Sezin ÖNEY

Sezin ÖNEY
Sezin ÖNEY
Tüm Yazıları
Türkiye-Avrupa Birliği mülteci zirvesinde gerçekten ne oldu?
12.03.2016
1691

 Türkiye ve Avrupa Birliği’nin Mülteciler konusunda Brüksel’de gerçekleşen zirvesinde, ülkemizin birçok medya kuruluşunun iddia ettiği gibi ‘anlaşmaya’ varılmadı. En iyimser bakışla, ortada sadece anlaşmaya varılması yönünde bir ‘yol haritası’ var.

6 Mart akşamından itibaren Brüksel’de yaşananlar ise şöyle:

Türkiye, politik iradeyi temsil eden başlıca AB liderlerinden biri ile akşam saatlerinde gerçekleşecek ‘çalışma yemeğinde’, daha önce üzerine hiç konuşulmamış bir anlaşma taslağını ‘servis ediyor’. Tabii, arka kapılar ardında asıl teknik detayları ayarlamakla yükümlü bu ülkenin diplomatları şok oluyor. Zira, “Avrupa Başkanı” olarak niteleyebileceğimiz, AB Konseyi Başkanı Polonyalı politikacı Donald Tusk, bir önceki haftayı Balkan başkentleri ve Ankara’yı turlayarak zaten bir anlaşma taslağı hazırlamış. Bu zirvede yapılacak olan, sadece, o anlaşmanın, kamuoyuna sunulması diye planlanmış.

Fakat, beklenmedik bir şey oluyor: bahsettiğimiz yemek.

O olay da şöyle gerçekleşiyor: Başbakan Davutoğlu, 6 Mart Pazar akşamı, Almanya Şansölyesi Angela Merkel’i, Brüksel’deki Türkiye Büyükelçilğinde akşam yemeğine davet ediyor. Yemeğe, AB Dönem Başkanı olan Hollanda’nın Başbakanı Mark Rutte de katılıyor. Yemekte de, Türkiye kendi taslağını servis ediyor. Bu taslağı, görür görmez Alman diplomatların ilk yorumu, özellikle vize serbestisi konusunun çok zor olduğu.

Sonuçta, Brüksel’de o geceye  dair, yemekte sunulan ‘a la Turca anlaşma menüsü’ nedeniyle Merkel’in, bu zirvede anlaşmanın suya düştüğü kanaatine vardığını ve ‘kriz yönetimi’ için harekete geçtiği konuşuluyor.

Buna karşılık, Merkel, Türkiye ile şu veya bu şekilde, er veya geç (Mart ayı içinde) bir anlaşmaya varmaya kararlı. Kaldı ki, bu Pazar günü, 13 Mart’ta, Almanya’da Merkel’in siyasi geleceği için önemli yerel seçimler var. Şansölye’nin umudu, Türkiye ile zirveden zaferle çıkıp, ülke siyasetine de güçlü bir dönüş yapmaktı.

Bir siyasi fiyaskoyu kaldıracak durumda olmayan Merkel, 7 Mart sabahı, aceleyle AB ülkeleri liderleri ile bir araya geliyor ve yeni bir anlaşma taslağı üzerine konuşulmaya başlayacağını dile getiriyor. Öğle yemeğinde, Türkiye delegasyonu AB ülkeleri delegasyonları ile bir araya geliyor ve yemek ertesinde, yeni anlaşma taslağının konuşulacağı upuzun bir toplantı başlıyor.

Bu toplantının da, çok iyi gittiği söylenemez. Normal şartlarda, anlaşmanın kamuoyuna duyurulacağı şekilde planlanan akşam yemeği iptal oluyor.

Onun yerine, anlaşmaya varılacağı yönünde anlaşmaya varıldığı gibi bir açıklama ile konu kapatılıyor. Bu arada, Türkiye’nin taslağından müzakare edilebilir görülen maddeler, Reuters haber ajansına sızdırıldığı için, kamuoyunda şok etkisi yaşanmıyor;zirve sonucunda çıkan yol haritası zaten Reuters’a sızmış olan ‘olabilirler’ üzerine kurulu.

Zirveyi, “çığır açan dönüm noktası” gibi niteleyen iki ülke var: Almanya ve Türkiye.

AB’nin diğer güçlü ülkelerinden Fransa ve Britanya, Almanya’nınki gibi bir ‘anlaşma’ hevesi yok. Hatta, AB ülkelerinden bazılarının, Almanya’yı, zirve öncesi Türkiye ile başbaşa buluşarak ‘açık vermekle’ suçladığı söyleniyor. Britanya’nın Financial Times gazetesi de, Reuters’a sızan taslak için, “Almanya ve Türkiye’nin taslağı” nitelemesini kullanıyor.

Vize serbestisi gerçekçi mi?

Evet ve hayır.

‘Anlaşma yol haritasındaki’ en alıcı maddelerden, “Haziran 2016’ya kadar, Türkiye vatandaşlarına Schengen bölgesinde vize serbestisi tanınması” konusunda ilk açıklama yapanlardan biri Fransa Cumhurbaşkanı François Hollande oldu. Ve Hollande, vize serbestisi için 72 kriterin yerine getirilmesi gerektiğini vurguladı.

Oysa, Türkiye Dışişlerinden yetkililerin kendilerinin verdiği rakamlara göre, Türkiye vatandaşlarının, (sadece) yaklaşık yüzde 10’unun pasaport sahibi olduğunu anımsatalım. Ve tabii, hali hazırda, tüm Balkan ülkelerinin, örneğin Arnavutluk ve Sırbistan’ın Schengen bölgesine vizesiz girebildiğini de. Ve tabii, Kosova, Ukrayna ve Gürcistan’a da 2016’da bu hakkın tanınması yönünde, AB tarafından ciddi adımlar atıldığı ve güçlü bir siyasi irade beyanı yapıldığını da...

Peki, Türkiye ve AB arasındaki yaklaşım farkları tam olarak neler; bir de buna bakalım.

Türkiye tam ne istedi?

Türkiye’nin AB’den talepleri şunlar:

-Vizesiz dolaşımın Haziran’a kadar sağlanması,

-AB üyelik sürecinin hızlandırılması,

-Türkiye’ye verilecek maddi desteğin en az 6 milyar Euro’ya çıkarılması: AB tarafından verilmesi kesinleşen 3 milyar Euro’nun da, Mart sonuna kadar Türkiye’nin hesabına geçmesi,

-Verilen maddi desteğin Başbakanlık bünyesindeki AFAD’a tahsis edilmesi. AFAD’ın bu maddi desteği özellikle, “Suriyelilerin çoğunlukta olduğu yerleşim merkezlerindeki altyapının iyileştirilmesi için” harcaması,

-Suriyelilerin bir kısmının da, Suriye içinde inşa edilecek ‘güvenlikli yerleşim birimlerine’ yönlendirilerek, bir ‘güvenli bölge’ oluşturulması.

-Yunanistan’ın adalarındaki tüm mültecilerin (Suriyeli olsun olmasın) Türkiye tarafından alınması ve buna karşılık, AB ülkelerinin de legal yollardan, geri yollanan her Suriyeli mülteciye karşılık bir Suriyeli mülteci alması.

Buna karşılık AB genelindeki eğilimler şöyle;

-Vizesiz dolaşım için öncelikle hukuki engeller var; ardından da teknik...Politik olarak tüm Schengen ülkeleri ‘hadi tamam’ dese bile (ki bu zor gözüküyor-Macaristan gibi bazı ülkeler Schengen’den çıkmayı bile seçebilir), hukuki ve teknik altyapı hazırlığı birkaç ayda gerçekleştirilemeyebilir.

-AB üyeliğinin hızlanması, prensip olarak üzerine anlaşılması kolay bir konu; çünkü tam üyelik, ucu açık bir süreçle ve nihai sonucu ‘kim öle kim kala’ bir tarihte gerçekleşecek. Kaldı ki, AB liderlerinin genel kanaati, son kertede Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, AB üyeliğini istemediği. AB için önemli olan ise, mülteciler konusunda, bugün yarın, yani çabuk sonuç almak. Onun için, bu talebe ‘tamam’ denmesi kolay; nasılsa tam manasıyla bağlayıcı bir taahüt değil.

-3 milyar Euro’nun bir kısmı zaten Türkiye’ye yollanmış durumda; ama miktarın 6 milyara çıkması, soru işareti. Bunun için üye ülkeler ve AB kurumları bütçelerini yoklamak zorunda.

-AB’nin eğilimi, AFAD gibi ‘yerli ve milli’ değil, Birleşmiş Milletler kurumları ve Dünya Gıda Örgütü (World Food Program) gibi uluslararası yapıların Türkiye’ye aktarılan parayı projelerde kullanması. Bu kurumlar, Türkiye’de bakanlıklar ve kurumlar ile ortaklaşa çalışıyor zaten. AB, paranın inşaattan çok, mültecilerin temel ihtiyaçlarınn karşılanması ve yaşam kalitelerinin arttırılmasına harcanmasını istiyor; örneğin, AB projesi olarak tasarlanacak eğitim projeleri için.

-Bu tekliflerin arasında AB için çekici olan, Türkiye’nin alabildiği kadar mülteciyi geri alması. Türkiye, Yunan Adalarındaki tüm mültecileri geri almayı taahüt ediyor. Hızlandırılmış bürokrasi ile, başka mültecilerin de geri alımı söz konusu olabilir. Buna karşılık Türkiye de, aldığı her Suriyeli mülteciye karşılık, bir tane Suriyeli mülteciyi Avrupa’ya yollayacak. Bu da, ahlak dışı bir insan pazarlığı olmanın ötesinde, uluslararası hukuka aykırı: bunu zaten birçok kilit kurum (örneğin Birleşmiş Milletler), detaylar duyulur duyulmaz vurguladı.

Bunun ötesinde, bu madde, kalifiye, ‘arzulanır’ göçmen olabilecek Suriyelilerin AB’ye alınması ve ‘istemeyenlerin’ Türkiye’ye yollanması anlamına geliyor.

Şimdi ne olacak?

17-18 Mart’ta tekrar bir zirve yapılacak; o zirveye kadar da, ‘yol haritası’ çerçevesinde bir orta yol bulunmaya çalışılacak. Şimdilik, ilk raund zirve için yapılabilecek en doğru özet, “AB ve Türkiye’nin anlaşması ertelendi, ortak sonuç askıda” olur.

Öncelikle, AB liderlerinden gelen veto imaları ve huzursuzlukların dile getirilmesi durumları var.

İtalya Başbakanı Matteo Renzi’nin, nihai anlaşmada, Türkiye’de basın özgürlüğü sorunlarına yönelik bir atıfta bulunulmazsa, anlaşmayı veto edeceği konusunda yorumda bulunduğu iddia edildi. Britanya Başbakanı David Cameron ve Belçika Başbakanı Charles Michel de, Zaman gazetesine el konulması konusu üzerinden Türkiye’de medyaya baskı konusundaki sıkıntılarını Başbakan Davutoğlu’na bizzat dile getirmiş.

Macaristan Başbakanı Viktor Orban, Türkiye’den resmi yollarla da olsa, mülteci gelmesine izin veren bir anlaşmayı veto edeceğini belirtiyor.

Almanya’da da, Merkel’in partisi Hıristiyan Demokratların, kilit Bavyera Eyaleti şubesi/kardeş partisi Hıristiyan Sosyal Birliği (CDU), Türkiye’ye vize serbestisine kesinkes karşı olduğunu açıkladı.

Ayrıca, Birleşmiş Milletler başta olmak üzere Suriye’de mültecilerle konusunda  çalışan bir numaralı adres olan kuruluşlar ve Sınır Tanımayan Doktorlar (Doctors Without Borders) gibi örgütler, AB’nin ‘mültecileri topluca Türkiye’ye iade edeceği’ bir anlaşmaya yapmasının hukuka aykırı olacağını belirttiler.

Gelecek haftaya kadar, tarafların diplomatları daha çok yorulacak gibi duruyor. Ama herşeyden önemlisi, Türkiye’de basına yansıyanlarla, gerçekte olanlar arasında bir uçurum var. Karartma altında yaşadığımız gerçeği, bir kez daha acı şekilde ortaya çıkıyor.

SEZİN ÖNEY / HABERDAR 


Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar