Yıldıray OĞUR
Geçen hafta Cumhurbaşkanı pandemi yasaklarının kaldırılacağı tarihi açıklarken, yeni bir yasağı ilan etti:
“Müzik yasağını saat 00:00'a çekiyoruz; kusura bakmasınlar, gece kimsenin kimseyi rahatsız etmeye hakkı yok.”
Pandemi ile müzik arasında, enflasyonla faiz arasındaki kadar bile bir ilişki olmadığı açık.
Türkiye’de mevcut uygulamada zaten saat sınırı, desibel limiti, kapalı-açık mekan ayrımı gibi pek çok teknik tedbir, şikayet etme hakkı gibi çalışan mekanizmalar varken, ferman edilmiş ve muhtemelen bürokrasinin de nasıl uygulanacağını bilemediği yasak haklı tepkiler çekti, hayat tarzına müdahale için pandemiyi fırsata çevirmek olarak görüldü.
Bu tepkiler sırasında sosyal medyada bir fotoğraf viral haline geldi.
Rumeli Hisarı’ndaki amfitiyatronun sahnesine 2015’de yapılan caminin fotoğrafı...

Fotoğraf eşliğinde “İşte bu dönemin simgesi bu fotoğraf”, “Bu dönemin kitabı yazılınca kapağına bu fotoğrafı koymalı”, “IŞİD zihniyeti”, “Güzel olan her şeye karşısınız”, “Zevksizlik”, “Tarihi mirasa saygısızlık” gibi büyük laflar edildi.
Yorumlardan anlaşıldığına göre tepki gösterenlerin bir kısmı Rumeli Hisarı’nın adı Rumeli olduğu Bizans’tan kaldığını, amfitiyatronun Aspendos gibi antik bir amfitiyatro olduğunu, caminin tarihi eserin ortasına inat için dikildiğini düşünüyor.
Daha geniş bir kesim için ise amfitiyatro, meşhur Rumeli Hisarı Konserleri’nin mekanıydı, yani eski Türkiye’nin eğlenceli günlerinin sembolüydü. Eğlenceye karşı olan İslamcı AK Parti iktidarı, bu konserleri bitirmek için camiyi sahnenin ortasına dikivermişti.
Fotoğrafın tuhaf olduğu doğru. Türkiye’deki kimlik savaşlarının sembollerinden biri olduğu da...
Ama bu kadar mı?
Bu fotoğrafa baktığımızda sadece bugünleri anlatan bir sembol mü, yoksa daha geniş bir zaman dilimini anlatan bir sembol mü görüyoruz?
Kim önce o sahneye geldi? Kim kimi yerinden etti?
Cami mi amfitiyatroyu, amfitiyatro mu camiyi?
Gelin bugünkü iktidarın otoriterliği, rövanşizmden duyduğu ve artık saklamadığı haz yüzünden bu soruları geçiştirmeyip esas meseleye doğru bir yolculuk yapalım.
Bunun için 569 yıl önceye gitmemiz lazım.
İstanbul’un fethinden bir yıl önceye.
Sultan 2. Mehmet, tahta çıktıktan 14 ay sonra 1452'de o sırada Osmanlı toprakları içinde bile olmayan dedesi Yıldırım Beyazıt'ın inşa ettiği Anadolu Hisarı'nın karşısına Bizans'a meydan okurcasına Rumelihisarı'nı inşa ettirdi.
Bu Bizans’a büyük bir meydan okumaydı.
Hisarı 4.5 ayda inşa eden Mimar Muslihiddin Ağa'ya Hacı Bayram Veli'nin halifelerinden Bektaşi Dergahı’nın şeyhi Seyyid Mahmud Bedrettin ve talebeleriyle birlikte Ermeni duvar ustalarının yardım ettiği söylenir.
2. Mehmet ordusuyla İstanbul'u almak için geri döndüğünde, karargâhını Rumelihisarı'nda kurdu.
Hisarın ortasına bir tane de küçük cami inşa ettirdi.
10 metreye 10 metre büyüklüğündeki bu küçük cami Boğazkesen Mescidi ya da Ebu'l-Feth Camii olarak bilinir.
Fetihten önce Sultan Mehmet, Çandarlı Halil, Zağnos, Saruca Paşa, Baltaoğlu Süleyman Paşa Ulubatlı Hasan, Akşemseddin, Molla Gürani, Molla Vefa, Akbıyık, Karyağdı Baba, Şeyh Zeyrek başta olmak üzere ulema ve askerler bu camide son namazlarını kılmış, adı nedense şimdilerde Doğatepe'ye dönen Duatepe'de fetih duası edilmişti.
Yani karşımızda İstanbul’a Osmanlıların yaptığı ilk cami var.
Hatta İstanbul’daki ilk camii.
(Arap Camii zannedildiği gibi fetihten önce Bizans’ın Araplar için yapılmasına izin verdiği bir camii değildi, fetihten sonra kiliseden camiye çevrilmişti)
Belki daha sonra yapılan görkemli camiler gibi büyük bir mimari eser değildi, hatta tam olarak biçimi bile belirsizdi
Ama 569 yıldır İstanbul’daydı. Rumeli Hisarı’nın tarihinin bir parçasıydı ve İstanbul’un fethini görmüştü.
Ama daha sonra başına gelmeyen kalmadı.
Rumelihisarı, 1509'da “kıyamet-i suğra” olarak bilinen deprem, 1746 yangını, yine 1773 ve 1794’de depremlerden büyük zarar gördü, bu sırada camii de yapımı sırasında eğime karşı düz bir alan oluşturmak için altına yapılan sarnıca doğru çöktü.
1830’da kulelerindeki külahlar bile çalınan Rumeli Hisarı, depremlerde o kadar büyük zararlar görmüştü ki İkinci Mahmut döneminde tamamen yıkılması bile düşünüldü.
Ama yıkılmadı, tamir edildi.
1851 tarihli bir Osmanlı Arşivi belgesine göre onarılanlar arasında camii de vardı. Yine 1856 tarihli bir arşiv belgesine göre camiye kürsü şeyhi ataması yapılmıştı.
(Kaynak: Hisarlar ve Mahalleri- Süleyman Faruk Göncüoğlu-Turing)
Yani cami o tarihlerde ibadete açıktı.
1890'larda savaş yenilgileri sonucunda Balkanlardan ve Kafkaslardan İstanbul'da artan göçle hisarın içinde bir mahalle kuruldu.
1918'de Bahriye Nazırı Cemal Paşa, hisarı bir deniz müzesinde çevirmek için İsveçli bir mimarla anlaştı. Ama savaş kaybedilince o proje de durdu.
Hisar içindeki cami, 300 evin bulunduğu mahalle tarafından kullanıldı uzun yıllar.
1935 yılına ait bir fotoğraf karesinde minaresi ile birlikte camii görünüyor.
Fotoğraf: Mehmet Dilbaz’ın arşivinden
1930'lar boyunca hisarın perişan hali üzerine yazılar yazıldı. Rumeli Hisarı İstanbul’un en yoksul ve perişan haldeki mahallesi, bir nevi ilk gecekondu mahallesiydi.
Rumelihisarı'nı toparlama işine girişen ise 1951'de Cumhurbaşkanı Celal Bayar oldu.

Fethin 500. yıldönümü yaklaşmaktaydı.
1953 yılında hisarın içindeki mahalle kamulaştırılıp, yıkıldı. O yıllarda tarihî eserlerin yıkımlarını durdurmak için koşturan mimar Turgut Cansever'e göre o yıkım sırasında İstanbul'un ilk camisinden kalan kalıntılar da ortadan kayboldu.
1952 yılında camiden geriye sadece bir minare kalmıştı

Rumelihisarı'nın üç kulesinin restorasyonu 1955, 1956, 1957 yıllarında üç kadın mimar tarafından yapıldı; Cahide Tamer, Selma Emler; Mualla Eyüboğlu.

Cahide Tamer, Rumeli Hisarı’nda
Restorasyon haberi Paris’te yaşayan bir profesörü ise hem sevindirmiş hem de endişelendirmişti.

Prof. Dr. Albert Gabriel
Prof. Dr. Albert Gabriel, Collège de France'da Fransız Anadolu Araştırmaları Enstitüsü'nün müdürü, İstanbul Üniversitesi Sanat Tarihi Kürsüsü’nün başkanıydı.
30 yıl geçirdiği Türkiye'yi Edirne'den Van'a dolaşmış, 11 eser yazmış, İstanbul ve Bursa'nın o zamanlar bu kadar rahat dağıtılmayan fahri hemşerilik unvanlarını almıştı. İstanbul yalılarını dünya onun kitabıyla yakından tanımıştı. Bugün Amasya ve Tokat'ın mimari tarihi ona referans verilmeden yazılamaz. Bursa'daki mimari eserler üzerine yazılmış ilk akademik kitap, ilk derli toplu bilanço da ona ait olabilir.
Hatta bugün Diyarbakır surları ayaktaysa bu onun sayesindedir.
Çünkü 1930'larda salgın hastalıkların arttığı Diyarbakır'da şehrin aklı evvel valisi Hasan Faiz Ergun, salgın hastalıkların sebebi olarak şehirde hava devir daimini engelleyen surları bulmuş, surlar birkaç yerden dinamitlerle yıkılıp, şehre hava kanalları açılmıştı.
O yıllarda surların yıkılması halkı kızdırmış, itiraz edenler yargılanmıştı. 1932 yılında CHP müfettişi İbrahim Tali'den aldığı izinle şehre gelen Albert Gabriel, yıkıma karşı Ankara'da tanıdıklarına raporlar yazdı. Bu yüzden valiyi kızdırdı, bir rivayete göre ajan iddiasıyla tutuklandı, çektiği fotoğraflara el kondu. Ama yıkımı durdurdu.
Albert Gabriel, Diyarbakır Surları’nı incelerken...
Diyarbakır surlarını kurtarmakla kalmadı, onları dünyaya tanıtan ilk akademik çalışmaları o yaptı. Herhalde oradan Hasankeyf'e geçmiş olacak. Çünkü Hasankeyf'in en eski fotoğrafları da ona ait.
Prof. Gabriel’in hayranı olduğu surlardan biri de Rumeli Hisarı’ydı.
1930'larda Rumelihisarı'nın fotoğraflarını çekip, resimlerini yapmıştı.

1956 yılında emekli olup Türkiye'den törenle ayrılırken aklı Rumeli Hisarı’nda restorasyonda kalmıştı.
Türkiye'den gittikten bir ay sonra Cumhuriyet gazetesine Rumelihisarı restorasyonu hakkında fikirlerini anlatan bir mektup gönderdi.
Restorasyonu yapan üç kadın mimardan Cahide Tamer'e tebriklerini ilettiği mektubun bir yerinde önerilerini sıralarken şöyle dedi
"Bana kalırsa minaresinin bir kısmı henüz ayakta duran camii ihya etmek doğru olur."
Ama Prof. Gabriel’in önerisi dinlenmedi.
1957’de Suriçi'nin bahçe düzenlemesi için yarışma açıldı.
Yarışma jürisinde Sedad Hakkı Eldem, Topkapı Sarayı Müzesi Müdürü Haluk Şehsuvaroğlu ile birlikte yedi kişi vardı. Heyet restorasyon esasları için yedi madde belirlemişti. Maddelerden biri şöyleydi:
"Hisariçi Camii harabesinin duvarları ve temelleri meydana çıkarılacak ve minaresi haliyle tamir edilecektir. Yanındaki sarnıç tamir ve ıslah edilecektir."
Yarışmayı Doğan Tekeli'nin projesi kazandı. İkinciliği Turgut Cansever'in projesi aldı.
Sonra olan biteni 2003 yılında Aksiyon dergisine konuşan mimar Doğan Tekeli'den öğrenelim:
"Bayar, buraya bir minare projesi istemiş. Bu minareyi yaptırın demiş. Caminin minaresini restore edin demiş. Haluk Bey (Topkapı Müzesi Müdürü Haluk Şehsuvaroğlu) Bayar'ın bu isteğini bize söyledi. Biz buna şiddetle itiraz ettik. Bu caminin aslı belli değil. Hiçbir yerde bir görüntüsü yok. Minarenin önceki halinin de nasıl olduğu belli değil. Şimdi buraya uydurma bir minare yaparsak, camisi de yok, yarınki nesiller bizi suçlar dedik. Haluk Bey, cesaret edip bunu Bayar'a söyleyemedi. Bursa üslubunda bir minare ısmarlamışlar. Biz yine itiraz ettik. Bayar bir gün yine Hisar'ı ziyarete geldiğinde Haluk Şehsuvaroğlu, "Mimarların bir maruzatı var size" diyerek olaydan sıyrılmış. Bayar, 'Buyrun' deyince Tekeli, 'Efendim böyle böyle emretmişsiniz. Bu bir tarihî yanlış olur. Müsaade ederseniz bu böyle kalsın, çok da yakışacaktır buraya' demiş. Bunun üzerine Bayar da 'Mimarların dediği gibi olsun' demiş ve böyle kalmış."
Doğan Tekeli, 2015 yılında caminin yapılmasından sonra bir yazı daha yazarak o günlerde yapılan restorasyonda yapılanları anlattı:
“Rumelihisarı ile birlikte inşa edildiği tahmin edilen Kaleiçi Camisi'nin, 1884 yılında; “Büyük felaket” diye adlandırılan depremde yıkıldığı biliniyor. Zaten Albert Gabriel'in, 1890-1900 yılları arasında hazırladığı Rumelihisarı restitüsyonu çizimlerinde de caminin, sadece temelleri görülüyordu. 1957'de Rumelihisarı'nın, bir askerî açık hava müzesi ve park olarak düzenlenmesi kararlaştırılmış ve bir proje yarışması açılmıştı. Yarışma jürisinde; başta Sedad Hakkı Eldem olmak üzere 7 uzman yer alıyordu. Yarışma programında; yeni yaya yolları, mehter gösterileri için bir gösteri alanı ve manzara terasları tasarlanması isteniyordu. Programda camiden söz edilmiyordu. Biz de yarışmaya hazırlanırken gezdiğimiz Hisar'da, caminin yıkık minaresinden başka bir izine rastlamamıştık. Temelini sağlamlaştırdık. Yarışma jürisi, projemizi, 6/1 oy çokluğuyla birincilik ödülüne layık gördü. Hisar'ın bağlı bulunduğu Topkapı Sarayı Müzesi Müdürlüğü, uygulama projelerinin yapımı ve inşaatın kontrolü işini de büromuza verdi. Biz de Topkapı Sarayı uzmanları ve tarihçilerle işbirliği içinde görevimizi tamamladık. 1958 yılında Hisar, bu yeni işleviyle hizmete açıldı. İnşaat sırasında, alan temizlenirken ortalarda, eski bir sarnıcın duvarları ile en altta, cami temelleri ortaya çıktı. Temelleri, dar ve gevşek yapılı göründüğü için caminin, bazı boğaz camileri gibi ahşap yapılı olabileceğini düşündük. Temelleri olduğu haliyle sağlamlaştırarak bıraktık.”
Proje bittiğinde artık caminin bulunduğu yerde bir sahne, karşısında ise seyir tribünleri vardı. Sahnenin hemen yanında da yıkık minare...
Ama mimar Doğan Tekeli’nin yaptığı bir amfitiyatro değildi.
1958’de proje bittiğinde basit seyir terasları ve bir sahne vardı, bu alan daha sonra amfitiyatroya çevrildi
Yılda bir kaç yapılacak mehter gösterileri için bir gösteri alanı ve bu kısa gösterileri izlemek için ayakta durulacak manzara teraslarıydı.
Orijinal restorasyon projesinde olmayan amfitiyatro, restorasyonu yaptıran Demokrat Parti iktidarını deviren 27 Mayıs darbesinden sonra alana eklendi.
Rumeli Hisarı’nın restore eden üç kadın mimardan biri olan Cahide Tamer'in restorasyonu anlattığı kitabından okuyalım:
"Rumeli Hisarı restorasyonu tamamlandıktan bir süre sonra, 1961 ilkbaharında Müzeler Genel Müdürlüğü teşkilatından bana özel bir görev verildi. Büyük Sanatkâr Ertuğrul Muhsin Rumeli Hisarı'nda bir açık hava tiyatrosu yapmak istiyormuş... Sayın Muhsin Ertuğrul ile Rumeli Hisarı'nda buluştuk. Tiyatro yeri ve sahnesi konusunda karara vardık..."

Yaptığı eserin bu şekilde deforme edilmesi Doğan Tekeli’yi de rahatsız etmişti:
“Biz uygulamamızla Demokrat Parti iktidarının başarıyla gerçekleştirdiği restorasyondan sonra bu tarihi mekân için amaçladığı kullanış biçimini, mimarlık ve yeniden kullanım kuralları içinde gerçekleştirmeye çalışmıştık. Açıldığı yıllarda bu çalışmamızın kamuoyunda büyük beğeni kazandığı, o zamanın gazete koleksiyonlarında görülebilir. Hisar'ın, bu yeni yaşamındaki gösteri alanı, ilk yıllarda amacı doğrultusunda sadece mehter gösterileri ve halk oyunları için hizmet veriyordu. Birkaç yıl sonra, büyük tiyatrocu Muhsin Ertuğrul, Hisar'ın bu yeni atmosferini beğenerek burada klasik tiyatro eserlerinin sahnelenebileceğini düşünmüş; “Hamlet” ve “Kral Lear” gibi eserleri başarıyla sergilemişti. Ancak; bizim on, on beş dakikalık ve ayakta izlenecek gösteriler için tasarladığımız ve Rumelihisarı iç mekânına daha uygun olduğunu düşündüğümüz serbest düzenli kademeler, Muhsin Ertuğrul'un talebiyle ve bize danışılmaksızın, rahat oturulur amfi basamaklarına dönüştürülmüştü. Sonraki yıllarda tiyatroya ilgi azalır gibi olunca gösteri alanı, yapılış amacının dışında, aşırı yüksek sesle icra edilen popüler sanatın emrine verildi. Bence asıl yanlış olan buydu. Ve üç yıl önce isabetli bir kararla, bu gösteriler durduruldu.”
Rumeli Hisarı projesine sonradan eklenen amfitiyatronun İstanbul kültür ve eğlence hayatının en gözde yaz eğlencesinin mekanı haline gelmesi ise 1989 yılında başlayan Rumeli Hisarı Konserleri ile oldu.
Yıllarca Rumeli Hisarı konserlerinde, yerli ve yabancı şarkıcılara sahnede orkestraları, dansçıları dışında bir de yıkık bir minare eşlik etti.

O konserlere ait her fotoğraf karesinde bir kenarda duran o minare görülebilir.
Muhteşem Boğaz manzarası eşliğinde yaşanan yaz eğlencelerinde kimse o minarenin sahnede ne işi olduğunu merak etmedi, arşivlerdeki haberlere göre onun bir baca olduğunu düşünenler de vardı.
2009 yılında bir vakfın başvurusu üzerine İstanbul Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Bölge Kurulu’nun haftada bir en fazla 1000 kişilik konserlere verdiği izin İstanbul İdare Mahkemesi tarafından iptal edildi. Mahkeme; “Rumeli Hisarı’ndaki faaliyetlerin müze olarak vasıflandırılan bu yer açısından uygun olmadığını, söz konusu faaliyetler (konser ve tiyatro oyunu) sonucu ortaya çıkacak etkilerin sarnıca zarar verebileceği, bu durumun da tarihi ve kültürel olarak önem arz eden yapı açısından olumsuzluklar doğuracağını” gerekçe olarak sundu.
Rumeli Hisarı’nda bir daha konser yapılmadı.
2015 yılında Boğazkesen ya da Fetih Camii yeniden yapıldı.
Neye göre yapıldığı muamma.
Eldeki tek veriler, "Camiyi ihya etmelisiniz" diyen Albert Gabriel’in vefat ettiği 1973’den 2006’ya kadar kapısı açılmayan evinde bulundu.
Gabriel'in Bar-sur-Aube'daki evini yaşayan bir vârisi olmadığı için 2006’da belediyeden izin alarak açtıran bir Fransız küratör evde binlerce fotoğraf, resim buldu.
Fotoğraflar arasında Rumelihisarı'nınkiler de vardı. 500 yıllık mescidin yıkık minaresinin de göründüğü...


24.00’den sonra müziğin yasaklanmasıyla bugün çok mutlu olacak insanlar herhalde Rumeli Hisarı’ndaki bu küçük camiyi anca doldurur.
Şehirleşen muhafazakarları da artık heyecanlandırmayan hatta ne gerek vardı hissine neden olan hayat tarzı mühendislikleri bunlar.
Ama o hayat tarzı mühendisliklerin sembolü o camii değil.
Eğer o camii bir şeyin sembolü olacaksa ancak bütün zamanların hayat tarzı mühendisliklerinin, demokratik olmayan karar alma süreçlerinin, birlikte yaşama sanatından bihabersizliğin bir sembolü olabilir.
Ne güzel insanlar orada konser izleyip eğleniyordu gibi bir miktar hedonist itirazlarla ne kültürel miras korunabilir ne de birlikte yaşamanın incelikleri kavranabilir.
Bu tek taraflı duyarlılıkların, empati yoksunluğunun siyasi sonuçlarını da hala yaşıyoruz.
Değişmeyen oy kütlelerinin arkasında irrasyonel, bağnaz insanlar değil, işte böyle tarihsel tortular var.
Bugünün acil meseleleri, otoriter politikaları dünün mazide kalmış otoriter politikalarının konuşulmasını engellememeli. Çünkü onu konuşmadıkça bugünün acil meseleleri ve otoriter politikalarından kurtulmak kolay gözükmüyor.
Belki zahmet edip herkesten önce bütün Anadolu’yu dolaşıp, kültürel mirasımızı hepimizden önce arşivlemiş Fransız arkeoloğu dinlemeliydik...
Yazarlar
-
Gökhan BACIKErken Cumhuriyet dönemi eleştirileri: Revizyonizm mi, Türk usülü “woke” mu? 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ocaktan2026’da deliler çağına karşı bir umut ışığı yanar mı? 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA2026’ya Girerken; Barış, Demokratik Toplum ve Enternasyonal Özgürlük Yürüyüşü... 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİVicdansız senenin kelimesi dijital vicdanmış 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünGemini’ye göre 2026’da Türkiye… 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolKara bir yıl 2025 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURHavf ve reca arasında yeni bir yıla... 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEBölücüler ve Ülkücüler 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciOkudukça yoksullaşan bir ülkeyiz 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞBarış Akademisyenleri'nin göreve iadesine istinaf engeli: Daire, Danıştay kararına direndi 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORU2026: Beklentiler, beklentiler… 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZTürkiye’ye özgü sürecin muhasebesi 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNAfrika Boynuzu’ndaki oyun: İsrail kime şah çekti? 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENNasıl anılmak isterdiniz? 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUÇözüm için mücadele demokrasi için mücadeledir 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞUlus devlet, milli egemenlik, çevre, insan hakları, uyuşturucu ve Venezuela 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇER23 yılın en kötüsü 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBir fotoğraf karesinden çok daha ötesi... 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçLeyla Zana ve Gözde Şeker ne yaptı? 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRUyuşturucu dosyasındaki sürpriz isim! "Cumhurbaşkanımızın tensipleri ile…" 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞYENİ YILDA DA KURU EKMEK BİZİ BEKLİYOR… 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRTürkiye'de davaların portresine kısa bir bakış: Hâlâ en güçlü ortak talep neden adalet? 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİktidar medyası infilak etti 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENRaporların Gösterdiği 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa PAÇALRTÜK ve basın özgürlüğüne geçit yok… 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CAN2025 giderken 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRAN11. YARGI PAKETİ, YENİ ADALETSİZLİK VE EŞİTSİZLİKLER YARATTI 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUÜlke siyasetin neresinde, hangi evresinde? 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraYılın Kelimesi 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İlhanKararsızlığın Erdemi: Kesinliğin Gölgesinde Düşünmek 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTİslamcılık Öldü mü? 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuSuriye, güvenlik ve 15 milyon bağımlı… 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yetvart DANZİKYANLeyla Zana vakası bir gösterge. Ama neyin? 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTAN100 Bin Dolar Kazanan “Yeni Yoksul” Mu? 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalSovyetler ve Bookchin 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa Karaalioğlu‘Entegre strateji’ varsa, niye tek yönünü görüyoruz? 25.12.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanKomisyonda uzlaşma çıkmazsa süreç yine de ilerler mi? 24.12.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilGüvenlikten kimliğe, inkârdan yurttaşlığa 24.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİSekülerleşme sorunu veya Müslümanlar nasıl modernleşecek? 23.12.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEYüzdük yüzdük 22.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayPax Americana sonrası Almanya: Yeşil dönüşümden askeri Keynesçiliğe 21.12.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarThank you Ahmed 19.12.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasAK Parti hariç herkes CHP 19.12.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNKüfürbazlar ve ötesi 19.12.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselPara politikasında sınav zamanı 18.12.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakNüfusumuz dibe vururken! 18.12.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKEN"O Yıl", hangi yıl? 15.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞEntelektüel üretimin kaybı-Rejimin vesayeti-Siyasetin iflası 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin Sönmezİktidar politikası ters mi tepiyor, tersine mi işletiliyor? 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldız ÖNENGüney Amerika’da büyüyen gölge 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRBu durumda AİHM yetkilileri de Trump’tan yardım istesin… 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAKANBahis oynayan bakan kim?.. CASUS KİM?.. 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezOrta sınıf nereye gitti? 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇHakim sınıfın iki zümresi 11.12.2025 Tüm Yazıları
-
SİBEL HÜRTAŞCHP programı halka ne vadediyor? Nasıl bir parlamenter sistem? 9.12.2025 Tüm Yazıları
-
Selva DemiralpHissedilemeyen büyümenin anatomisi 9.12.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKİmralı için CHP’yi sıkıştırmaya gerek var mı? 5.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYTürkiye İçin Irak Peşmergeleri Sorun Olmuyor da Rojava neden Sorun! 4.12.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRPOLEMİK SENDROMDA 4.12.2025 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYOrta Doğu, Trump Amerika’sına Uyum Sağlıyor 3.12.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKEve siyaset için dönüş öncesi bir mıntıka temizliği gerek 1.12.2025 Tüm Yazıları
-
Zekeriya KurşunDağıstan Cumhuriyeti ve Ayna Gamzatova 1.12.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYŞu meşhur “İznik Konsili” 1.12.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMABD’de bir şeyler oluyor: Nick Fuentes 30.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaAK Parti çekingen 26.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerÇÖZÜM, BARIŞ VE KARDEŞLİK GETİRECEK Mİ? 23.11.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİCHP modernizmi ve faşizmi... 23.11.2025 Tüm Yazıları
-
Necati KURÇOCUK HAKLARI EVRENSEL BİLDİRGESİ 19.11.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNEmeğin Sosyolojisi ve Kapitalizmin Geleceği: Marx vs. Marx 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAİmamoğlu'na istenen 23 asırlık tarihi ceza: Roma İmparatorluğu kurulduğunda hapse girseydi hala ceza 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDEN"Arananlar" zulmü ne zaman son bulacak? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNYerel yönetimlerle işbirliği kültür politikası için hayati 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZÇÖZÜM SÜRECİ KOMİSYON VE EKMEN 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİKeşke… 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKemalizm mi daha ‘iyi’, (Yeni) İttihatçılık mı? (3) 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMAN‘Parlak gelecek’ ve sol gelecek... 12.10.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğluİnsanların devletlerle savaşı 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlnur ÇEVİKTrump’ın dünyasına hoşgeldiniz… 3.10.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunYazmak, ciddi bir iştir 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMTERÖRSÜZ TÜRKİYE’YE GEÇİŞ SÜRECİ! 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNÖcalan, Erdoğan’a “Seni yine başkan yaptırırız” sözü mü veriyor? 11.09.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANTürkiye’de ve Yunanistan’da Aleviler – Yeni Bir Tablo 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYPutin, Trump’ı parmağında oynatmaya devam ediyor 17.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARSorumluktan kaçmak umuttan kaçmaktır 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakKadife eldiven zamanı 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç ve Suriye denklemi 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları

































































































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
24.12.2025
23.12.2025
17.12.2025
15.12.2025
10.12.2025
9.12.2025
6.12.2025
3.12.2025
1.12.2025
24.11.2025