Namık ÇINAR

Namık ÇINAR
Namık ÇINAR
Haberdar Tüm Yazıları
Kemalist gericiler
14.11.2011
3136

 Bağnazlıkları “10 Kasım” vesilesiyle yeniden yoğalan tv’ler ve gazeteler yüzünden, Kemalizm meselesine bir kez daha dönüp, değinme gereği duydum kendimde.

Kemalistler’deki çürümüşlüklerin artık doruklara vardığını, kapağını ancak burnunuzu tutarak açabildiğiniz bir konserveninki gibi “derin devlet”in, ortaya bir bir saçılan suç ilişkilerinin “1 numarası” olarak, Atatürk’ü bile gösterecek kadar zıvanadan çıkmalarından anlıyorsunuz.

Eleştirel yaklaştığı için, gazeteci genç bir hanımı dillerine dolayıp sövgüler düzmeleri, izinden yürüdükleri Atatürk’ün kadınlara karşı sergilediği o bilinen nezaketinin ayak izlerine de uymuyor üstelik.

Mustafa Kemal’in, çocukluğundan itibaren adım adım geliştirdiği masalsı bir misyonla Türkiye’yi tek başına kurtardığına, şöyle böyle değil, seçeneksiz ve tartışmasız, bilim dışı bir fanatizmle inanan bu hastalıklı kesimler; sosyo-politik ve ekonomik anlamda ona atfettikleri sistemden daha iyi bir yolun asla olamayacağına, bizim adımıza karar verip dayatan, toplumsal gelişmemizin önündeki son tıkaçlardır.

Olup bitenleri kavramak bakımından, kısaca göz gezdirmek üzere geçen yüzyılın başına dönersek; Osmanlı’nın dağılması sürecinde, İttihat ve Terakki paşalarının ilerici ve kurtuluşçu sanarak sarıldıkları solidarist ideolojinin, Cumhuriyet’e de yansımasından başka bir şey değildir, Kemalizm.

Mütareke sonrasının Anadolu ve Trakya’sında, halkın içselliğinden türeyen bir kurtuluş hareketi, ilkin yerel ölçeklerde filizlenmiş, giderek üst üste binen “bölgesel halk kongreleri” yoluyla boy atmış ve nihai olarak Ankara’daki “daimi kongre” ile de, ulusal bir karakter kazanmıştır.

Oysa, böylesi bir dilin kullanılmadığı resmî tarihten farklı olarak, Mustafa Kemal ve arkadaşları, sözünü ettiğimiz süreçlere sonradan katılarak müdahil olmuşlardır. Uyuşukluk içinde imiş de, sanki İstanbul’dan gelen İttihatçılar’ca uyandırılmış gibi gösterilmesi, hem bu halka karşı işlenmiş büyük bir ayıba, hem de akıl almaz saygısızlıktaki tarihsel bir yalana tekabül eder. Bu halk, Mustafa Kemal ve arkadaşları olmasalardı da, zaten ulusal kurtuluşa doğru evrilmekte olan bir kalkışmanın içindeydiler. Olup bitenleri görmeyip, tersini düşünmek; bir kurtarıcı yaratıp yüceltmek uğruna, kaş yapayım derken göz çıkarmaya benzemektedir.

Nitekim,“1921 Anayasası” katılımcı, çoğulcu, yerelci ve demokrasiye teşne ruhuyla; sürecin, Önderlik Grubu’nun üstünlük kuramayıp, henüz tam anlamıyla kontrol altına alamadığı koşullardaki ürünüdür. Kendiliğinden halk hareketleri ile, Osmanlı İttihatçıları’nın Anadolu çıkarması, 1921 Anayasası’nın tenceresinde hep birlikte kaynayamayacak; kazanılan zaferin de gücüyle, egemenliklerini nihayet ortaya koymuş bulunan Mustafa Kemal ve arkadaşlarından oluşan askerî kanat baskın gelecek; ve ilk iş olarak Meclis’teki halk kanadını tasfiye edeceklerdir.

Ardından 1924’te, mevcut anayasa alelacele kaldırılmış; yerine, önder eksenli, tepeden inmeci, kurtarıcının âdetâ yarı Tanrı’ya dönüşeceği kutsallıklarla mücehhez, jakoben ve solidarist bir anayasa yapılmıştır.

Şimdi bugün kalkıp, takriri sükûn kanunlarıyla, istiklâl mahkemeleriyle ve gece sofralarıyla yönetilen antidemokratik bir yapıya övgüler düzebilmek ve hele hele aynı koşulları hâlâ özleyebilmek için, insanın aklından zoru ve izandan yoksun olması gerekmez mi?


“O dönemin koşulları farklıydı; eğitim sıfırdı ve o yüzden demokrasi olamazdı”
, demek; bugünün en eğitimlilerinin en katı anti-demokratikler oldukları gerçeği karşısında çürüyecektir.

Kaldı ki, “yarın Meclis’e kanun teklifi olarak Cumhuriyet’i önereceğiz” demek yerine,“arkadaşlar, yarın Cumhuriyet’i ilan edeceğiz” demek arasındaki fark; demokrat olanla, dikte ederek dayatan arasındaki farkı ortaya koyar. Bunu anlayamayanlar, doksan senelik süreci de, geri kalmışlığı da kavrayamazlar.

Hepimiz bilmekteyiz ki, 1920’leri savunanlar da, eleştirenler de, aslında bu tartışmaları bugün adına yapmaktadırlar. Yani, Kemalist rejimin sürmesi ya da terk edilmesi kavgasının, günümüz açısından önemini koruduğunu hangimiz yadsıyabiliriz?

O nedenle, birazcık aklıselim sahibi olanlara, demokratik olmayan bir şeyin, önünde sonunda kötülük getirdiğini anımsatmak isterim.

Bir de kalkmış enikonu, Bursa Nutku’nu tartışıyorlar; Atatürk söyledi mi, söylemedi mi, diye. Oysa, iz’anı olan herhangi biri, o metnin övünülecek bir tarafı olamayacağını görür hemen. İnsan hiç, kendisinin de Cumhurbaşkanı olduğu bir devlete ve onun meşru organlarına karşı, tutup da bir ayaklanmayı kışkırtır mı? Ben bile yakıştırmam Atatürk’e, bu akıl dışı tutumu. Böyle şeyleri Saddam gibi, Kaddafi gibi adamlar yaparlar, olsa olsa.

Gelin görün ki, Kemalistler onları da takdirle yâd etmediler mi, Allah’ınızı severseniz? Hâttâ destek olmak üzere, kendi halkına ateş açan Beşsar Esad gibi bir zorbaya heyet dahi gönderme aymazlıklarını işlemediler mi?

Tabii dönüp bana da, “daha ne bekliyordun ki” derseniz, onu da anlarım, doğrusu. Çünkü gerçekten de, bu çizginin insanları, Kemalizm’in kala kala Müjdat Gezen ile Levent Kırca’lara kaldığının ayırdına nihayet varmış olmalılar ki, konken masalarından fırsat bulurlarsa, genellikle sarıya boyalı saçlarının arkasına gizledikleri sözüm ona Batıcılıklarının sabun köpüklerini, rantiyesi oldukları ana arterlerde, ilericiliklermiş sanısıyla, sinirli sinirli üfürmektedirler.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar