Sezin ÖNEY
Avrupa Birliği ve Türkiye'nin mülteciler konusundaki anlaşması bir "dönüm noktası" olarak niteleniyordu. Gerçekten de öyle oldu. 18 Mart'ta varılan anlaşma, 20 Mart'ta yürürlüğe girdikten iki gün sonra, Suriyeli mülteciler konusunda çalışan başlıca uluslararası kurumlar, anlaşmanın odak noktasında olan Yunan Adaları'ndaki çalışmalarını durdurma kararı aldı. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (UNHCR), Sınır Tanımayan Doktorlar (Medicins Sans Frontieres-MSF), Uluslararası Kurtarma Komitesi (International Rescue Committee-IRC) ve Norveç Mülteci Konseyi, Türkiye ve AB'nin anlaşmasının "hukuka aykırılığını", bu kararlarına gerekçe olarak gösterdi.
"Komisyon, Avrupa Birliği Kurumları ve diğer üye ülkeler ile beraber, UNHCR'ın da desteğiyle bir mekanizma oluşturulacak..."
Bahsi geçen mekanizma, Ege Denizi'nde yılda yaklaşık 1 milyon insanın geçiş yaptığı mülteci rotasının kapanmasını sağlayacak bürokratik yapının yaratılması anlamına geliyor. Yani, Yunanistan ve Türkiye'den mülteciler konusunda uzman bürokratların ve güvenlik görevlilerinin, "kriz noktası" olan, Yunan Adaları'nda beraberce çalıştıkları bir yapıyı beraberce oluşturacaklar; anlaşma bunu öngörüyor. Bu mekanizmayı oluşturan AB'nin kendisi ama uygulama, özellikle UNHCR'ın gözetimi altında Yunanistan ve Türkiye'nin üzerinde. "Bu anlaşma ile bir alakamız yok" gibi sert bir açıklamayla aradan çekilen UNHCR olmazsa, bu kurumun yerine denetim ve gözetim yapabilecek başka bir kuruluş da yok. Son kertede, yürütme sorumluluğu Yunanistan ve Türkiye’nin üzerinde olduğundan, anlaşmayı kotaran Avrupa Birliği liderleri, başarısızlığın adresi olarak bu iki ülkeyi gösterebilir.
Ancak, anlaşmanın çökmesi durumunda sorumluluğun kimin üzerine kalacağı ötesinde, en önemli nokta, bu anlaşmanın “hukukiliği”. Malum, Türkiye, yargı ile ilgili problemleri olan bir ülke. AB ile olan ilişkiler de, özellikle, Türkiye’nin yasaları ve yargı bağımsızlığı konusunda kendisini temize çekmesi konusunda önemli bir itici güç gibi görülüyordu. Öte yandan, AB’nin kendisi de klasik ulus-devlet modeli üzerindeki meşruiyetini, kurduğu yasal düzene, yani “hukukiliğine”, dayandığı kanuni norm ve ilkelerin “üstünlüğüne” dayandırıyordu.
Türkiye-AB anlaşmasının “hukuka uygunluğunun” tartışmalı olması ise, tarafların ilişkisinde, çok düşündürücü, kritik bir dönüm noktası.
Kendi İçinde Çelişen İfadeler
Anlaşmanın ilk maddesinin ilk cümlesi, “Yunan Adaları’na geçen tüm yeni düzensiz göçmenler, Türkiye’ye iade edilecektir” diyor. Bu cümlede, “düzensiz göçmenler” ifadesinin kullanılması, savaş koşullarından kaçan Suriyeli mültecilerle, “daha iyi yaşam şartlarına sahip olmak için göç ediyor” addedilen Afganistan, Irak, İran gibi ülkelerden gelenlerin ayrılması için belli ki... Buna karşılık, her kim için olursa olsun, “toplu bir iade” yapılması, Avrupa Temel Haklar Bildirgesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve AB’nin iltica konusundaki hukuki düzenlemelerine aykırı.
“Toplu sınırdışıların” (anlaşmada kullanılan kavram ‘mass expulsion’) gerçekleşmesi, tamamen AB ve uluslararası hukuka uygun biçimde gerçekleşecek deniliyor. Ayrıca, “toplu sınırdışıların”, “sınırdışı etmeme” (zulüm olan yere geri göndermeme-non-refoulement) prensibi ile çelişmeyeceği de ifade ediliyor. Hukukçu olmayanların bile, “olacak iş mi” diyecekleri bir düzenleme söz konusu açıkça görüldüğü gibi.
“Toplu sınırdışıların”, “geçici” ve “olağanüstü”, “istisnai” bir tedbir olacağı da vurgulanıyor. İronik biçimde, Carl Schmitt’in, “Egemen istisna haline karar verendir” felsefesine yaklaşmış bir AB çizgisi var karşımızda. Üstelik de, bu tedbirlerin, “insani eziyeti sona erdirmek ve kamu düzenini tesis için olduğu” (to end the human suffering and restore public order) da eklenmiş.
Bu birinci maddenin geri kalan kısmında ise, “Yunan Adaları’na gelen göçmenlerin kayıt altına alınacağı ve iltica başvurularının, Yunan makamlarınca değerlendirileceği; iltica başvurusunda bulunmayan veya iltica başvurusu kabul edilemez bulunanların da Türkiye’ye geri gönderileceği” ifade ediliyor. Maddenin geri kalanından, AB’nin iltica/sığınma prosedürlerinin esas alınacağı ve sürecin, UNHCR’ın gözetime tâbi olacağı anlaşılıyor. Tabii, bunun da pratikte münkün olabilmesi, UNHCR’ın çekilmesi nedeniyle mümkün değil.
Genel olarak bakıldığında, hem “tüm göçmenleri” geri gönderen, hem de “göndermeyen” bir düzenlemeyi öngörüyor anlaşma. Bu gibi çelişkilerin ötesinde bir de, Türkiye’deki insan haklarını ilgilendiren birçok önemli kısmı da var.
Eğer bir sığınma başvurusu “kabul edilemez” bulunursa, bunun AB hukuki düzenlemelerine (The EU Asylum Procedures Directive) göre iki sebebi olabilir: bir tanesi, Türkiye’nin “güvenli üçüncü ülke” kabul edilmesi, ikincisi ise, Türkiye’nin sığınma başvurusunun ilk yapıldığı ülke olması.
Türkiye’nin, “güvenli üçüncü ülke sayılabilmesi için bir kişinin ırkı, dini, ulusu, belli bir sosyal gruba ve politik düşünceye bağlı olması dolayısıyla yaşamı ve özgürlüğünün tehdit altında olmaması gerekir”.[1] Bu tanım, şu an Türkiye’de kendini, şu veya bu şekilde “farklı düştüğü” için tehdit altında hisseden herkes için düşündürücü elbette.
Türkiye’nin kendi insan hakları sicili, yaşayarak tecrübe ettiğimiz üzere, oldukça bunaltıcı ve can yakıcı bir çöküş içinde. Buna karşılık, Türkiye’nin “güvenli ülke” sayılması söz konusu. Yani, şu an Türkiye vatandaşları tarafından yapılan bir sığınma başvurusu “güvenli ülke” varsayımı ile reddedilebilir.
Zaten, Türkiye’nin “güvenli ülke” olarak kabul edilmesi söz kousu olmasa, AB ile anlaşmada, “vize serbestisi” kavramı dahi geçmezdi. Çünkü “vize serbestisinin”, “güvenli ülke” kabul edilmeyen bir ülkeye verilmesi mümkün değil.
Peki, “güvenli ülke” nedir?
AB’nin kendi tanımlamasına göre, Cenevre Konvansiyonu ve diğer AB düzenlemelerine göre “güvenli ülke” şunların olmadığı yer,
“[D]emokratik bir sistemin olduğu; genelde ve tutarlı biçimde,
Aslında, bu tanımı okuduktan sonra diyecek çok şey yok. Hukuki deyişle, ‘prima facie’, Türkiye ‘güvenli ülke’ olma kriterlerinin tek bir tanesini bile yerine getiren bir ülke değil.
Türkiye vatandaşlarının, karşı karşıya olduğu insan hakları ihlalleri oldukça ciddi boyutta; bir de, tabii, Türkiye’nin bir de, vatandaşı olmayanların durumu var…
Mesela, Lütfullah Tacik...
Lütfullah Tacik, Afganistan’dan Türkiye’ye kadar sığınmacı olarak geldikten hemen sonra, 2014’te Van’da öldürülüyor.
Tacik, daha bir çocuktu; 17 yaşında. Otopsi raporuna göre, Tacik, kan kanseriydi-akut lösemisi vardı yani. Ve sığınmacı olarak yakalandıktan sonra, bulunduğu Van Gölü Çocuk ve Gençlik Merkezi’nden alınıp polisler tarafından hastaneye götürülecekken, yolda esrarengiz biçimde ‘rahatsızlanıyor’. Rahatsızlanması da şu: otopsi raporuna göre, dayak yiyor. Bu esrarengiz ölüm, mülteciler ve sığınmacılar konusunda çalışan Uluslararası Af Örgütü (Amnesty International) gibi kurumların çabalarıyla, kapanıp bir köşeye atılacak adi bir vaka olmaktan son anda kurtuluyor. Eğer, bu gibi kurumlar, insan hakları alanında çalışan avukatlar olmasa, Tacik’in ölümü gibi konular yargıya bile taşınamayacak. Otopsi raporu, kasıtlı bir ölüme işaret ederken; Tacik’in cinayet zanlıları, ‘kaza geçirdiğini’ iddia edip, konunun kapanmasına çalışıyordu.
Tacik’in Kasım 2015’ten beri süren duruşmalarında, bir ‘cezasızlık’ köşe kapmacası oynanıyor. Yani, davanın kapanabilmesi için türlü çabalar sergileniyor. Örneğin, avukatlar, müşteki olarak kabul edilmiyor; Tacik’in ailesinden vekâlet isteniyor. Oysa, Afganistan’ın bir dağ köyünde oturan yaşlı anne-babanın okuma yazması bile yok; onlardan vekalet alabilmek, avukatlar açısından teknik olarak mümkün değil. Avukat Mahmut Kaçan, kendisinin müdahilliği için vekâlet almanın imkânsızlığını mahkemeye anlattıklarını ve mahkemenin kendisinin bu vekâleti almaya çalışmasını istediklerini söylüyor. Mahkeme, müdahillik konusunu sürüncemede bırakarak, davada çıkacak karara temyiz kapısını kapamış oluyor.
Öte yandan, Suriyeli bir mülteci de, Sabiha Gökçen Havalimanı’nda, aylardır keyfi biçimde gözaltında tutuluyor. Suriyeli M.K., 9 Kasım 2015’te, Ürdün’den gelerek, Sabiha Gökçen Havalimanı'na vardığında gözaltına alındı. M.K., o gün bugündür, doğal ışığın bulunmadığı ve yapay aydınlatmanın devamlı açık olduğu bir alanda gözaltında. Uluslararası Af Örgütü'nün ilgilendiği vakada, M.K.’nın gözlerinin devamlı ışığa maruz kalmaktan ötürü zarar gördüğü ve tıbbi bakıma ihtiyacının olduğu belirtiliyor.
Bir diğer Suriyeli mülteci F.M. 15 Mart 2015'ten bu yana, yani bir yıldır Atatürk Havalimanı'nda keyfi olarak gözaltında tutuluyor. "Sorunlu Yolcular Odası" denilen kapalı bir mekânda tutulan mültecinin serbest bırakılması için küresel çapta başlatılan acil eyleme konu olmuş durumda. F.M.’nin Suriye’ye zorla geri gönderilmesi veya “gönüllü geri dönüşe” mecbur bırakılması riski de F.M.’yi bekleyen çok daha kötü bir ihtimal. Hiçbir yargı kararı olmadan, idari kararla 1 yıldır kapalı durumda olan F.M.’ye yönelik uygulama bir cezalandırma uygulamasına dönüşmüş durumda.
Uluslararası Af Örgütü birkaç ay önce yayınladığı “Avrupa’nın Bekçisi: Türkiye’deki Mültecilerin Hukuka Aykırı olarak Alıkonulmaları ve Sınırdışı Edilmeleri” başlıklı raporunda mültecilere yönelik insan hakları ihlallerinin Avrupa Birliği ile Türkiye arasında başlayan müzakerelerle arttığını dile getiriyor.
Bu üç insanın hikâyesi, Türkiye’de mültecilerin durumunun da, hiç öyle siyasetçilerin anlattığı gibi dört başı mamur olmadığını gösteriyor.
Tüm bunları göz önüne alınca, açıkça ortaya çıkıyor ki, AB’nin Türkiye ile yaptığı anlaşma, “Faust”vari bir anlaşma.
[1] “Member States may apply the safe third country concept only where the competent authorities are satisfied that a person seeking international protection will be treated in accordance with the following principles in the third country concerned: (a) life and liberty are not threatened on account of race, religion, nationality, membership of a particular social group or political opinion; (b) there is no risk of serious harm as defined in Directive 2011/95/EU; (c) the principle of non-refoulement in accordance with the Geneva Convention is respected; (d) the prohibition of removal, in violation of the right to freedom from torture and cruel, inhuman or degrading treatment as laid down in international law, is respected; and (e) the possibility exists to request refugee status and, if found to be a refugee, to receive protection in accordance with the Geneva Convention.”
Yazarlar
-
Nevzat CİNGİRTKelbaşa Şimşir Tarak… 25.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan Özkanİran yeniden menzilde 25.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciPahalılık turisti de vurdu... 25.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞFAİLİ MEÇHULLER BİR “DEVLET POLİTİKASI” MIYDI? 25.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEMete Tunçay 25.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRDünyanın temel düzeni sarsılıyor: Yeni bir ütopya, krizlerden çıkışın anahtarı olabilir 25.08.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞTuhaf yasa maddeleri 25.08.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanGenel Yapay Zeka aslında bir büyük yalanın mı adı? 25.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelTek adama alışmış bir ülkede CHP'de ‘çift lider’ stratejisi ne kadar çalışır? 25.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYAKürt Halkı: Barışın ve Demokratik Toplumun Evrensel Öncüsü... 24.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENDiyanet iğneyi çuvaldızı kendisine batırırsa… 24.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENRojava Tümseği 24.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKIlımlılar, İslamcılar, Fundamentalistler: “Batı Türkiye’ye Nasıl Bakıyor?” meselesi 24.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNENeler olacağını bilmek 24.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur Akgün10 yıl sonra nasıl bir Türkiye? 24.08.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolKKM kalktı, müjde! 24.08.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNSuriye’de dahil olunacak bir ordu var mı? 23.08.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKGerçekten emperyalist güçler bölgede Kürdistan istiyor mu? Irak ve Suriye’de olanlar bu tezi yalanlı 23.08.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUAklını başına, vicdanı kalbine toplasan ya! 23.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim Kirasİslamcı, sosyalist ve milliyetçi bir düşünür 23.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRİddia: Ziraat’te ‘Gizem B. skandalı’! “Günooo kızlar… Paralar sizin için yükleniyor” 23.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluDemokratikleşme paketleri beklenirken hangi kanunlar gelecek? 23.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUKeser döner sap döner… 23.08.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraKardeşlik 23.08.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURMete Tunçay mı yanılmıştı? 23.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBir hâkim Caprio'muz niye yok? 23.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezKalıcı toplumsal barış: Engeller, imkanlar 23.08.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERİller Bankası Genel Müdürü Recep Türk: Listemizde sadece Aydın yok 22.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUMutlak kötülüğün mutlak zaferine doğru mu? 22.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunBarışın gerekleri, Cumartesi Anneleri ve Ablam… 22.08.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilBir Devletin ve Toplumun İçten İçe Çözülüşü 22.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Alevi Hakları… 22.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNAK Parti’den yeni tarzı siyaset: seçmeni kazanamıyorsan seçileni kazan 22.08.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuYargı, Mafya ve Beyaz Toros… 22.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇKudüs, ey Kudüs! 22.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. Yılmazİpe un serme komisyonu mu? 21.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANÇÖZÜM NASIL GELİR! 20.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANBilge ve bilgin Mete Tunçay 19.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANBelediye başkanları ne yaptıklarının farkında mı? 18.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ocaktan24 yıl sonra CHP’ye muhtaç hale gelmek… 18.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa Karaalioğlu17 Ağustos ve 6 Şubat niye akılları başa getirmedi? 18.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERSeyfettin Çilesiz’in çilesi 18.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçDiyanet anayasaya aykırı bir hukuk rejimi öğütleyemez! 17.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayEnflasyon raporu: Faiz, fiyatlar, sofradan eksilen tabaklar 17.08.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANBitmeyen CHP tartışmaları (II): Yelin kayadan toz koparması 17.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYPutin, Trump’ı parmağında oynatmaya devam ediyor 17.08.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUŞakülünden çıkmış bir ülke: Türkiye 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARSorumluktan kaçmak umuttan kaçmaktır 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZYeni çözüm süreci komisyonuna dair 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİSon vatanı Türkiye olanlar ilk vatanı Türkiye olanlara vatanseverlik dersi veremez 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNZengezur’a Trump kaması: Kime niyet kime kısmet? 11.08.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRBU KOMİSYON NE ÇÖZER? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakKadife eldiven zamanı 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNÜretici Güçlerin Gelişiminin Motorlarından Biri Olarak Toplumsal-Sınıfsal Mücadeleler 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarŞeffaf, açık ve çoğulcu 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞAdemimerkeziyet: Dikey güçler ayrılığı ya da paylaşımı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezEkonomiyi düzeltmekle iş bitmez 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPartiler ve toplum nereye gidiyor? 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRKomisyon hayırlara vesile olsun inşallah… 2.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKEzberler bozulurken mağduriyetler de son bulmalı 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYAnkara, CHP, Çözüm Süreci ve Şam Arasındaki Tıkanıklık: 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç ve Suriye denklemi 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYABeşiktaş düzene karşı çıktı: Sessiz devrimin adı olacak 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerULUSAL KİMLİK DAVASI 18.07.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMAcaba Kürt sorununun önündeki engel “Atatürk miti” mi? 14.07.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENKürt ulusunun kavgasında bir sosyalist lider 13.07.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞDemirtaş’a Kobane mahkumiyeti: Gerekçedeki “10 kusurlu hareket” 28.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğlu‘Türkiye Müslümanları’ kimler oluyor? 11.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYKopukluk ve “Anadolu Kırılması” 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANRahip Brunson ve öğrenci Rümeysa 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan CEMALTerörsüz Türkiye! İyi güzel, peki ya demokratik Türkiye?.. 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNBoykot ve sokaklar neden bu kadar korkutuyor? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selva Demiralpİmamoğlu krizi ve ekonomik yansımaları 20.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
3.02.2025
29.01.2025
17.01.2025
7.11.2024
6.11.2024
24.10.2024
27.06.2024
7.06.2024
26.05.2024
20.05.2024