Esat KORKMAZ
Dişi olan yasaklanmış,
ya da
yasak olan dişileştirilmiştir.
Kadın, İbn Arabî tasarımlarında, simgesel anlamda, Tanrı’nın rahmet ve yaratıcılığının gerçek tecellisi ya da Rahim olan Tanrı’nın sırrıdır. Yabancılaşma geçirmiş, daha doğrusu erkekleşmiş bâtıni algıda kadın, nefis ile özdeşleştirilir ve cahili simgeler. Sınıflı toplumlarda hayvanı çoğaltmak anlamında evcil doğa ya da modern köledir kadın. Hint tasavvuf zeminine taşındığımızda kadın, Tanrı anlamındaki Sevgili’yi arayan insan ruhu olarak çıkar karşımıza. Çin kültüründe ise Sekiz Ölümsüzden Lan Cai-He’nin simgesidir.
Âşık olmak, acıyla yaşamayı başarmak anlamına gelir: Âşık olmak kolay olmadığına göre erkek için acı da kolay elde edilir bir olanak değildir. Kadın, modern bir köle olarak acıyı icra eder; demek ki kadın için acı yaşamın içinde olan bir şeydir: O âşık olduğunda, zaten var olan acısını sağlıklı yaşama sanatına dönüştürür o kadar.
Simge dilinde, bâtın dişildir, yani kadın; zâhir erildir, yani erkek. Bu durumda kadının kökeni, hiçliğin içindeki hakikattir ya da hakikatiçekirdek olarak yapısında taşıyanhiçliktir. Hiçlik adı üzerinde görünmekten hoşlanmaz.
Bu nedenle kadın sorununu bilince taşımak, gizlenmeyi seven hiçlikteki hakikati, yani kadını açığa çıkarma girişimidir bir bakıma. Bu nedenle kadının(bâtının) doğrusu, erkeğin(zâhirin) yanlışıdır.
Demek ki somutlar dünyası erkektir: Erkek dıştır, kabuktur. Kendini beş duyu organının ezberine terk etmiş durumdadır: Kendini görmek için her içine bakışında, hem kendi içine(kendi bâtınına) hem de kadına(bâtın durumda bulunan dişile) tasallutta bulunur, içindeki kadını taciz eder.
Be nedenle erkek kapitalist toplumda, kendini tekrar eden bir sıkıntı olarak yaşar. Zâhirin aklının taşıyıcısıdır; bu bağlamda bir hesap makinesidir; düşünmeyi, düşünen düşünceden hesaplayan düşünceye evrilten çağdaş teknolojik gelişmenin, bu gelişmeyi güden egemen sınıfların birinci elden işbirlikçisidir.
Bâtının hakikati olarak kadın, kendini görünüşe taşıdığında bile kendini kendi içinde saklamaktan hoşlanır;gerçeğin içindeki gerçektir bir bakıma. Kadını yaşamın içine taşımak isteyen her erkek, ona yer açmak için kendi zâhir yanını iptal etmek, kadını yaşamın içine taşımak isteyen her kadınsa, zâhrin(erkeğin) kendisine biçtiği, kendisinin de gönüllü kabul ettiği yanını(zâhirini) silmek durumundadır. Başka türlü yaşamda yerini alamaz, çünkü yaşam doludur. Erkek bu dünyanın sürekli mihmanı, kadınsa ara sıra uğrayanıdır.
Erkeğin İçinde Eriyen Kadın
Siz bana karısını kendisine eşit gören bir koca göstermedikçe
çığlıklarımı neşeli gülüşlere,
yergilerimi övgülere dönüştürmeyeceğim.
Kadının ezilmişliği sorunu, kapitalist toplumun yeniden üretilmesi kapsamında ele alınması gerekir: Kapitalist toplumda sömürü, artık emeğin kullanımıdır; bu kullanımı ücretli emek biçiminde dışa vurur. Kapitalist toplumda emek gücünün çoğalımı sürecinde zorunlu emeğin karşılığı ücret olarak ödenir; buna karşın artık emeğe bir ücret ödenmez. Ancak uygulanan ücret sistemi, emek gücünün çoğalımı sürecindeki bu gerçeği örter. Ev için harcanan kadın emeği, zorunlu emeğin bir parçası olmasına karşın kapitalist pazar kendisinden sakındığından ücretli emekten ayrılır. Tam da bu nedenle artık emeğin birikimi arttıkça ücretli emek ile ev emeği arasındaki çelişki keskinleşir. Giderek ücretli işçinin, işi dışındaki yaşamından da uzaklaşır. Kapitalist toplumda zorunlu emeğin ev emeği kısmı kadının üzerinde, gereksinim duyulan malların sağlanması ise erkeğin sırtındadır.
Artık-emeğin ve zorunlu emeğin bu biçimde konumlanışı, erkeğin üstünlüğünde tarihsel bir gelişim gösterir: Bu kapsamda, erkeğin üstünlüğü ölçü alınarak verilen aile ücreti kadınlar açısından bir zafer değil, erkek işçilere sunulan bir ayrıcalıktır.
Kapitalist sistemde resmi eşitlik, ekonomik ve sosyal eşitsizlikle beslenir: Bu nedenle daha fazla eşitlik istenmesi çok çelişkili sonuçlar üretir. Örneğin, bireylere daha çok demokratik haklar verilmesi, ekonomik ve sosyal yapıdaki baskıları daha da arttırır.
Kadın hareketi, burjuva eşitliğinin sınırları aşılarak gerçek toplumsal eşitliğe yönelmek durumundadır: Çünkü kapitalist toplum var olduğu sürece, ev emeğinin bu çoğalma işlevi varlığını sürdürecektir.
Ev işçisi olarak kadın, ücretli işte çalışan erkek için karşılıksız hizmet görür. Böylesi bir durumda erkek ve kadın birbirlerini, birbirlerinin düşmanlığı ile besler. Ücret sistemi, sınıfsal ilişkileri gizlediğinden, kadının ezilmişliği salt erkek tarafından ezilişine bağlanır.
Çözüm nasıl olacak?
Çözüm, zorunlu ve artık emeğin, toplumsal üretimin bir parçası durumuna dönüşeceği sınıfsız bir toplumda gerçekleşecektir. O günlere taşınıncaya değin, kadın için demokratik haklar kavgası, hakların eşit olmayan bir dağılımı için mücadele demektir. İnsanların sevgisi bencildir; bencil olduğu için özneldir; öznel olduğu için bize daha yakındır.
Özgürlüğü sevme, başkalarını sevmedir: İnsan ancak kendi kendisini sevebilir; ama kendisini kendi içinde sevemez; kendini kendi dışında sever. İnsan kendini sevebilmek için kendi dışına çıkmaya çabalarken, sevginin kendisi kendi dışını kendi içine doğru iten bir güç olarak dünyalaşır. Kendisini kendi dışına taşıdığında, beni koruyan örtü yırtılır; iç açığa çıkar.
İnsanın kendisiyle sevişmesi cinsellik mi? Yoksa aşk mı? Cinsellik bütün bedeni sarsa da yine de bedenin kimi bölgelerinde yoğunlaşır. Aşkta ise tüm ruh ve beden etkindir. Cinsellikte çok yapılı olan beden, aşkta bir yapılı duruma gelir.
Karşıtlar olarak kadın ve erkek aile içinde vardır: Aile dışında her biri yurttaştır. Ve yurttaşın cinsel kimliği olamaz. Kadınlara ve erkeklere özgü sivil haklar olmadığından, kadınlar için durum yürekler acısıdır. Var olan yasalar erkeklere uyarlandığından ve yurttaşın modeli erkek olduğundan kadın yurttaş, ihtiyaçları karşılanmayan bir haklar eşitliğiyle istismar edilmektedir. Böylesi bir durumda aşk kadın tarafından olanaklı olmaz; çünkü kadın erkeğin içinde bilinçsizce erimiş olarak kendi cinsiyetini ve cinsiyetiyle ilişkisini göremez. Başka bir anlatımla kadının aşkı ailevi bir şey olarak sivil bir göreve indirgenir: Ne tekil bir aşka hakkı vardır, ne de kendini sevmeye. Tam tersine o sevilmeye ve himayeye adanmıştır; bu adanmışlık içinde kendini kurban etmelidir. Erkek için ise kadına duyulan aşk, yurttaşın evin tekilliği içinde dinlenmesini temsil eder. Kadın evrenselliği erkek everenselliğinin içine alındığı için pratik bir emeğe indirgenir. Böyle olduğu için de kadın bir göreve denk düşer, bir hakka değil. Erkeğe gelince o kendini aşkın tekilliğine teslim eder: Evinde bir kadınla yaşadığı aşk, yurttaş olarak verdiği emeği tamamlayan bir dinlenmeyi simgeler.
Pandoranın Kutusu
Kadının mutluluğu,
erkeğin onurunda ya da egemenliğinde değildir.
Pandora, Yunan mitolojisinde, güçlü ve kendini beğenmiş erkekleri cezalandırmak için tanrıların yarattığı simgesel dişi-insan, yani kadındır. Yunan yaradılış tasarımı diğer mitolojik tasarımlara göre temel bir farklılık gösterir: Başlangıçta tek erkek-insan değil, birçok erkek-insanlar yaratılır. Uzun bir süre, üreme kaygısı dışında bir erkekler dünyası hüküm sürer. Zamanla tanrılar tanrısı Zeus ile Titan oğlu Prometheus arasındaki düşmanlık tırmanınca Zeus tarafından, erkek insanların başına bela olması için ilk dişi-insan Pandora yaratıldı.
Söylenceye göre Titan karı-koca İapetos’la Klymene’nin, Atlas, Menoitios, Prometheus ve Epimentheus adlarında dört çocuğu olur. Bu çocuklar akıl gücü bakımından tanrılara üstündür ve onlara kafa tutarlar. Zeus bu çocuklara özel bir kin duymaktadır. Bu kin sonucu Atlas, gökkubbeyi omuzlarında taşımakla, Menoitios ise Yeraltı’na kapatılmakla cezalandırılır. Yine ceza olarak Prometheus’un karaciğeri kartallara yedirilir; Epimentheus’a ilk kadın Pandora eş olarak verilir.
Mitolojinin ilginç yanı ilk erkek insanların çok akıllı ve becerikli olan Titan Prometheus tarafından, ilk kadının da ceza olarak tanrılar tarafından yaratılmış bulunmasıdır. Yani ilk erkek-insanlar tanrıların başına bela olmak için, ilk kadının ise erkeklerin başına bela olmak için yaratılmıştır.
Prometheus, budala ve duygusuz bulduğu tanrılara karşı kendisi gibi akıllı ve duygulu erkekler yaratabilmek için gözyaşlarıyla toprağı ıslatır ve onları topraktan oluşturur. Buna karşın tanrılar Pandora’yı yaratırken tüm özelliklerini onda toplarlar: Aphrodite güzelliğini, Minerva çekiciliğini, Hermes kurnazlığını ve yalancılığını, tüm diğer tanrılar da kendi özelliklerini Pandora’ya armağan ederler.
Böylelikle ilk dişi-insan, yani ilk kadın bir tüm tanrı olarak yaratılmış olur. Tanrılar iyi ve kötü yanlarını ona devrettikleri için erkek-insanlarla rahatlıkla başa çıkabilecektir. Ne var ki tanrılarda akıl ve duygu olmadığından Pandora da akılsız ve duygusuzdur. Akılsız olduğundan kendisini yaratan tanrılara kul-köle olacaktır; tanrılar da Pandora aracılığıyla bütün insanları kendi güdümlerine alabileceklerdir.
Tanrılar Pandora’ya kendi özelliklerini aktarmakla yetinmezler; bütün kötülükleri ve acıları bir kutuya doldururlar ve O’na verirler. Pandoranın Kutusu işte budur. Tanrılar Pandora’ya bencillik niteliğini verdiğinden bir gün dayanamayıp bu kutuyu açacaktır. Düşünüldüğü gibi de olur: Pandora dayanamaz ve kutunun kapağını açar; açar açmaz da tüm kötülükler ve acılar insanların arasına yayılır; kutuda sadece umut kalır.
Pandora ile evlenen Titan oğlu Epimetheus, bu kötülüklere ve acılara karşı kutudaki umudu kullanarak mücadeleye girişir ve kendisinden doğacak kuşaklara bunu aktarır. Pandora ile Epimetheus’un evliliğinden birçok kızları doğar. Bu kızlarla Prometheus’un yarattığı erkeklerle evlenir. Böylece yeni insan kuşakları türer. Yeni kuşak insanların kişiliklerinde tanrılık bir yanla titanlık(devlik-şeytanlık) bir yan birlikte bulunur. Tanrılık yan onların metafizik güçlerini geliştirirken Titanlık yan, onların fizik güçlerini geliştirecektir. Akıl, fizik gücün yanında olduğu için zamanla fizik güç, metafizik gücü boyunduruğuna alacaktır. Diğer yandan insanlar birbirleriyle evlendikleri için tanrılık yan giderek eriyecektir.
“Söylencesel öyküye bir de tanrıların çapkınlıkları karışınca iş iyice çığırından çıkar: Tanrılar, insan soyu kadınlarla evlenmeye başlar ve bir sürü çocuk doğar: Tanrılar insanlaşır, insanlar tanrılaşır. İnsan-tanrılar, tanrı-insanları ciddi biçimde tehdit etmeye başlar. Şaşkınlık içindeki Zeus, bir tufanla tüm insanları yok etmeye karar verir. Ne var ki Prometheus’tan devraldığı aklı daha da geliştiren insan, yokolmaktan kurtulmanın yolunu bulacaktır. Prometheus’un oğlu Deukalion’la Pandora’nın kızı Pyrrha, kocaman bir gemi yaparak evreni kaplamış bulunan azgın suların üstünde kalan Parnassos Dağı’na çıkmayı başarırlar.” (1)
Evcil Doğa ya da Modern Köle
Kadınlar çocuklar
tarafından sürüklenmedikçe gezinmezler.
Duyguyu hayvanlara bıraktık da insan olduk, ardından kadınlara bıraktık erkek. Onun için erkekler kördür, ışığa bakar göremez; sağırdır, kulaklarını dört açar işitemez; ellerini uzatır ama dokunamaz; tütsü kuyusuna düşer de koku alamaz.
Modern çağda, kadının doğa ve bereketle özdeşleştirilmesinden sakınıldığı için ezilenler katında kadının yazgısı erkeğin yazgısından uzaklaştı: Vahşi doğa erkek, evcil doğa kadın oldu.
Tarihte kendini gösteren ilk sınıf çatışması, erkekle kadın arasındaki çelişmenin karı-koca evliliği içinde gelişmesiyle, ilk sınıf baskısının ise dişi cinsin erkek tarafından baskı altına alınmasıyla aynı zamana denk geldiği hiçbir zaman unutulmamalıydı. Egemen anlamda, doğal koşullar üzerine değil de ekonomik koşullar üzerine kurulan tek karı-koca evliliği, insanlığın evriminde kuşkusuz büyük bir tarihsel ilerlemeydi. Ama ne var ki bu ilerleme, erkeklerin refah ve gelişmesi, kadınların acı ve gerilemesiyle elde edilen bir ilerlemeydi. Her ilerlemenin aynı zamanda bir gerileme olduğu bu çağ, kadın-erkek ilişkilerinin, erkeğin belirleyici olduğu çıkar zemininden, her iki cins için eşitlik üreten doğal-toplumsal zemine aktarılamadığı sürece aşılamayacaktı: İlerleyen erkek, gerileyen kadın olacaktı.
Günümüzde teknik akılsallık egemenin, özelde erkeğin akılsallığıydı; bu akılsallık, kendine yabancılaşmış toplumun ya da kendine yabancılaşmış erkeğin zor kullanan niteliğiydi. Zor kullanan nitelik nedeniyle bireyleşmedeki her türden gelişme bireyselliğin zararına işlemeye başladı. Sonuçta; yaşam, iş yaşamına ve özel yaşama; özel yaşam, mahremiyete; mahremiyet, geçimsiz evlilik beraberliğine bölündü. Geriye kendi amacını izleme kararından başka bir şey bırakmadı: Yalnız başına kalan, kendisiyle ve herkesle arası açık olan birey artık, hem heyecana getiren hem de hareket eden gizil bir Naziydi ya da dostluğu sosyal anlaşma olarak algılayan soğuk,namert bir kent sakiniydi.
Aile biçimi, toplumsal sistemin bir ürünüydü ve onun kültür durumunu yansıtıyordu. Ataerkil aileyle birlikte ev yönetimi, kamusal niteliğini yitirdi. Artık ev işi, toplumu ilgilendirmez oldu; erkeğin özel bir hizmeti durumuna geldi. Modern karı-koca ailesi, açık ya da gizli, kadının evcil köleliği üzerine kuruldu ve giderek kadın, toplumsal üretim sürecinden uzaklaştırıldı. Bu uzaklaştırmayla birlikte kadın, erkekle kavga vereceği alanı da yitirmiş oldu. Günümüz sanayi toplumu, kadına, toplumsal iş sürecine katılma yolunu açmış gözüküyor ama istisnalar bir yana bırakılırsa ev işi, hâlâ bu iş sürecinin dışında. Kadının kurtuluşunun ilk koşulu, kadınların yeniden kamu işine dönmesinden ve ev işinin, toplumsal iş sürecinin bir parçası durumuna getirilmesinden geçecekti: Bu koşul yaşama geçtiğinde toplum, ev hizmetiyle ilgi kurmaya başlar, ev işi özel hizmet olmaktan çıkar; kadının baş hizmetçiliği sona erer.
Yaşama geçirilen kadın hakları, erkekle kadın arasındaki karşıtlığı ortadan kaldırmaz; tersine, aralarındaki mücadelenin üzerinde yapılacağı alanı hazırlar. Ama ne var ki var olan koşulda bu alan, sistem ve sistemin taşıyıcısı erkek tarafından işgal edilmiş durumdadır. Kadının erkekle mücadele edeceği alanı belirlemeye girişmesi özünde bir başkaldırıdır; her başkaldırı bir bedel ister; kendini bilmek isteyen her kadın bu bedeli ödemek durumundadır.
Anlaşılacağı üzere ataerkillikle birlikte kadın, özne olmaktan çıkıyor: Artık o, bir şey üretmiyor; sadece üretilenlere bakıp, özen gösteriyor. Bu durumunu onurlandırırsak, tarihin uzak geçmişinde kalmış kapalı ev ekonomisi anısının canlı bir anıtı olarak çıkar karşımıza. Erkek egemen sistem tarafından zorlanan iş-bölümü, kadına pek yaramamış gözüküyor. Kadın, biyolojik işlevin maddeleşmesine, tene aşkın ürününe konaklık eden yatağa dönüşürken, kadına hükmediliş, uygarlığın övünç kaynağı olup çıkıyor. Bu övünç kaynağı,evcilleştirilmiş ya da evcil doğanın, egemen bilinçte yansıyan imajından başka bir şey değildi. Uyum sağlamayan ya da sağlayamayan, başına buyruk davranan kadın, buna eşlik eden ekonomik bir acizlikle cezalandırıldı.
Başlangıçtan bu yana, doğaya sınırsızca hükmetmek, evreni uçsuz bucaksız bir avlanma alanına çevirmek, insan düşüncesinin temel ideali olageldi. Bu düşünce erkek egemen sisteme, ataerkil topluma uyarlanınca varılan sonuç insanlık adına ürkütücü oldu. Erkeğe göre kadın, ufak tefek ve güçsüzdü; yani erkekle arasında doğasal bir fark vardı. Amaç doğaya hükmetme olunca, biyolojik olarak güçlü-güçsüz ilişkisine yönelik eğilim yine doğanın kendisi tarafından uygulamaya sokulur. Sonuçta kadın, sömürülmüş doğa karşılığında, egemenlik dünyasına ya da uygar dünyaya alınmayı başarır: Galibin zaferi, yani, erkeğin yengisi, kadının boyun eğişiyle yaşama geçer. Tersinden düşünürsek, kadının yenilgisi, galibin, yani erkeğin zaferi görüntüsü ardında kutsanır. Bu durumda, ters dönmüş bilinç gereği kadının yenilgisi fedakârlık, umutsuzluğu yüce ruh; lekelenmiş yüreği seven bir kucak olup çıkar.
Özetlemeye çalışırsak; toplumsal iş sürecinden kovulmasının bedeli olarak kadın, efendisinden saygı görür. Zamanla bu zorunluluk,zorbalık kadın açısından gönüllülüğe dönüşür; kadın artık vahşi doğayı, egemen doğayı erkeğe bırakır; evcilleştirilmiş doğayla kendini bir tutar. Kadın kendi beni hakkında erkeğin değerlerine göre hüküm vermeye başlar; ne olduğunu ise ataerkil bir ailede başına gelenlere bakarak öğrenir.
Önce hayvan evcilleştirilmişti uygarlık geldi evcilleştirilmiş hayvan hizmette yetersiz kalınca bu kez hayvanı çoğaltmak anlamında kadın evcilleştirildi.
Sonuç mu? Uygarlığın bu icadı kadını modern köle yaptı. Bu karşıtlık tarihsel sürecinde, dışımızdaki doğada ve kendi doğasında yaşama geçerken; egemen doğa, vahşi doğa olarak algılanan erkekler tarafından, hükmedilen doğa, evcil doğa olarak bilince taşınan hayvana gösterilen ilgi, özen yetersiz,doyurucu olmaktan uzak bulundu. Çünkü hükmedilen doğa, evcil doğa, ek-doğa olarak algılayabileceğimiz insanın toplumsal yapısını kullanamıyordu da ondan. Yeni onur kaynakları aranmaya girişildi. Bu kaynak uygarlıkta bulundu; kadın, hayvanın rolüne soyundu ya da soyunduruldu. Bu nedenle bugün kadınlara düşen görev, kendi sorunlarının çözümüne ilişkin kavganın-mücadelenin verileceği alanı hazırlamak; bu alanda kullanacağı iletişim dilini yaratmak; bunu yaparken erkekleri de özgürleştirmek; erkeğe bu konumu biçen erkek egemen toplumu sorgulamak ve genel demokrasi kavgasının üretici bir halkasını oluşturmak olmalıdır.
Clara Zetkin Sahne Aldı
Zamanın sırrı büyüklerin aklında değil,
çocukların ya ada kadınların yüreğinde gizlidir.
1800’lü yılların sonunda, sahneye, bilincine ancak 1980’li yıllarda varabildiğimiz Clara Zetkin çıktı: Kapitalist toplumla birlikte kadın sorununun modern bir sorun olarak ortaya çıktığı saptamasıyla sorunu sınıf açısından irdelemek gerektiğini söyleyiverdi. O, Kadın sorunu: Proleter ve orta burjuva kadını için,aydın kadın için ve egemen sınıf kadını için vardır,ancak,sınıfına göre bu sorun değişik şekiller alır, diyordu. Zetkin’in bu yaklaşımıyla o güne değin egemen olan sosyalist tavır yara aldı; tabular yıkılıyordu. Zetkin’e göre, egemen sınıf kadınının sorunu mülkiyetti; mülkiyet sahipliğindeki eşitsizlikti; yaşamından doyum sağlayabilmesi için mülkiyetleri üzerinde özgür ve bağımsız denetimi ele geçirmeliydi. Bu amaçla kendi sınıfından erkeklere karşı bir savaşım içine girdi. Küçük ve orta-burjuva ile aydın burjuva kadınının sorunu oldukça farklı bir sosyal biçim sergiliyordu: Buradaki kadının sorunu, kendi sınıf temelinde cinsiyete dayalı eşitsizlikti; yani kazanç eşitsizliğiydi; sorunun çözümünü ise iş yaşamında, kendi sınıfının erkekleriyle ekonomik eşitlik talebinde buluyordu. Proleter kadının sorunuysa başka bir biçim içeriyordu: Kapitalizmin ekonomik yaşamına girmek için bir kavga vermek zorunda değildi; o zaten ekonomik yaşamın içindeydi. Onun, kapitalist düzenin kullanımına, sömürüsüne ve olanaklı olan en ucuz emek gücü arayışına alet olmaktan dolayı bir kadın sorunu vardı. Proleter kadının temel sorunu kapitalizmdi; çözümü ise proleter sınıfın politik iktidarını sağlamaktı. Onun yapacağı şey, kendi sınıfının erkeğiyle omuz omuza, onunla uzlaşmaz bir çelişkiye girmeden kavga vermesiydi.
Bizde esintisi görülmese de uluslararası düzeyde feminist hareket oldukça boyutluydu: 1960’ların sonlarında Zetkin’in izinde sosyalist-feminist bir akımın çıkışı çok önemli bir gelişme oldu: Anti-emperyalist ve ülke içi/ülke dışı ilerici hareketlerle dayanışma içine girdi. Ama feminist hareket kendi zemininde karşıtını üretmekte gecikmedi: Erkek üstünlüğünü tüm insanlığın ezilmişliğinin kökeni kabul eden ve kadın özgürlüğü önünde başlıca engel olduğunu savunan köktenci feminist akım boy verdi.
Türkiye’de 1980’li yıllarla birlikte sosyalist-feminist hareketten çok temel çelişkiyi kadınla erkek arasında gören, erkeği baş düşman kabul eden, popülist hezeyanlar eşliğinde, erkeği içine almayan, onunla bir arada bulunmaktan tiksinen küçük-burjuva nitelikli köktenci feminist hareket egemen oldu. 1970’lerin sonuna kadar kadın hareketinde sosyalist nitelik yoktu; sonraki yıllarda ise sosyalist nitelik boğuldu.
Erkek Dişi Sorulmaz Muhabbetin Dilinde
Erkek dişi sorulmaz muhabbetin dilinde
Hakk’ın yarattığı her şey yerli yerinde
Bizim nazarımızda kadın-erkek farkı yok
Noksanlık, eksiklik senin görüşlerinde
Hace Bektaş Veli
Alevi-Bektaşi inancında insanlar cinsiyetlerine göre değil de tasavvufta-inançta kat ettiği yola-elde ettiği aşamaya göre değerlendirilir. Eğer kişi yetişmişliği ve davranışıyla tasavvuf-inanç zemininde ilerlemiş ise ister kadın ister erkek olsun o, sıradan insanlardan daha üst aşamadadır ve er olarak tanımlanır.
Doğrudan demokrasi temelli yol örgütlenmesinde kadın-erkek ayrımı, yani cinsiyet ayrımı yapılmadığı için dervişlik makamı dışında halife olan, tekkeleri yöneten, kendilerine bağlı birçok müridi bulunan kadınların sayısı az değildir: Bunun en çarpıcı örneği Kadıncık Anadır. Hace Bektaş Veli’nin Hakk’a yürümesinin ardından O’nun postuna oturur. Halife iken Yol’un birinci piri durumuna gelebilmiştir. Kadıncık Ana, Bektaşiliğin kurumlaşmasını sağlayan Abdal Musa’yı yetiştirmiştir. Aleviliğin-Bektaşiliğin dört büyük dergâhından birinin adına bağlandığı ve Kızıldeli olarak bilinen Seyit Ali Sultan da Kadıncık Ana yetiştirmesidir.
Balkanlar’a geçtiğimizde Kız Ana ile karşılaşırız: Demir Baba Vilâyetnamesi’nde, tekkede oturan kişi olarak anlatılır. Adına kurulan tekke, bugün de halkın önemli uğrak yerleri arasındadır. Kadınların post sahibi olma geleneği XIX. yüzyılda Tokat’ta yaşayan Hubyarlı Alevilerinin Anşa Bacıya, Afyon/Emirdağ ilçesine bağlı Karcalar köyü Alevilerinin Zöhre Bacıya bağlanmalarıyla sürdürülür. Alevi zeminde kimi ocak pirlerinin kadın olduğunu görmekteyiz: Adıyaman/Çelikan ilçesi Bulam bucağında Zebran (Sarı Gök) ziyareti vardır. Bu ziyaret, Zebran adında bir kadın pire ait olup, aynı kandan gelenlerce ocak olarak bilinir. Bu kadın pire bağlı ocaktan gelenler, son dönemlere değin kimi Alevi gruplara dini hizmet götürdü. Kadının geçmişteki onurlu konumunun bir kanıtı günümüze kadar taşınmıştır: Denizli’de Sultan Ana yaklaşık 10 yıldır cem tutmaktadır. Kadının cem tutmasının tek örnek durumunda kalması Aleviliğin ne denli erkeksileştiğini, yani eril duruma dönüştüğünü de kanıtlamaktadır. Öyleyse zaman yitirmeden tarihimize yönelerek kadın-erkek eşitliği konusundaki ayrıcalığımızı güncelleyerek yaşama taşıyalım.
Alevilikte kadının yerini tam olarak algılayabilmek için temel ibadet biçimi olan cemlere bakmak gerekir: Kırklar, Alevi inancında en yüksek makama ulaşanların oluşturduğu bir birliktir. Kutsal gerekçesinin önemi nedeniyle Alevilikte cem, Kırkların yaptığı muhabbeti canlandırmak anlamına gelir. Açıktır ki Kırklar arasında yalnız erkekler değil kadınlar da bulunmaktadır: Kırkların 23’ünün erkek 17’sinin kadın olduğuna ve kadınlar arasında Fatma Ana’nın da bulunduğuna inanılır. Kırkların içinde kadınların bulunduğu, cemde süpürgecinin okuduğu gülbankla bize aktarılır: Biz üç bacıydık Kırklar meydanında süpürgeciydik.
Yol uygulamaları rehberlik hizmetinin özünde bir kadın hizmeti olduğunu kanıtlıyor: İnançta ve inanç uygulamasında mürşit, talibin yol babasıdır; rehber ise yol anası olarak algılanır. Cemlerdeki zâkirlik hizmeti kimi ocaklarda ağırlıklı olarak kadınlar tarafından yerine getirilir: Sözgelimi Ela Ana, zâkirlik yapmıştır. Aynı yörede yaşamış ve evliya aşamasına taşınmış Fatonun uzun süre cemlerde zâkirlik yaptığı anlatılır. Günümüzde erkeksileşen Aleviliğin ataerkil değerlerini taşıyan Yol önde-gelenlerince olumsuzlanmasına karşın direnen ve kendini kabul ettiren çok sayıda kadın zâkirimiz bulunmaktadır. Adıyaman bölgesinde çerağ hizmetinin, bir kadın hizmeti olduğu vurgulanır: Kadınlar, Fatma Ana’nın temsilcileri olduğu için ışık onlardan gelir. Yine Malatya ve Adıyaman bölgelerinde cemevinin hazırlanması işleri kadınlara verilir: Doğal olarak cemevine gelen mürşit ya da pir, bu kadından rıza alarak içeri girer.(2)
Kadın-erkek eşitliğini, yaşamda ve ibadette kadın-erkek birlikteliğini kanıtlayan bu uygulamalar, erkek egemen toplum insanının ya da sisteme uyarlanmış yabancılaşmış bireylerin anlamakta zorlanacağı çok demokratik bir durumu anlatır. Kadının özgürleşmesinde, Alevi kadınının yeri ayrıcalıklıdır. Bu ayrıcalıklı durumu yaşama geçirmek hepimizin görevi-sorumluluğudur.
Toprağımda kadın hareketine düşen görev, kendi sorunlarının çözümüne ilişkin kavganın-mücadelenin verileceği alanı hazırlamak; bu alanda kullanacağı iletişim dilini yaratmak; bunu yaparken erkekleri de özgürleştirmek; erkeğe bu konumu biçen erkek egemen toplumu sorgulamak ve genel demokrasi kavgasının üretici bir halkasını oluşturmak olmalıdır. Bu açıdan bakıldığında Alevilikteki kadın-erkek eşitliği, kadının yaşamdaki onurlu işlevi, genel kadın hareketi için ne yapılacağını gösteren bir işaret fişeği olacaktır.
Yeri gelmişken bir noktanın altını çizmek gerekir diye düşünüyorum: Halde yaşanan Alevilik, yabancılaşıp bir ölçüde erkeksileşmiştir. Yol insanı her canın temel yükümlülüğü, bu kirlenmeyi söküp atmaktır; başka kültürleri ölçü alarak, Alevilikte kadın çok yüce bir yerdedir, algısına kapılıp kendine körlük yapmaya hakkı yoktur. (3)
Erkek Egemen Sistemi Sorgulamak
Bir kadını sise dönüştürürseniz
düşede dönüştürebilirsiniz.
Türkiye sol hareketi içinde ilk kitlesel kadın örgütlenmeleri 1975’te ortaya çıktı. Yıl içinde hem Ankara Kadınlar Derneği, Adana, Tunceli, Pülümür, Ardahan ve Giresun Devrimci Kadın dernekleri, bu derneklerin katılımıyla oluşan Devrimci Kadın Dernekleri Federasyonu kuruldu. Hem de aynı siyasal görüşü paylaşanlarca yukarıdan aşağıya oluşturulan ve özellikle DİSK içinde etkinlik gösteren İlerici Kadınlar Derneği(İKD) örgütlü mücadeleye başladı. İzleyen süreçte Demokratik Kadın Birlikleri Federasyonu’nu oluşturacak olan Demokratik Kadınlar Birliği hukuki kimlik kazandı. Bu kadın örgütlerinde değişik görüşlere sahip binlerce kadın, 1975-1980 arasında, anti-faşist mücadele içinde aktif olarak yer aldılar. Kadınların örgütlü eylemleri; Faşizmin Maşası Ülkü Ocakları Kapatılmalıdır!(AKD), Ülkü Ocakları Kapatılsın!(İKD), kampanyaları; Eşit İşe Eşit Ücret!, kürtaj sorunu; su, yol, çöp kampanyaları; okuma-yazma, biçki dikiş kursları; Medeni Kanunu’ndaki ayrımcı maddelere karşı mücadele etkinlikleri; konuya ilişkin paneller, seminerler, mitingler; işsizliğe karşı mücadele, olarak sıralanabilir.
Görüldüğü gibi 1970’li yılların ikinci yarısında, sınıflı toplumda ezilen ötesinde erkek tarafından hırpalanan, kimliksizleştirilen kadının, gelecekteki düşsel kurtuluşuna kaynaklık edecek düşyapısal tasarımlar yaratabilmiş değildi. Kadınına karşı sevgi göstermekten utanan erkekler dünyasında; yabancılaşmış erkeğin, yabancılaşmış gereksinimini karşılamak üzere sistemin bir ürünü olarak ortaya çıkan vücudunu para karşılığı satan kadın kimliği, kadınların alçalmasının öcünü, erkeklerin de alçalmasıyla alınmasına aracılık edecek durumda değildi. Yaşanan süreçte kadın, henüz kendini özgürleştirememişti; doğal olarak erkeğini de özgürleştiremedi: Alçalarak da olsa kendi öcünün alınması sonucunu doğuran ancak erkeğini de alçaltan emeğini satma yerine vücudunu satan kadın kimliğine, uzantısında bunları üreten sisteme toplu bir karşı duruş alamamıştı. Erkeklerin asla kadın sıkıntısı çekmediği erkek egemen sistemi sorgulamak, kendilerinin satın alınma koşullarını ortadan kaldırmak konusunda bir bakıma çocukluk dönemini yaşıyordu.
1960’lı yıllarda olduğu gibi 1970’li yıllarda da kadın olsun, erkek olsun kadın sorunlarına ilişkin bilincimiz, Engels’in Devletin,Ailenin,Özel Mülkiyetin Kökeni ve Bebel’in Kadın ve Sosyalizm kitaplarında verilen bilgilerle sınırlıydı. Kısaca, kadın sorununun çözümü sosyalizme bırakılıyordu. Erkeksi devrimcilik 1970’li yıllarda da kırılabilmiş değildi. Kadınlar değilse bile erkekler hâlâ Engels Babanın sözünden çıkmıyordu: Kadın evin ekmeğini kazanan figür rolünü alır,erkek ise evde oturup çocuk bakar,temizlik ve yemek işleri yaparsa... aile ilişkileri tersine dönmüş olur ama toplumsal durum değişmez. Böyle bir gelişim,erkeği erkek olmaktan; kadını da tümüyle kadınlık niteliklerinden uzaklaştırır.... Ve bu,insanoğlunun cinsiyetlere karşı utanç verici ve aşağılayıcı tavrını gösteren bir durumdur.
Bebel’in Kadın ve Sosyalizm kitabı kadınlar için yaşamaları ve savaşabilmeleri için umut ve sevinç kaynağı oldu. Bebel’e göre eşitlik ve özgürlük kadın için hem kişisel hem de toplumsal bir olguydu; ancak, toplumsallık baskın olduğundan kadın sorununun çözümü ileri yıllarda görülecekti; bu da devrim sonrası bir gelecek demekti. Peki kadın sorunlarının çözümü için hiçbir şey yapılmayacak mıydı? Yapılacaktı elbette: Kadının, topluma eşit haklarla katılımını sağlamak için kavga verilecekti. Bugünden geriye baktığımızda, bu, liberal feministlerin, kapitalist toplumda cinsiyet eşitliğini sağlamak için verdikleri kavgadan başka bir şey değildi. 1970’lerin ikinci yarısında, Türkiye’de, onca kadın örgütüne karşın kadın sorunlarının saptanmasına ve çözümüne ilişkin mücadele liberal feminist bir kavganın sınırları dışına çıkamadı.
(1)Korkmaz, Esat; Şeytan Tasarımı Terimleri Sözlüğü; Anahtar Kitaplar Yayınevi; İstanbul- 2006; Sayfa: 542
(2)Daha geniş bilgi için bkz: Bahadır, İbrahim; Kadın Dervişler; Su Yayınları; İstanbul, 2005
(3) Korkmaz, Esat; Uygarlık Kadınlara Yaramadı/ Kadın, Erkekle Kavga Vereceği Alanı Yitirdi; www Alevi Gündem; Mart- 2009; “Zaman yitirmeden kadın-erkek eşitliğinin kanıtı olarak algılayabileceğimiz Alevi tarihi geriye doğru izlenmeli erkeksiliğin zincirlerinden kurtulunduğu kanısına varıldığı noktadan alınıp güncellenmelidir. ..”
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURSessizlik neden en büyük tehdittir? 25.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciHer şey yolunda ise bu fahiş faiz nedir? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSaldırılarla İran’a ‘‘Ölümlerden ölüm beğen’’ denildi 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanFatih Altaylı’yı hapse atacağız diye hukuku dibine kadar zorladılar 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDış Cephe ateş altında iken İç Cephe ne durumda? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanWashington’un İran takıntısının şifreleri 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇSavaşın meşruiyeti ve ahlaki üstünlük meselesi 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞUCUBE SİSTEM CEHENNEMİ… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNİran'ın zor seçimi: Topyekûn savaş ya da taksitle ölüm 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluYeryüzü artık bir Vahşi Batı… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazFıkra gibi ülke ama gel de gül! 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA"Masada Milyonlar Var;"Barış, Özgürlük ve Demokratik Toplum İçin Örgütlenmeliyiz 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRİDAMCI İRAN, SOYKIRIMCI İSRAİL DEVLETİ Mİ? 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞDoğru, ülke güvenliği demokrasisiz de sağlanabilir fakat bunu durmaksızın tekrarlamakta bir sorun va 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYRusya, Suriye’den sonra İran’ı da kaybedebilir 22.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUKürt meselesinde CHP’nin yakın dönem öyküsü 21.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Neo-Mussoli’nin “Havuz Medyası” 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunDevlet “devletimiz” olur mu? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERZeytin ağaçları ve şirketokrasi 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTürkiye için bir fırsat: CHP’de yeni kuşak siyaseti 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖcalan İsrail için ne dedi? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBahçeli'ye muhalefet ikna oldu da ortağı olmadı mı? 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUYeni milliyetçilik ve Öcalan 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRNihai hedef Türkiye mi? 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünOyun içinde oyun… 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçaySıcak yaz 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİModern katil 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye ne yapmalı? 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRMHP’nin yeni anayasa hamlesi, köklü bir rejim düzenlemesini mi işaret ediyor? CHP ne yapmalı? 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEDaha kötüsü her zaman mümkün 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞSiyasetin (ve biraz da ceplerin) finansmanı, yasalar, AKP ve CHP 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNÖzgür Özel’in İmtihanı 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENBaas’tan ve İslamcılıktan Sonra 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBOŞ UMUT, SONU HÜSRAN 12.06.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolHer 4 liranın 3’ü faize! 11.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENAKP ahlâkî üstünlük mü kazandı? 10.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi Egilmezİnsanlar Olmayan Parasını Nerelere Harcıyor? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKBarış süreci için en büyük tehlike nasıl Türkiye’nin iç barışının bozulması oldu? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçEşitlik korkusu ve 12 Eylül darbesinin büyük zaferi 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞBir anayasa inşa süreci deneyimi: Yeni Anayasa Platformu (YAP) 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYerli-milli Kur’an meali AK Parti’ye nasip olacak! 2.06.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraSokak 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasErken seçim en geç ne zaman? 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMRuşen Çakır’ın Abdurrahim Semavi ile Kürt açılımı görüşmesi 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUSizin en sevdiğiniz tahakküm hangisi! 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANSiyasi gündem notları: Üç süreç nerede kesişir veya nerede kopar? 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKYolsuzluklar, barış ve biz 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZ12 Mayıs, Bahçeli, mecburiyetler 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYOtoriterlikten Demokrasiye 12.05.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğlu‘Türkiye Müslümanları’ kimler oluyor? 11.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluBilek güreşi yoksa masayı mı kıracak? 28.04.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYKopukluk ve “Anadolu Kırılması” 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANRahip Brunson ve öğrenci Rümeysa 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARŞizofrenik yurttaşlık 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan CEMALTerörsüz Türkiye! İyi güzel, peki ya demokratik Türkiye?.. 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNTrump Küreselleşme Sürecini Geriye Döndürebilir mi? 13.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNBoykot ve sokaklar neden bu kadar korkutuyor? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTCoğrafya kaderimizmiş… 23.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selva Demiralpİmamoğlu krizi ve ekonomik yansımaları 20.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKürt ‘açılımı’nın nedeni Suriye değil, Türkiye! 15.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç, umut ve endişeler 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENÖcalan'ın ilk barış çağrısından 27 yıl sonra... 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezCumhur İttifakı'nın ‘muhalefeti dönüştürme görevi…’ 28.02.2025 Tüm Yazıları
-
Doğan AKINAhmet Sever: Eşsiz, kırgın, yalnız… 26.02.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNCHP’ye açılan soruşturmaların ortak hedefi Ekrem İmamoğlu 12.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞPınar Gültekin kararının anatomisi: Bu kararı ailenize izah edebilecek misiniz? 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMDEVLET VE KÜRTLER SORUN DEĞİL KONU! 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKEN“Mesele”yi hayatın içinden çözmek 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal ÖZTÜRKKürt meselesindeki psikolojik bariyerler 17.01.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarKürt meselesinin toplumsal boyutu 16.01.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselEkonomik büyümede iyimser olunabilir mi? 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANErdoğan’ın planı tuttu 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Münir AKTOLGABATI’DAN FARKLI BİR ÖRNEK OLARAK TÜRKİYE’DE VE ARAP ÜLKELERİNDE DEVRİMCİ DÖNÜŞÜM DİYALEKTİĞİ... 16.12.2024 Tüm Yazıları
-
Necati KURBÜYÜK TÖS BOYKOTU 15.12.2024 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakDevrim 10.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cenk DoğanÜRETİCİLERE İLK OLARAK KOOPERATİF LAZIM 4.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cevat KORKMAZFiller ve Çimen... 22.11.2024 Tüm Yazıları
-
Tuncer KÖSEOĞLUTamirhanelere giden toplar… 4.11.2024 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜRDevletin Muhteşem Örgütlenmesi: 6-7 Eylül 1955 Pogromu 9.09.2024 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakHakikat’e savaş açan troller! 26.08.2024 Tüm Yazıları
-
Ferhat KENTEL“Maarif” marifetiyle yeni “makbul vatandaş” kurma çabaları 26.07.2024 Tüm Yazıları
-
Banu Güven“Bozkurt” Almanya’da sahaya indi 4.07.2024 Tüm Yazıları
-
İBRAHİM Ö. KABOĞLUDevlet ve yürütme kaç başlı? 27.06.2024 Tüm Yazıları
-
Gürbüz ÖZALTINLICHP’nin normalleşme politikası Erdoğan’a mı yarar? 21.06.2024 Tüm Yazıları
-
Oya BAYDARBir yazamama yazısı 14.06.2024 Tüm Yazıları
-
Bayram ZİLANAK Parti’de değişim gecikiyor mu? 4.06.2024 Tüm Yazıları
-
Soli ÖzelBetül Tanbay'ın gözünden "Gezi"nin tarihi 30.05.2024 Tüm Yazıları
-
Reha RUHAVİOĞLUTürkiye’de Kürtçenin Durumu: Gidişat, İmkânlar ve Fırsatlar 18.05.2024 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANNeden Yeterli Halk Desteği Alamıyoruz! 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
SİBEL HÜRTAŞ31 Mart'ın merkez üssü: Pazarcık ve Elbistan 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
Atilla AytemurBingöl Erdumlu Kitabı: Film gibi hayat* 24.01.2024 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİ“Gazze’deki Uzun Savaş” 10.01.2024 Tüm Yazıları
-
Şahin ALPAY"Ergun Abi"ye veda 10.11.2023 Tüm Yazıları
-
Ahmet ALTANYüzyıllık cumhuriyet başarılı mı başarısız mı? 29.10.2023 Tüm Yazıları
-
Levent GültekinDin, insanları kardeş yapar mı? 26.09.2023 Tüm Yazıları
-
Ayhan AKTARŞair Roni Margulies’in ardından… 7.08.2023 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
5.02.2016
28.11.2016
23.11.2016
16.11.2016
12.11.2016
4.01.2016
1.01.2016
12.08.2016
4.02.2016
29.07.2016