-Tabu denir mi buna bilmiyorum ama üzerinde az durulan iki konudan söz edilebilir. Bir; sol halk olmalıdır. Halklaşmalıdır. Sol olduğunu ilkin unutup halk olmalıdır. Sıradan vatandaş olmalıdır. Böylece kendini halkın kurtarıcısı vehminden kurtarmalıdır. Yani önce kendini kurtarmalıdır. Halklaştırmalıdır. Halkçı demiyorum, halkçı olmak kurtarıcı olmak demektir. Sol kibrinden ve kibirli dilinden ancak böyle kurtulabilir. İki; Ulus-devlet konseptiyle düşünmeyi aşmalıdır. Artık tek bir ülke içinde sosyalizm falan kurulamaz bence. Bu uzun konu, geçelim. Birinci söylediğim üstüne bir şeyler daha söyleme ihtiyacı duyuyorum. Halk kavramını çok genel ve belirsiz olduğunu bilerek kullanıyorum. Günümüzde bu belirsizliği ile zaten halk kavramı önemli olacak, bana göre öne çıkacaktır. Fakat aynı zamanda halk içinde kimler, hangi topluluklar demokrasi ve özgürlükler için ses veriyor, adalet, eşitlik taleplerinde bulunuyor, mücadele ediyorsa onların içinde olmak gerek. Başka deyişle ezilmişler edebiyatını köklü içimde terk etmemiz zorunludur. Ezenler yıkar ama kuramazlar.
-Kurucular hep liderler mi?
-Hayır. Liderler değil. Halklar kurar. Ne zaman? Kendi aydınlanmasını yarattığı zaman. Aydınlanmış halk kurar. Şimdi referandumdan sonra evet dedi halk, anayasayı yapmak kurucu iradesini kazandı. İşte bu halk kuruculuğa adaydır. Benim dediğim devrimci değişimin öznesi halktır. Ama bu halktır, yani direnenlerdir. Popülist bir anlamda halkı kullanmıyorum. Kendisi ayağa kalkmış, özgürlük talep ediyor. Hak talep ediyor. İşte sivil toplum hareketinin gelişmesi de budur zaten. Ve geleceğe doğru devrimsi değişimin öznesi de bunlar olacak. Sivil toplum hareketleri olacak.
-STK'lar resmen iktidar ortağı oldu bu çağda?
-Gayet tabii. Onun için mesela ileriye doğru bir şey söylemek zor. Dediniz ya, sağ parti kalacak mı, sol parti kalacak mı? Parti kalacak mı diye de sorabiliriz. Dünya hızla değişiyor. Değişime müdahale eden özneler çok arttı. Ama nereye doğru müdahale edebilecek mesele burada. Bugün uluslar arası kuruluşlar içinde, örneğin Dünya Bankası, Dünya Ticaret Örgütü, IMF gibi örgütlerin içinde STK'ların etkinliği artmaya başladı. Dışında, kapılarının önünde ise protesto eden STK'lar var. Her iki haliyle de STK'lar günümüzün 'in'i durumunda. Sonuç olarak şu söylenebilir: Geleceği şemalara bağlı kalarak düşünmek geçerli değil, geçersizliği bir yana siyaset üretmede verimsiz düşünce tarzıdır bu. Bu nedenle artık "anti"lerle düşünme zamanı kapandı bence onun yerini "alternatifler üretme" aldı. Kısacası, dünya biz değiştirebilirsek değişecek. Değiştirebildiğimiz oranda değişecek. Fakat hayallerimize de her zaman yer olacak. "Dünyayı değiştirmeden önce kendini değiştir" sözü galiba bugünlerde solun düsturu olmalı.
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
- Üzgünüm
7.05.2012 - Gerçek muhalefetin ayak sesleri
3.05.2012 - Hasan Tahsin gerçekte kimdi
30.04.2012 - Sıcağı sıcağına...
28.04.2012 - Tarihe doğru uzun yürüyüş
26.04.2012 - Umudun gücü...
23.04.2012 - Dürüstlük üstüne
21.04.2012 - Ölüm sınırına gelindi
19.04.2012 - ‘Silahsız kuvvetler darbesi’
16.04.2012 - Bir dokun bin ah işit...
14.04.2012
Yazarlar
-
Metin KarabaşoğluYönetilenlerin özgürlüğü yöneteni de özgürleştirir 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞ“Ortaklaşmacı demokrasi” örnekleri: Fransa-Yeni Kaledonya özerk bölgesi 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİHamas’ı kim silahsızlandıracak? 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURTrump’ın Gazze Planı’nın alternatifi ne? 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanS-400’leri ne yapabiliriz? 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolTrump Planı? 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEÖcalan’ın özgürlüğü 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünEleştirelim ama plana da şans tanıyalım… 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilBeklenen Mesih: Kurtarıcı arayışının toplumsal anatomisi 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUGazetecilik bir kez daha tartışılıyor 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayArjantin’in çıkmazı: Şok terapi, bağımlılık ve ABD’nin gölgesi 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZYeni Çözüm Süreci: Hakikatle yüzleşme 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalKirk ve ICE vakaları ile faşizme doğru mu? 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUKrallar ve ulus-devletler 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRMHP’li Yıldız’ın KON’u AK Partili Miroğlu’nun Roja Welat’ı… 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciAsgari ücret 30.000 TL 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
nevzat cingirtNeden Yazmıyorsun? 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasKendi uçağımızı kendimiz yaparken 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanJet motoru sıkıntısı: Tek geciken Kaan değil 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANGazetecilik can çekişiyor! 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYATürkiye’nin Demokratikleşmesi ve Kürt Sorununun Çözümü: Ciddiyetin Tarihsel Zorunluluğu... 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRZeytinlik yasasından Akbelen ve İliç'e; enerji ve maden hikâyesinde kaybolan gelecek 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞSİYASETÇİ ZENGİNLEŞİRKEN VATANDAŞ FAKİRLEŞİYOR, NEDEN? 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRTÜSİAD isyan etmişti: Ciner’e kayyumun gerekçesi o madde! 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluTrump’a neler verdik, neler alacağız! 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYMutlakiyetçiler ve Cumhuriyetçiler 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİTrump-Erdoğan görüşmesine hile karıştı mı? 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKSüreç Suriye’yi, Suriye süreci bekliyor. Peki bu kısırdöngü nasıl aşılacak? 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇZaferden hapishaneye 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CAN“Trump’ın verdiği meşruiyet” notları 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUErdoğan’ın tercihleri 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERSarkozy’nin tarihi mahkûmiyeti 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunYazmak, ciddi bir iştir 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuBoeing - Gazze ilişkisi nedir? 26.09.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNYetersiz bakiye! 25.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANAlev rengi hüznüyle sonbahar… 25.09.2025 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaŞimdi de Mansur Yavaş hedefte 24.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENKasabın bıçağını bileyen adam 23.09.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞBayrampaşa ve maskeli balo 23.09.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezGonca Kuriş’in kemiklerini, sevenlerin yüreğini sızlattılar 21.09.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraCumhuriyet-Halk-Parti 20.09.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRYANARDAĞ ÖZÜR DİLEMELİ 17.09.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENPogromlar, darbeler, acılar ayı Eylül.. 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçArşivden | 12 Eylülcüler nasıl bir ülke hayal etmişti? 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye’nin en iyi/kötü dönemi hangisiydi? 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMTERÖRSÜZ TÜRKİYE’YE GEÇİŞ SÜRECİ! 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBir 12 Eylül Sabahı 12.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNÖcalan, Erdoğan’a “Seni yine başkan yaptırırız” sözü mü veriyor? 11.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİN2016 belediye ablukaları ve 2025 darbesi 9.09.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNMesele CHP Değil! 8.09.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPalantir ve "Tech. Republic" 7.09.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAAçlığı yönetemeyenler aç hayvanlarla uğraşıyor: Ülke yangın yeri 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKENBarışı dilerken 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBİR ÖĞRETMEN YETİŞTİRME HİKAYESİ 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENRojava: Beklentiler, Gelişmeler, Olasılıklar 5.09.2025 Tüm Yazıları
-
İlnur ÇEVİKParti kapatma! Kayyum veya emanetçi ata yeter… 4.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezHangisi doğru? 3.09.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANTürkiye’de ve Yunanistan’da Aleviler – Yeni Bir Tablo 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYKüresel Güney Neden Çin’den Vazgeçmiyor 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEMete Tunçay 25.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANÇÖZÜM NASIL GELİR! 20.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANBilge ve bilgin Mete Tunçay 19.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYPutin, Trump’ı parmağında oynatmaya devam ediyor 17.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARSorumluktan kaçmak umuttan kaçmaktır 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakKadife eldiven zamanı 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNÜretici Güçlerin Gelişiminin Motorlarından Biri Olarak Toplumsal-Sınıfsal Mücadeleler 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarŞeffaf, açık ve çoğulcu 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKEzberler bozulurken mağduriyetler de son bulmalı 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYAnkara, CHP, Çözüm Süreci ve Şam Arasındaki Tıkanıklık: 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç ve Suriye denklemi 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMAcaba Kürt sorununun önündeki engel “Atatürk miti” mi? 14.07.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞDemirtaş’a Kobane mahkumiyeti: Gerekçedeki “10 kusurlu hareket” 28.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selva Demiralpİmamoğlu krizi ve ekonomik yansımaları 20.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKürt ‘açılımı’nın nedeni Suriye değil, Türkiye! 15.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal ÖZTÜRKKürt meselesindeki psikolojik bariyerler 17.01.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselEkonomik büyümede iyimser olunabilir mi? 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Münir AKTOLGABATI’DAN FARKLI BİR ÖRNEK OLARAK TÜRKİYE’DE VE ARAP ÜLKELERİNDE DEVRİMCİ DÖNÜŞÜM DİYALEKTİĞİ... 16.12.2024 Tüm Yazıları
-
Necati KURBÜYÜK TÖS BOYKOTU 15.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cenk DoğanÜRETİCİLERE İLK OLARAK KOOPERATİF LAZIM 4.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cevat KORKMAZFiller ve Çimen... 22.11.2024 Tüm Yazıları
-
Tuncer KÖSEOĞLUTamirhanelere giden toplar… 4.11.2024 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜRDevletin Muhteşem Örgütlenmesi: 6-7 Eylül 1955 Pogromu 9.09.2024 Tüm Yazıları
-
Ferhat KENTEL“Maarif” marifetiyle yeni “makbul vatandaş” kurma çabaları 26.07.2024 Tüm Yazıları
-
Banu Güven“Bozkurt” Almanya’da sahaya indi 4.07.2024 Tüm Yazıları
-
İBRAHİM Ö. KABOĞLUDevlet ve yürütme kaç başlı? 27.06.2024 Tüm Yazıları
-
Gürbüz ÖZALTINLICHP’nin normalleşme politikası Erdoğan’a mı yarar? 21.06.2024 Tüm Yazıları
-
Oya BAYDARBir yazamama yazısı 14.06.2024 Tüm Yazıları
-
Bayram ZİLANAK Parti’de değişim gecikiyor mu? 4.06.2024 Tüm Yazıları
-
Soli ÖzelBetül Tanbay'ın gözünden "Gezi"nin tarihi 30.05.2024 Tüm Yazıları
-
Reha RUHAVİOĞLUTürkiye’de Kürtçenin Durumu: Gidişat, İmkânlar ve Fırsatlar 18.05.2024 Tüm Yazıları
-
SİBEL HÜRTAŞ31 Mart'ın merkez üssü: Pazarcık ve Elbistan 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
Atilla AytemurBingöl Erdumlu Kitabı: Film gibi hayat* 24.01.2024 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİ“Gazze’deki Uzun Savaş” 10.01.2024 Tüm Yazıları
-
Şahin ALPAY"Ergun Abi"ye veda 10.11.2023 Tüm Yazıları
-
Ahmet ALTANYüzyıllık cumhuriyet başarılı mı başarısız mı? 29.10.2023 Tüm Yazıları
-
Levent GültekinDin, insanları kardeş yapar mı? 26.09.2023 Tüm Yazıları
-
Ayhan AKTARŞair Roni Margulies’in ardından… 7.08.2023 Tüm Yazıları
-
Ceyda KaranBiden ve iki cephede birden yenilgi 30.06.2023 Tüm Yazıları
-
Orhan Kemal CENGİZMuhalefetin sınavı asıl şimdi başlıyor 1.06.2023 Tüm Yazıları
-
Roni MARGULIESMutlu bitmiş bir göç öyküsü 20.05.2023 Tüm Yazıları
-
Burhanettin DURANTarihi Yol Ayrımındaki Kritik Seçim 6.05.2023 Tüm Yazıları
-
Celal BAŞLANGIÇKendini kurtarmak için Erdoğan, Erdoğan’ı reddedecek! 14.04.2023 Tüm Yazıları
-
Ergun AŞÇIErsagun Hanım 5.03.2023 Tüm Yazıları
-
Uğur Gürses‘Dolambaçlı katlı kur’ yolunda 23.01.2023 Tüm Yazıları
-
Besim F. DellaloğluMesafenin Sosyolojisi 16.12.2022 Tüm Yazıları
-
Hidayet Şefkatli TUKSALKur’an kurslarında yatılı eğitim ve çocukların korunması 15.12.2022 Tüm Yazıları
-
Nergis DemirkayaAltılı Masa ortak yönetim planı: Her partiye bir yardımcı bir bakan 17.11.2022 Tüm Yazıları
-
Nabi YAĞCIŞaşıyorum gerçekten… 24.10.2022 Tüm Yazıları
-
Berin UYARONLAR İÇİN... 12.09.2022 Tüm Yazıları
-
İbrahim UsluSeçmen yolsuzluğu önemsiyor mu? 9.09.2022 Tüm Yazıları
-
Hasan GÜRKAN“SEVMEK YİNE DE BİR SARRAF İŞİDİR, YERYÜZÜ KİTAPLIĞINDA” 18.08.2022 Tüm Yazıları
-
Oktay Cansın EMİRALSAVAŞ VE ZAMAN 7.08.2022 Tüm Yazıları
-
Özgül Üstüner COŞKUNİnceden 5.07.2022 Tüm Yazıları
-
Namık ÇINARBir toplumun geri kalma inadı 21.06.2022 Tüm Yazıları
-
Barış SoydanGıda Komitesi’nin ve enflasyonla mücadelede başarısızlığın acıklı öyküsü 21.06.2022 Tüm Yazıları
-
Mehmet BARLASAnkara’yı sel aldı 14.06.2022 Tüm Yazıları
-
Melih ALTINOKAna muhalefet lideri Akşener mi olacak? 14.06.2022 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZİKİ MEZAR, İKİ İNSAN ve IRKÇILIK 12.06.2022 Tüm Yazıları
-
Atilla YAYLAKanunlar ve fiyatlar 10.06.2022 Tüm Yazıları
-
Fatma Bostan ÜNSALBu kez Günah Keçisi SADAT mı? 23.05.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet İlhanBurhan Sönmez’in İstanbul İstanbul’unda Yerin Altı ve Üstünde Ne Yaşanıyor? 15.05.2022 Tüm Yazıları
-
Kübra ParSessiz İstila belgeseli ve sığınmacı meselesi 9.05.2022 Tüm Yazıları
-
Yavuz BAYDARİmamoğlu olayı ardından: ’Altılı Masa’ bir ortak aday çıkarabilecek mi? 9.05.2022 Tüm Yazıları
-
Ergun BABAHANTürkiye’nin patlamaya hazır yeni kırılma hattı: Suriyeliler 22.04.2022 Tüm Yazıları
-
Kemal BURKAYİSVEÇ DEMOKRASİSİ VE KURAN YAKMA OLAYI… 17.04.2022 Tüm Yazıları
-
Tarık Ziya EkinciGAZETECİ AYDIN ENGİN VEFAT ETTİ 24.03.2022 Tüm Yazıları
-
İbrahim KaragülBu bir Avrupa savaşı ve çok uzun sürecek. -Batı, Türk-Rus savaşı istiyor! 1.03.2022 Tüm Yazıları
-
Cengiz AKTARSavaş notları 1.03.2022 Tüm Yazıları
-
Aydın ENGİNBir MHP’nin 2. Başbuğ’undan, bir benden 7.02.2022 Tüm Yazıları
-
Nezih DUYGUMete Toksöyle (30 Mart 1954 - 02 Şubat 2022) 3.02.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet KARDAM28/29 Ocak Karadeniz Katliamı'nın 101. Yılı 1.02.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAKAN“Ya herro ya merro” mu dedi?.. 7.01.2022 Tüm Yazıları
-
Mustafa PAÇAL2022 yılı karamsarlıklarımızı tersine çevirebilir mi? 4.01.2022 Tüm Yazıları
-
Muharrem SarıkayaOylardaki yükselişin ağırlığı 7.11.2021 Tüm Yazıları
-
Şevki ÇELİKCİKEMAL ARABACI 17.10.2021 Tüm Yazıları
-
Metin GürcanFırat batısı, Suriye, riskler, tespitler: Ufukta bir operasyon mu var? 13.10.2021 Tüm Yazıları
-
Metin MünirErkeğin kadını ezmesi 22.09.2021 Tüm Yazıları
-
Mehmet AcetSon anketler ne diyor? 9.09.2021 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZKONYA KATLİAMI VE GAZETECİLİK MESLEĞİ ÜZERİNE 2.08.2021 Tüm Yazıları
-
Yasin AKTAYTaliban’ın inancıyla ters olma arzusu 26.07.2021 Tüm Yazıları
-
Süleyman Seyfi Öğün2023’e doğru Türkiye 26.07.2021 Tüm Yazıları
-
Cem SANCARHanımefendi diyeceksiniz 28.06.2021 Tüm Yazıları
-
Yusuf KaplanFetih ruhu ve rüyası 28.06.2021 Tüm Yazıları
-
Ali AYDINİşsiz Kalan Antikorlar, Lanetli Pay ve Siyaset 17.06.2021 Tüm Yazıları
-
Ömer F. GergerlioğluMuhafazakârlar çürümeye niye sessiz? 8.06.2021 Tüm Yazıları
-
Mustafa ÖztürkNiyet ve akıbet 29.05.2021 Tüm Yazıları
-
Ayşe BöhürlerTarih büyük harflerle yazılmaz 28.05.2021 Tüm Yazıları
-
Gazi BAŞYURTBir zamanlar sayılamazdık parmak ile, şimdi eksiliyoruz birer birer… 25.05.2021 Tüm Yazıları
-
Yıldız ÖNENİsrail’in sonu gelmez işgalciliği 15.05.2021 Tüm Yazıları
-
Ömer Ahmet ÖZERENBİR 1 MAYIS Anekdotu… 10.05.2021 Tüm Yazıları
-
Osman CAN24 Nisan 1915: Kardeşimin Cenazesini Kaldıramadım Hala! 29.04.2021 Tüm Yazıları
-
Verda ÖZERBırak artık eski normali 28.04.2021 Tüm Yazıları
-
Yetvart DANZİKYAN24 Nisan’ı anmak 24.04.2021 Tüm Yazıları
-
Vedat BilginSistem değişti de ne oldu! 22.04.2021 Tüm Yazıları
-
Kurtuluş TAYİZPandemide Erdoğan'ı devirme planı çöktü 22.04.2021 Tüm Yazıları
-
Ali Saydam23 Nisan ‘Çocuklara Hürmet’ Günü 22.04.2021 Tüm Yazıları
-
Ali TarakçıZEVZEK'in asıl amacı Montrö değilmiş! 17.04.2021 Tüm Yazıları
-
Burak Bilgehan ÖzpekVesayet Nedir, Nasıl Kurulur, Niçin Çöker? 16.04.2021 Tüm Yazıları
-
Firuz TÜRKERDARBE GİRİŞİMİNE HAZIR OLMAK 4.04.2021 Tüm Yazıları
-
Yıldız RamazanoğluYeni metin ne söyleyecek? 25.03.2021 Tüm Yazıları
-
RAGIP DURAN'Bir tek kişinin otoritesi suçtur!' 22.03.2021 Tüm Yazıları
-
Sevilay YALMANMesele Gergerlioğlu meselesi değil! 19.03.2021 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKBACAKİZMİT KÖRFEZİ YAKIN, DENİZ BİZE ÇOK UZAK! 17.03.2021 Tüm Yazıları
-
Ural ATEŞERANADİL... 21.02.2021 Tüm Yazıları
-
Demir Küçükaydınİki Devrimci – Türeci ve Şahin 4.01.2021 Tüm Yazıları
-
Perihan MAĞDENHayaller: ETHOS, Gerçekler: BİR BAŞKADIR BENİM MEMLEKETİM 18.11.2020 Tüm Yazıları
-
Talat ULUSOY9 Eylül 1922, İzmir’in “KURTULUŞ” Günü’nde… 9.09.2020 Tüm Yazıları
-
Mahmut ÖVÜRAK Parti mi “İhvan’cı” siz mi operasyon çekiyorsunuz? 8.09.2020 Tüm Yazıları
-
Mustafa Yurtsever2010 YILI REFERANDUMU’NUN BİTMEYEN HİKAYESİ 29.08.2020 Tüm Yazıları
-
Hilâl KAPLANİstanbul Sözleşmesi yaşatır mı? 7.08.2020 Tüm Yazıları
-
Eşref ÇAKARKonca Yazışmaları... 5.08.2020 Tüm Yazıları
-
Zekeriya KurşunOsmanlı Kudüs’ü 4.06.2020 Tüm Yazıları
-
Ahmet ALTANÜmitliyim, çünkü… 26.05.2020 Tüm Yazıları
-
Kadri GÜRSELTürkiye’de darbe mi olacak gerçekten? 16.05.2020 Tüm Yazıları
-
Sinan ÇİFTYÜREKTürbülanstan mayın tarlasına dalış yapan AKP! 13.05.2020 Tüm Yazıları
-
Yaşar YAKIŞTürkiye’nin iktidar partisi yardımlaşmayı da tekeline almak istiyor 25.04.2020 Tüm Yazıları
-
Orhan PamukEski salgınlar ve bugün biz 24.04.2020 Tüm Yazıları
-
Bejan MATURÖlüm hangi boşluğu doldurur? 12.04.2020 Tüm Yazıları
-
Umut ÖZKIRIMLIKorona ve milliyetçilik 8.04.2020 Tüm Yazıları
-
Raffi Hermon Araks‘ARTSAX (Dağlık Karabağ) MESELESİ, NEDİR VE NE DEĞİLDİR? 1.04.2020 Tüm Yazıları
-
Serdar KAYAİslam, Bilim, Virüs, Kumaş 24.03.2020 Tüm Yazıları
-
Markar ESAYANKarantina günlerinde yalnızlık... 20.03.2020 Tüm Yazıları
-
Eyüphan KAYACorona Virüs bir musibettir 19.03.2020 Tüm Yazıları
-
Merve Şebnem OruçSürreel bir devrim: Gezi 23.02.2020 Tüm Yazıları
-
Metehan DemirMoskovanın samimiyet testi 23.02.2020 Tüm Yazıları
-
Tayfun AtayGoebbels korosu söylüyor: "Her şey mükemmel efendim!" 18.02.2020 Tüm Yazıları
-
Yalçın AKDOĞANBirilerini suçlama yarışı 8.02.2020 Tüm Yazıları
-
Hüseyin GÜLERCECHP, şimdi de İlker Başbuğu alet ediyor 8.02.2020 Tüm Yazıları
-
Ufuk COŞKUNCemevleri için Cumhurbaşkanı’na Çağrı! 20.01.2020 Tüm Yazıları
-
Yalçın ERGÜNDOĞANGökdelen hançeri tam İzmir’in kalbine saplanıyordu ki… 16.12.2019 Tüm Yazıları
-
Nihat Ali ÖzcanOrtadoğu’nun karmakarışık halleri 22.10.2019 Tüm Yazıları
-
İbrahim TenekeciDün ve bugün 11.09.2019 Tüm Yazıları
-
Haşmet BABAOĞLUİçerisini iyi anlamak için dışarıya bak! 9.09.2019 Tüm Yazıları
-
Esat KORKMAZYOLDAŞIM YAVUZ ÇANAK 29.08.2019 Tüm Yazıları
-
Ali KİREMİTCİDÜNYADA VE TÜRKİYE’DE SİYASET YENİDEN ŞEKİLLENİYOR 13.07.2019 Tüm Yazıları
-
Tayfun TURANAYILANA GAZOZ, BAYILANA LİMON. 11.07.2019 Tüm Yazıları
-
Mustafa DAĞCIÖTEKİLEŞTİRMENİN ÖTESİ= DÜŞMANLAŞTIRMAK 3.07.2019 Tüm Yazıları
-
Gürkan-Zengin23 Haziran seçimleri: Bir vak’ayi hayriyye 25.06.2019 Tüm Yazıları
-
Celal DENİZIRKÇILIĞIN TEDAVİSİ VAR MIDIR? 9.06.2019 Tüm Yazıları
-
Serdar ESEN"Herşey Çok Güzel Olacak" mı? 9.06.2019 Tüm Yazıları
-
Ahmet AY14 Mayıs güzellemelerinin anlamı 15.05.2019 Tüm Yazıları
-
Salih TunaZincir sesleri 23.04.2019 Tüm Yazıları
-
Beril DEDEOĞLUİflas eden tüccar, eski defterleri karıştırırmış 27.02.2019 Tüm Yazıları
-
İbrahim TığlıBu ne iki yüzlülük!... 26.02.2019 Tüm Yazıları
-
Nermin ALPAYİNSAN VE EKONOMİK DEĞERİ 8.02.2019 Tüm Yazıları
-
Ümit FıratBir mahalli seçim hatırası 15.01.2019 Tüm Yazıları
-
Murat AKSOYUnutmayalım yerel seçime gidiyoruz 11.01.2019 Tüm Yazıları
-
Ekin GÜNBİR… İKİ… İZMİR MARŞIYLA KOŞ! 4.01.2019 Tüm Yazıları
-
Ahmet SeverTürkiye bu kadar tehdit ve hakaret eden bir Cumhurbaşkanı görmedi 18.12.2018 Tüm Yazıları
-
İbrahim SEDİYANİKirletme 15.12.2018 Tüm Yazıları
-
Nadi ÖZTÜFEKÇİUlusal mı Ulusalcılık mı? 15.12.2018 Tüm Yazıları
-
M.Şükrü HANİOĞLUDünya “biz”i parçalamak için mi savaştı? 26.11.2018 Tüm Yazıları
-
Cemil ERTEMEkonominin geleceğini simgeler anlatır! 31.10.2018 Tüm Yazıları
-
Amberin ZAMANCemal Kaşıkçı ve Türkiye’nin itibarı 10.10.2018 Tüm Yazıları
-
Mete YararCastle International 28.09.2018 Tüm Yazıları
-
Mehmet CANFilistin ulusal sorunu-II 25.09.2018 Tüm Yazıları
-
Leyla İPEKCİAile içi eğitimin maneviyatı (1) 18.09.2018 Tüm Yazıları
-
Ümit KurtTarihçi Kieser: Modern Türkiye'nin eş kurucusu Talat Paşa 17.09.2018 Tüm Yazıları
-
Güngör UrasABD’DE BORÇ KRİZİ 10.08.2018 Tüm Yazıları
-
Serpil Çevikcan24 Haziran sonrasındaki şema 30.05.2018 Tüm Yazıları
-
Hüseyin ÇAKIRVaatlerinizi sözleşme olarak imzalayın… 27.05.2018 Tüm Yazıları
-
Kürşat BUMİNLGS Türkçe: Çocuklarla dalga mı geçiyorsunuz? 7.02.2018 Tüm Yazıları
-
Aslı AydıntaşbaşYaklaşan facia 6.02.2018 Tüm Yazıları
-
Özgür MumcuTutuklu yargı 6.02.2018 Tüm Yazıları
-
Yusuf Ziya DÖGERTürkiye Seçimlerinin Kilidi Kürdler 6.02.2018 Tüm Yazıları
-
Güldalı COŞKUNSeçim kritiği desem de…. 1.02.2018 Tüm Yazıları
-
Arife KÖSEHawaii’den sonra nükleer savaş tehdidini yeniden düşünmek 1.02.2018 Tüm Yazıları
-
Ergün Diler23 gizli toplantı. 8.01.2018 Tüm Yazıları
-
Ceren KENARMusul sonrası DEAŞ 14.07.2017 Tüm Yazıları
-
Okay GÖNENSİNSertleşme mi normalleşme mi? 11.07.2017 Tüm Yazıları
-
İhsan ELİAÇIKDini çoğulculuk gereği kadından imam olabilir 23.06.2017 Tüm Yazıları
-
Adil GÜRHay Allah yine çenemi tutamadım! 16.04.2017 Tüm Yazıları
-
Hüseyin SARIBAŞHAYIR, YETER ARTIK! 18.02.2017 Tüm Yazıları
-
Mustafa ARMAGANÇankaya’nın karakutusu Latife Hanım mı? 7.02.2017 Tüm Yazıları
-
İlhan ÇETİNFiliz 22 gündür hayata tutunmaya çalışıyor... 7.02.2017 Tüm Yazıları
-
Süleyman YAŞARVatandaşın dövizini devlete dört katı faizle satıyorlar 26.07.2016 Tüm Yazıları
-
A.Turan ALKAN40 $, hem de ‘döge döge’ 15.07.2016 Tüm Yazıları
-
İhsan YILMAZÜmmetin ortak dili: İngilizce 13.07.2016 Tüm Yazıları
-
Bülent KORUCUÖzel haber bayramı 11.07.2016 Tüm Yazıları
-
Gökhan ÖZGÜNBen HDP’ye oy veriyorum… 28.06.2016 Tüm Yazıları
-
Orhan MİROĞLUYazmaya kısa bir mola veriyorum 17.04.2016 Tüm Yazıları
-
Cemil KOÇAKVe Türkiye ‘hayır’ diyor! 16.04.2016 Tüm Yazıları
-
Sema İZOLCennette de hendek var mı anne? 15.02.2016 Tüm Yazıları
-
Lale KEMALMİT-Mossad kırılganlığı, Rusya ile IŞİD gerilimi 9.02.2016 Tüm Yazıları
-
Birgül HAKANAli Demirsoy 9.02.2016 Tüm Yazıları
-
Sanem ALTANAcılar usta, bizler çırağız.. 6.02.2016 Tüm Yazıları
-
Hadi ULUENGİNOtoriterlik yükselirken 4.02.2016 Tüm Yazıları
-
Demiray ORAL‘Serbest kötülük ortamı’nı icat ettik / Hep birlikte - Tev bi hev re* 2.02.2016 Tüm Yazıları
-
Enver SEZGİNEkrem Sezgin 1.02.2016 Tüm Yazıları
-
Mehmet BARANSUYasadışı dinleme suç değilmiş! 1.02.2016 Tüm Yazıları
-
Gülay GÖKTÜRKAYM’den AİHM’e cevap 12.01.2016 Tüm Yazıları
-
Yasemin YILDIRIMSayın Kılıçdaroğlu elinizi yükseltin ve “Demirtaş 15 Temmuz gecesi neredeydi?” diye sorun 5.01.2016 Tüm Yazıları
-
Ayhan BİLGENYalanın gücü tükenir, onur kavgası tükenmez 30.12.2015 Tüm Yazıları
-
Zeliha AKPINARNefretiniz elektriğe dönüştürülebilseydi bütün dünyayı aydınlatırdı 29.12.2015 Tüm Yazıları
-
Abdülkadir Küçükbayrak“Analar ağlamasın”dan “Analarını ağlatacağız”a nasıl gelindi! 28.12.2015 Tüm Yazıları
-
Umur COŞKUNSöz Geçmez, Top Mermisi İşlemez 28.12.2015 Tüm Yazıları
-
Ekrem DUMANLIGeç kaldın ey Müslüman 17.11.2015 Tüm Yazıları
-
Semra POLATFransa'nın mülteci ayarlı bombaları 14.11.2015 Tüm Yazıları
-
Ferdan ERGUTHDP içi bir PKK eleştirisi mümkün müdür? 12.11.2015 Tüm Yazıları
-
Nejat ERDİMIŞİD,KÜRTLER VE KAPIMIZDAKİ TEHLİKE! 22.07.2015 Tüm Yazıları
-
Mazlum ÇETİNKAYAEşitlik yoksa kardeşlik de yok! 26.06.2015 Tüm Yazıları
-
Hakan DEMİRCANKoalisyon hava durumu 3 21.06.2015 Tüm Yazıları
-
Tuncay TOPCamide propaganda ve ucuz taşra siyasetçiliği 27.05.2015 Tüm Yazıları
-
Mithat SANCARİnkarın bedeli 30.04.2015 Tüm Yazıları
-
Bülent KARATAŞBirol Başören 28.03.2015 Tüm Yazıları
-
Hasan ÖZTÜRKİLMİK İLMİK 26.02.2015 Tüm Yazıları
-
Kelemet Çiğdem TÜRKMUNZUR’UN ŞİFASI 6.02.2015 Tüm Yazıları
-
Gürbüz Çimen2 Dil 1 Bavul 2.02.2015 Tüm Yazıları
-
Kerem ALTANHayaller duşakabin 20.01.2015 Tüm Yazıları
-
Mehmet YILDIZEnseyi karartmamalı ama nasıl? 8.01.2015 Tüm Yazıları
-
Eylem YILMAZDemokratı az olan toplumlar az demokrasi ile yönetilirler! 3.01.2015 Tüm Yazıları
-
Muhteşem ÖZDAMARHDP'yi BEKLEYEN TEHLIKE 29.12.2014 Tüm Yazıları
-
Mehmet DOĞANHADİ KALK 7.08.2014 Tüm Yazıları
-
Haydar TOPAYSevgili Yoldaşımız, ağabeyimiz Burhanettin Çetinkaya... 13.07.2014 Tüm Yazıları
-
Erdal TALUPolitikada Yeni Paradigmanın Doğuşu 7.06.2014 Tüm Yazıları
-
Mehmet KIRARSLANHalklar nasıl karar verir? 20.04.2014 Tüm Yazıları
-
Yasemin ÇONGARKiev’den notlar: Avrupalılaşmak ile güdülmek arasında… 4.02.2014 Tüm Yazıları
-
Zülfikar ÖZDOĞANTarih, Tarih Olalı... 2.01.2014 Tüm Yazıları
-
Neşe DüzelHata ve devlet gazetecileri 11.12.2013 Tüm Yazıları
-
Selçuk UZUN1915/16´da Erzurum Vilayeti Valisi Tahsin Uzer (1) 25.07.2013 Tüm Yazıları
-
Dr.Sivilay GENÇSibirya ablası 2.05.2013 Tüm Yazıları
-
Nihat TAŞTANBU GÜNÜN MÜŞRİKLERİ MEKKE MÜŞRİKLERİNİ ARATMIYOR 16.03.2013 Tüm Yazıları
-
Nabi YAĞCI-Taraf YazılarıBelirsizlikler zamanı ve ütopya zamanı 21.10.2012 Tüm Yazıları
-
Orhan MİROĞLU-Taraf yazılarıESAT’IN YENİ HAMLESİ.. 8.10.2012 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜR-Taraf yazıları1922’de Güzelim İzmir’e Kimler Kıydı? 9.09.2012 Tüm Yazıları
-
Cevdet AŞKINŞiddetli çatışma dönemi başladı 22.05.2012 Tüm Yazıları
Müfit Günal
Mehmet hoca, yıllardır bu ülkede hiçbir şey düzgün gitmemiş, bundan sonra da gideceği yok,düzgünlerin de bu düzen de yeri yok.