Markar ESAYAN
Yaşlılık, yalnızlık, birliktelik ve her iki durumda da, ister yalnız, ister hayat arkadaşımızla olalım, bir noktada yüzleşmek zorunda olduğumuz ölüm. Haneke’nin son filmi Aşk’ı (Amour) izlerken kafamda oluşan ana kavramlar bunlar oldu.
Haneke’nin akıl ve sert karşılaşmalarla Batı insanlarını yeniden duyguya, aslında beden ve ruhun yeniden birleşmesine çağırması beni her zaman etkilemiştir. Aklı kutsallaştıran, pozitivist, yüksek kültür kurmakla daima gururlanmış, bireyselliğin hükümranlığı içinde bir süre zafer turları attıktan sonra, o aklın soykırımlara, atom bombalarına ve birkaç milyar aç insanın varlığına da yol açtığına, modern devlet ile faşizm ve Hitler gibi mahvoluş için ileri teknikler kullanan diktatörleri de yarattığına tanık olan Batı uygarlığı...
Şimdi, Haneke gibileri sayesinde yine o aklın içinden geçerek insanın bütünlüğüne ulaşmaya çalışılıyor. Aklı etkilemeden, o katılığı kırmanın bir imkânı kalmamıştır diye düşünüyor olmalılar. Aklı yok sayan premodern insanla, ruhu idam eden modern insanın birbirine ısınma, birleşme çabaları, son elli yılın alttan alta giden en önemli meselesi olabilir mi?
Birlikte yaşlanan Anne ve Georges’un hazin hikâyesi... Bu hikâye Batı’da ancak böyle yaşanabilirdi. Batı uygarlığının her şeyi ölçen, biçen, öngören, düzenli, estetik ama mutlaka fonksiyonel küçük bir modelini bize sunan, iyi konumdaki geniş odalı evlerinde, aslında birlikte huzur içinde ölmek için her şeye sahiptir yaşlı çift. Ev geçmişten geleceğe, aydınlanmanın başladığı tarihlerden Batı’nın son keşfi aletlere kadar Batı’nın bir özeti gibidir. Birbirlerine mesafeli bir hayatları olduğu, bireyselliklerini itina ile korudukları, yüksek entelektüel tartışmalardan, Schubert dinlemekten oldukça keyif aldıkları, ama bu mesafeye rağmen birbirlerini oldukça sevdikleri de her hâllerinden bellidir emekli çiftin.
Ama Anne felç geçirir. Bir piyano öğretmeni için hazin bir durum. Öngörülememiş ve ölçülmemiş bir yaşam kazası. Ama hâlâ her şey kontrol altında. Georges, Anne’e bu zorluğu atlatacakları ve ona yardımcı olacağı sözünü vermiştir. Modern tıp, Georges’un kararlı, güçlü karakteri ve tabii ki eşine duyduğu derin sevgi ile aşılabilecek, kontrol altına alınabilecek bir felakettir bu hâlâ.
Ama Georges da artık çok yaşlı ve çok yorgundur...
Lakin dua etmeye, yatırları ve aktarları ziyaret etmeye, dostlarla dayanışmaya, bütün akrabaları eve çağırıp olağanüstü durumlar yaratmaya gerek yoktur. Dertlenmek ve sızlanmak ise oldukça uzak bir hayatın bilinmez hisleridir; daha çok Doğu’ya özgüdür. Bunlar arkaik dönemde kalmış ve Batılı insanın çoktan unuttuğu duygular ve davranışlardır.
Aynı tecrübeyi ben de yaşadığım için mukayese etme imkânına sahip oldum.
Babam beklenmedik bir felç geçirdiğinde... Onun iki küsur sene süren ölüm yolculuğunda ona eşlik eden, nelerin yaşanacağını iyi bilen ben, filmi sanki daha önce izlemiş hissine kapıldım. Tabii ki ben, Batı ile Doğu arasında kalmış bir melezdim. Anadolu kökenli ama kentli bir Türkiyeli olarak, filmde bana dair hisleri de buldum, Doğu’ya ait olanların eksikliğini de fark ettim.
Doğru veya yanlış, kim yargılayabilir? Biz de babamızı, ölümü beklediği son safhasında hastaneye yatırmamıştık. Ev kutsal bir mekândı ve kişi son nefesini orada vermeliydi. Babama bunu borçlu olduğumuzu düşünmüştük. Annemin ve kardeşlerimin sağlığının bozulmasına yol açan haddinden fazla hele bir Batılı için fedakârlıkta bulunmuştuk. Doktorların, kalbinin dörtte üçü kasılmayan felçli bir insanın öngörülenden çok daha fazla ve yüksek kalitede yaşamasına biçtikleri neden de, bu özen ve sevgiydi.
Ama Georges, artık gücü tükendiğinde ve Anne ikinci felci geçirip gittikçe kötüleştiğinde, sevdiği kişinin acılarına eliyle son verip, bizim gibi çokluğun değil, yalnızlıklarının mabedi hâline gelmiş evlerinde ölümü seçtiğinde, bunun sarsıcı olmadığını ve benim buna tepki duymadığımı nasıl söyleyebilirim?
Ama yargılayabilir miyim? Hayır... Bir olgudan bahsediyoruz. Hikâyelerin bizim ve filmdeki gibi gerçekleştiği o kadar çok durum var ki! Sonra ne Batı’yı, ne de Doğu’yu kategorize edebiliriz artık. “Batı’da böyle durumlarda bu yaşanır, Doğu’da da bu” deme yetkisine sahip değiliz.
Beni sadece insanın kendini birleştirme, toparlama çabaları, hayat, ölüm ve zorluklar karşısında verdiği tepkiler, tercih ettiği yöntemler ilgilendiriyor.
Ölümü tek mi karşılamak daha iyi, bir hayat arkadaşının eşliğinde mi? Vazgeçmek mi, sonuna kadar gitmek mi doğru?
Sanırım, hepsini de birarada istiyoruz. Evrensel mutsuzluğumuzun nedeni de bu. Ölümlü bir bedende, sonsuz bir ruha sahip olma çelişkisi.
Yazarlar
-
İlhami IŞIKYeni Süreç, korkular ve umutlar 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakKadife eldiven zamanı 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunÖzlemek ne uzun bir mesafe, Dersim… 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilYolsuzluk: Çürümenin Kurumsallaşmış Hali 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRBU KOMİSYON NE ÇÖZER? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUÇevremiz çok bilinmeyenli bir denklem gibi, yoksa bilinebilir mi? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayBir dönüm noktasında mıyız? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanDevleti yönetenler milletlerine güven vermek istiyor olsaydı… 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNE“Norm Devlet” üzerinde 19 Mart gölgesi 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezTeo-politik inşaya karşı dinsel bireycilik: İtaat mı? İtiraz mı? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolYargı niye böyle? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUSiyaset CHP’siz, CHP siyasetsiz olmaz 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİHakan Fidan'ın diploması 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNÜretici Güçlerin Gelişiminin Motorlarından Biri Olarak Toplumsal-Sınıfsal Mücadeleler 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluGeri dönülmez çözümde son düzlük... 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasHükümet yalanladı konu kapandı 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURMehmet Ali Sebük’ü neden kimse hatırlamıyor? 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENSüreç Olmasaydı 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanAK Parti kendini nasıl bu hallere düşürdü… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçKürt sorunu, komisyon ve Marx… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÇeteler çağı ve muhteşem çöküş… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: “İmralı’da Bir Mahkûm” 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarŞeffaf, açık ve çoğulcu 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluKalorifer kazanından rektör danışmanlığına ve öğretim görevliliğine uzanan yol: Sahte diplomaya ne g 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTUtanmazlığın ve Çürümüşlüğün Belgesi: Sahte Diploma Skandalı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇİsa’nın takipçilerine sığınan Muhammed’in takipçileri 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraÇağdaş Türkiye 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazAYM kararı yargıyı bağlayacak mı? 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞAdemimerkeziyet: Dikey güçler ayrılığı ya da paylaşımı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEKaş yaparken göz çıkarmak 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUDemokratlar, ümmetçiler, ırkçılar 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERİki öncü şirkete nasıl sızıldı: Denetimsizliğin çürüttüğü devlet 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞMeslek liseleri tartışmaları (1) 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜR‘Dijital devlet’ işgali: Girilmedik kurum yok! 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezEkonomiyi düzeltmekle iş bitmez 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZTerörsüz Türkiye hedefi: Hukukun ve siyasetin rolü 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNKalemşörler ve Çubuk Ustaları da Silah Bıraksın! 5.08.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
9.05.2019
2.05.2019
24.04.2019
21.04.2019
18.04.2019
16.04.2019
13.04.2019
10.04.2019
3.02.2019
28.03.2019