Oya BAYDAR
Başlıktaki cümleyi saçma sapan, yanlış, komik buldunuz değil mi? Oysa her gün benzer sözleri, benzer cümleleri televizyonlardan duyuyor, gazetelerden okuyor, hatta kendiniz de kullanıyorsunuz. Argodan, sokak dilinden, çocukların kendi aralarındaki konuşmalarından, “mesac”laşmalarından söz etmiyorum: sevdiğimiz, izlediğimiz deneyimli donanımlı haber sunucuları, moderatörler, ünlü şanlı köşe yazarları, üst düzey siyasiler, artistler, sanatçılar, eğitimciler, vb; yani toplumda dilin doğru kullanımından, gelişmesinden, zenginleşmesinden sorumlu olanlar Türkçeden başka her şey olan bu kuşdilini farkında bile olmadan kullanıp duruyorlar.
Perişan Türkçe ile Osmanlıcaya heves etmek!
Baştan söyleyeyim: Arap harflerinin (aslı Himyerî harfleri) seçmeli ders olarak lise düzeyinde müfredada alınmasını yıllardır savunurum; Türkçe alfabeye geçilirken korunmamış, toptan yok sayılmış olmasını kültürel değerlerin ve köklerin inkârı olarak görürüm ki, bu inkâr düşün, sanat, edebiyat yaşamımızda kayıplara yol açmıştır. Eğitim Şurası’nda tartışılan önerinin Osmanlıcı-dinci ideolojik yaklaşımın zorlaması olduğunu; asıl maksadın Arap harfleri=Kur’an harfleri sığlığında bir zihniyetle ve “dedelerinin mezar taşlarını okuyamayan nesiller” kofluğunda bir gerekçelendirmeyle, eğitim iklimini evrensel kültür alanından Ortadoğu Arap İslam dünyasına kaydırmak olduğunu biliyorum.
Yine de Türkiyeli bir genç, yüksek öğrenimde kendi tarihine, sanat-kültür köklerine dönük bir dal seçmek ya da araştırma yapmak istediğinde, mesela Osmanlı mimarî tarihi ya da bilimi, ya da vb., vb. üzerine çalıştığında Arap harflerine, bir ölçüde de Osmanlıca’ya aşina olmalıdır. (Fransa, Almanya, İtalya gibi Batı ülkelerinde kimi dallarda Latince ya da eski Yunanca gibi) Ya da konuya ilgisi, merakı vardır, önü kesilmemeli, istediği dili öğrenip geliştirmesine olanak tanınmalıdır.
İyi de, gerek konuşma gerekse yazı dili olarak Türkçenin hal-i pürmelâli bugünkü vahim düzeydeyken ve her gün biraz daha kötüleşirken, okullarımızda bırakın öğrencileri, öğretmenlerin büyük çoğunluğu Türkçe eksikliği ile malûlken zorunlu Osmanlıca dersi önerisi neye hizmet ediyor, ne amaçlıyor ve daha önemlisi nasıl, hangi yetişmiş eğitimciler tarafından verilecek? Bırakın Osmanlıca’yı Türkçe öğretiminin kalitesi, sonuçlarıyla ortada...
1990’dan bu yana çeşitli yayınlarda redaktör olarak, gazetelerde dergilerde yazıişleri elemanı, düzeltmen olarak çalıştım. En önemlisi de dikkatli bir okurum. İddia ile söylüyorum ki, eğitim şuralarında, ilgili bakanlıklarda, öğretmenler hatta Türkçe, dilbilgisi, edebiyat öğretmenleri arasında bile, “de”nin “da”nın, “ki”nin, vb. ne zaman bitişik ne zaman yazılacağını bilenlerin oranı yüzde onun çok altındadır. En ciddi gazeteleri açın, uzağa gitmeyin t24 dahil ciddi internet sitelerine bakın, reklam spotlarını o gözle inceleyin, haklı olduğumu göreceksiniz.
Türkçe, çok badireler geçirmiş ve geçirmekte olan yaralı bir dil. Doğal seyrine hem Osmanlı eliti hem de Cumhuriyet eliti tarafından müdahale edilmiş. Zenginleşmesi, yapısının sağlamlaşması, kurallarına kavuşması için gerekli çalışmalar, düzenlemeler ideolojik dayatma ve çatışmaların parçası olmuş, hâlâ da oluyor. Minicik birkaç örnek: Kent dersen ilericisin, şehir dersen gerici; örneğin dersen cumhuriyetçi-laiksin, mesela dersen gerici; hikâye tutucu, öykü ilerici, hatırlamak eski, anımsamak yeni.... Bir de uzatma, inceltme işareti sorunumuz var ki, son iki kuşağa mensup televizyon spikerlerlerinden siyasetçilere bir sürü sözcüğü insanı irkiltecek kadar yanlış seslendirmelerinde büyük payı var. Hükümet anlamındaki “kabine” sözcüğünü “kabîle” gibi “i”yi uzatarak söylemek, “nemâ” denmesi gerekirken “ama” der gibi kısa a ile nema demek, “rakip”i, “laik”i, “hasım”ı, “hakem”i “a”yı uzatarak komikleştirmek... vb.
Dilci değilim ama uğraşım, işim ve ilgim - sevgim dile, Türkçe’ye yönelik. Her geçen gün Türkçeyi yoksullaştırdığımızı, bozduğumuzu, kuralsızlaştırdığımızı çoğu zaman çaresiz kalarak gözlüyorum. Yazının başlığı bu çaresizliğin ifadesi zaten.
Galat- meşhur, galat-ı meşru olunca
Başlığı okuyup da, bunda ne yanlış var diye düşündüyseniz galat-ı meşhur ( yaygın yanlış) galat-ı meşru’ya (kabul edilmiş yanlış) dönüştüğü içindir. Mesela, “iki tane (veya adet) kadın” denmez, çünkü Türkçede -hesaplama gibi özel durumlar hariç- sayı bildirmişseniz kaç adet olduğu zaten söylenmiştir. Çok daha önemlisi: canlılar, hele de insanlar için tane veya adet sözcükleri kullanılmaz. (iki adet şehit cenazesi, sözünü duyduğunuzda -ki hem yazılı hem de sözlü medyada çok yaygın bir deyiş- rahatsız olmuyorsanız, yaygın yanlışı içselleştirmişsiniz ve dilin bozulmasının parçası olmuşsunuz demektir.) “Kadın” sözcüğü yerine “bayan”ın ( çoğunlukla baaayan seslendirmesiyle) geçmesi algıdaki bozulmanın dildeki yansıması olarak derin toplumsal-psikolojik nedenlere sahiptir ve şu sıralarda bana göre en irkiltici ama en yaygın galattır. Kırsal-muhafazakâr ahlâk anlayışının İslamî kadın anlayışıyla da pekişmiş zihniyetinin ürünü olan bu kullanım, kadını cinsiyetsizleştirmenin, nesneleştirmenin sözde kibarlık sosuna büründürülmesinin sonucudur. Kadınlık ayıptır, cinsellik çağrıştırır, (bir de tabii kız mı kadın mı diye bir derdimiz var ya!) bu yüzden kadına bayan der kurtuluruz. Sadece resmî hitap olarak önerilmiş Bay ve Bayan sözcükleri (Monsieur-Madame, Mister-Miss, vb) sadece hitaptır; kadın ve erkek sözcüklerinin yerine geçirildiğinde dili yapaylığa ve komikliğe götürürken aynı zamanrda fakirleştirir.
Gelelim şu “yapmak” fiiline. Artık sadece ev, bina, yol, ödev, iş.....yapılmıyor. Her biri için Türkçede ayrı fiiller, farklı sözcükler yokmuş gibi, heyecan yapılıyor, panik yapılıyor, en tuhafı da giriş yapılıyor, çıkış yapılıyor. Televizyonda haberleri okuyan spiker, “An itibariyle kabiiiine üyeleri Başbakanlığın kapısından giriş yapıyorlar diyebiliriz” diyor. Bu “giriş yapmak, çıkış yapmak” öylesine yaygınlaştı ki girmek veya çıkmak diye fiilerin olduğu unutuldu. Bir de ekranda zaten gördügümüz, kesin bir olay için “diyebiliriz” demek de cabası. Bu tarzın daha “entel” daha havalı olduğu sanılıyor belki ama, yapmak ve etmek yardımcı fiileriyle ifade edilen edimler ve durumlar ne kadar fazlaysa o dil o kadar fakir demektir. Biz dilimizi yeni fiillerle zenginleştireceğimize var olan fiilleri giderek azaltıyoruz.
Galat (yanlış) yaygınlaştıkça doğru yanlış sayılmaya başlar. Mesela “aklıselim” sözcüğü... Koca koca profesörler, yorumcular, yazarlar bile aklıselim’i sıfat niyetine kullanıyorlar. Aklıselim adam diyorlar mesela iyi adam, akıllı adam, aptal adam der gibi. Oysa aklıselim, yani “sağduyu” isimdir; doğrusu, aklıselim sahibi adam’dır.
Bu kadar ukalalığı neden yaptım? Birileri Osmanlıca peşinde koşarken dilimiz elden gidiyor, bozuluyor, yoksullaşıyor, kimliksizleşiyor, kuralsızlaşıp kaosa yuvarlanıyor da ondan. Oysa toplumların ve kişilerin kendilerini sözlü-yazılı ifade biçimleri ve olanakları düşünme yetileriyle, kimlik gelişmeleriyle, kültürel zenginleşmeleriyle iç içedir. Dil fakirleşirse, bozulursa, lumpenleşirse, duyguları ifade eden sözcükler, fiiller bilgisayar dilinin mekanikliğine kurban edilirse kişinin de toplumun da düşüncesi daralır, fikir dünyası, sanatı, edebiyatı geriler, sıradanlaşır. Bence başta Eğitim Şurası’na katılan Eğitim Bir-Sen’ciler ve benzerleri için öncelikle Türkçe zorunlu ders haline getirilmelidir. Hatta Şura’ya katılım için Türkçe sınavı konulmalıdır. O zaman Şura’nın kompozisyonunun da nasıl değişeceğini görmek keyifli olur.
Benden de bir öneri: Zorunlu ders Kürtçe
Eğitim Şura’sı vesilesiyle eğitimi tartıştığımız şu günlerde benim de bir önerim var: Kürtçe Türkiye’nin bütün okullarında 4. sınıftan itibaren zorunlu ders olmalıdır. Gerekçem, “dedelerin mezar taşlarını okuyamamak” türünden değil. Bu ülkede nüfusun ortalama yüzde 25’i Kürtse ve Kürtlerle Türkler iç içe yaşıyorlarsa, böyle devam etmesini istiyorsak, Türklerin Kürtçe Kürtlerin Türkçe öğrenmeleri elzemdir.
Anadilinde eğitimi tartışma konusu bile yapmıyorum. Bu hakkı hâlâ teslim etmemiş bir ülke kendi geleceğini karartmaktadır, o kadar. Önerim bütün Türkiye’yi kapsıyor. Çünkü barış deniyorsa, çözüm deniyorsa, birlikte yaşamak isteniyorsa, insanları birbirine en fazla yaklaştıran şey dildir. Dil insanın ülkesidir. Türkçe ile Kürtçenin birlikte konuşulduğu, duyguların, sevinçlerin, kederlerin iki dilde aktarılabildiği bir ülke ne kadar güzel, ne kadar yaşanası olurdu!
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
- Çocukları kefene sokan ruh hastası ilkel zihniyet
24.05.2024 - "Alavere dalavere, Kürt Memet nöbete" mi, hukuka dönüş umudu mu?
14.05.2024 - 1 Mayıs'ta Taksim'e çıkamamanın sorumlusu kim?
3.05.2024 - 1 Mayıs'ta Taksim'e çıkamamanın sorumlusu kim?
3.05.2024 - Istakoz, Maldivler, pahalı saat muhalefeti AKP'nin AK'lanmasına yeter mi?
22.04.2024 - "Kobane düştü düşecek"ten Kobane Davası provokasyonuna
16.04.2024 - Hukuksuzluk değil irade gaspı ve siyasî ahlâksızlık
3.04.2024 - Desteğim DEM Parti'ye, oyum İmamoğlu'na
29.03.2024 - Vicdanını yitirmiş dünyanın vicdanını, ahlakını yitirmiş siyasetin ahlakını savunmak
22.03.2024 - Oy yüzdesiyle ölçülemeyecek kadın: Gültan Kışanak
7.03.2024
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURSessizlik neden en büyük tehdittir? 25.06.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanFatih Altaylı’yı hapse atacağız diye hukuku dibine kadar zorladılar 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSaldırılarla İran’a ‘‘Ölümlerden ölüm beğen’’ denildi 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDış Cephe ateş altında iken İç Cephe ne durumda? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciHer şey yolunda ise bu fahiş faiz nedir? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞDoğru, ülke güvenliği demokrasisiz de sağlanabilir fakat bunu durmaksızın tekrarlamakta bir sorun va 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇSavaşın meşruiyeti ve ahlaki üstünlük meselesi 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluYeryüzü artık bir Vahşi Batı… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA"Masada Milyonlar Var;"Barış, Özgürlük ve Demokratik Toplum İçin Örgütlenmeliyiz 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRİDAMCI İRAN, SOYKIRIMCI İSRAİL DEVLETİ Mİ? 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNİran'ın zor seçimi: Topyekûn savaş ya da taksitle ölüm 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazFıkra gibi ülke ama gel de gül! 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞUCUBE SİSTEM CEHENNEMİ… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanWashington’un İran takıntısının şifreleri 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYRusya, Suriye’den sonra İran’ı da kaybedebilir 22.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUKürt meselesinde CHP’nin yakın dönem öyküsü 21.06.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖcalan İsrail için ne dedi? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Neo-Mussoli’nin “Havuz Medyası” 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTürkiye için bir fırsat: CHP’de yeni kuşak siyaseti 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunDevlet “devletimiz” olur mu? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERZeytin ağaçları ve şirketokrasi 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBahçeli'ye muhalefet ikna oldu da ortağı olmadı mı? 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUYeni milliyetçilik ve Öcalan 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRNihai hedef Türkiye mi? 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçaySıcak yaz 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünOyun içinde oyun… 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye ne yapmalı? 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİModern katil 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEDaha kötüsü her zaman mümkün 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRMHP’nin yeni anayasa hamlesi, köklü bir rejim düzenlemesini mi işaret ediyor? CHP ne yapmalı? 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNÖzgür Özel’in İmtihanı 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENBaas’tan ve İslamcılıktan Sonra 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞSiyasetin (ve biraz da ceplerin) finansmanı, yasalar, AKP ve CHP 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBOŞ UMUT, SONU HÜSRAN 12.06.2025 Tüm Yazıları
Muhammed Demirbaş
Zekat %40 değil 40ta 1 olacak, yani %2,5.