Mümtazer TÜRKÖNE

Mümtazer TÜRKÖNE
Mümtazer TÜRKÖNE
Tüm Yazıları
Öcalan’a uzanan iktidarın mahcup eli; Fatih Altaylı’ya inen Adaletin tahta kılıcı
1.12.2025
72
Kanunda yer almayan bir suçtan dolayı, Türkiye’nin duayen gazetecilerinden birinin, Fatih Altaylı’nın mahkûm edildiği bir ülkede, İstihbaratçısından diplomatına, siyasetçisinden bürokratına hiç kimse Kürt Sorunu gibi bir esaslı soruna çözüm bulamaz. Türkiye ekonomik krizden çıkamaz. Hiçbir sözün, hiçbir kefaletin değeri olmaz.

Fatih Altaylı dün serbest bırakılsaydı, eminim kameranın karşısına geçip, Komisyon adına yapılan İmralı ziyaretini elekten geçirirdi.

Meslekten gazeteci olmadığımdan olsa gerek, gazetecilerin, yani habercilerin ve tabii bu mesleğin sınırında yer alan haber-yorumcuların ayrıntı dikkatini ilgi ile takip ediyorum. Sinekten yağ çıkarıyorlar. Gözden kaçanları pertavsızla arayıp buluyorlar, sonra da gözümüze sokuyorlar.

Öcalan’ın meşrû muhatap olarak tescil ve ilan edildiği İmralı seferi ile ilgili üretilen magazin haberleri, meselenin özünü gölgede bırakırken, yine de gazetecilerin eleğinden geçenler önümüzü aydınlatmaya devam ediyor. CHP, belediye soruşturmaları ile kuşatılmış durumda, hareket dahi edemiyor. AK Parti cenahı, mahcup bir yüzle saklambaç oynuyor; iktidar sahibi olmanın kaçınılamayacak ağır yükü altında eziliyor, siyaset üretemiyor, kuru yaprak misali sonbahar rüzgârlarının önünde savruluyor. DEM, işi bozarız endişesi ile kahveyi soğutarak yudumluyor, çok şey biliyor ama çok az şey söylüyor ve hiçbir şey yapmıyor. Bahçeli’nin “Şu Çılgın Türkler” iradesine, MHP’liler sıkı disiplinleri sayesinde zor da olsa ayak uyduruyor. Meydan Müsavat Dervişoğlu’nun, Ümit Özdağ’ın tasarrufunda. Onlar da aksiyona, “kötü polis” rolünde entrika ve heyecan katmaya çalışırken zorlanıyorlar.

Türkiye, ağır yükleri, kabak lastikleri, safraları ve frensiz direksiyonu ile keskin bir dönemeci alırken, istikamet, tedbir, strateji ve her türlü soruna çözüm adına yol alırken, Bahçeli’nin inisiyatifi ve Öcalan’ın ince işçiliği dışında kimse siyaset üretmiyor, üretemiyor.

İktidar kanadı, far ışığına yakalanmış tilki gibi donmuş vaziyette, hareket edemiyor. Medya dünyası alçak bir tabureye çökmüş, önündeki huzursuz inekten süt sağmaya çalışıyor. Süt kovası her an devrilebilir, inekten sağlam bir tekme gelebilir.

Hukuksuzluk, akıl kaybı demektir:

Bütün bunların hepsinin tek sebebi var:

Fatih Altaylı’nın, Türk Ceza Kanununda yer almayan bir suçtan dolayı mahkûm olması.

Fatih Altaylı mevcut olmayan bir suçtan dolayı tutuklandı ve nihayet mevcut olmayan aynı suçtan 4 yıl 2 ay hapis cezasına çarptırıldı.

Olacak iş değildi, oldu.

Halbuki Ceza Hukukunun en temel prensibidir: “Kanunsuz suç olmaz.”

“Cumhurbaşkanını tehdit suçu” diye bir suç, Ceza Kanunumuzda yok. İsterseniz arayın, bulamazsınız. Mahkeme Altaylı’ya cezayı, “Cumhurbaşkanı’na suikast ve fiili saldırı suçu”nu (310) düzenleyen madde ile, umum için geçerli olan “tehdit” suçunu (106) harmanlayıp, kazanda yüksek ısıda kaynatıp, kimyasal tepkimeye sokup nihayetinde ne gerekçede ne doktrinde ne de içtihatlarda yer almayan yeni bir suç icat ederek hüküm tesis etti. Ve üstelik bu işlemi Ceza Hukuku’nun yine başlangıç prensiplerinden olan ve Hukuk Fakültesi öğrencilerinin birinci sınıfta ezberledikleri “yorum yoluyla suç tanımını genişletme yasağı”na rağmen yaptı. Bu yasak hüküm tesis eden hâkime, kanunda tanımlanan suçu “kıyas ve yorum yoluyla genişletemez ve esnetemezsin” yasağını açık bir talimat olarak getiriyor. Ceza Muhakeme Usulü kitaplarında vurgulandığı üzere, kanunun gözettiği amacın aksine sonuç verecek şekilde, kıyas veya yorum yoluyla temel hak ve özgürlüklere ilişkin normları daraltıcı, istisnai normları genişletici şekilde hareket etmek mümkün değil. Kanunda Cumhurbaşkanına hakaret suçu (299) istisnai bir hüküm olarak, ayrıca düzenlenmiş; ama tehdit suçu için Cumhurbaşkanına has özel bir istisna getirilmemiş.

Çünkü, gerektiği gibi korunan cumhurbaşkanına karşı tehdit suçu işlemek ve bu suçun yol açtığı tehlike ve zararı yaratmak neredeyse imkânsız. Bu sebeple hiç kimseye cumhurbaşkanını tehdit suçundan, fiili saldırı suçunu, umumi tehdit suçuyla harmanlayıp genişleterek ceza vermek hukuktan önce akla ve mantığa aykırı.

Kısaca, Fatih Altaylı kararında hukuk ve adalet kaybından önce aleni olarak bir rasyonalite, yani akıl kaybı ortaya çıktı. Weber, otoriteyi sınıflandırırken, geleneksel ve karizmatik otorite karşısında modern-evrensel otoriteyi “hukukî-rasyonel otorite” olarak tanımlar. Bu otorite türü bize hukuk olmadığı takdirde aklın da kaçıp uzak bir memlekete göç ettiğini anlatır.

Anayasa’nın açık ve amir hükmüne rağmen, ilk derece mahkemesi AYM kararına, sanki yetkisi varmış gibi “bu yoruma katılmıyorum” diyerek uymadığı zaman, sadece anayasal düzen değil, ülkenin akıl ve ferasete dayalı tecrübe birikimi ve aklı özgürce kullanacağınız güven ortamı da yerle bir oluyor. Anayasa’nın 90. Maddesine göre uymakla yükümlü olduğunuz AİHM kararını yok saydığınız zaman hukuk ve akıl da ortadan kalkıyor.

Önünüze çıkan sorunları çözmek için seferber edeceğiniz mantık ve muhakeme zinciri çöküyor. Gerçeklerle hayaller birbirine karışıyor. Ülkeye şizofrenik bir ikilik hakim oluyor. Bırakın devlet tecrübesi ve bilgeliğini “Devlet aklı” diye yüceltilen kurumsal refleksleriniz, yetenekleriniz felç oluyor. Bedenî ve zihnî yetenekleri dumura uğramış, yoğun bakımda kendisine bile faydası olmayan bir “hasta adam” oksijen tüpüne bağlı nefes alıp vererek hayata tutunuyor.

İktidarın pozisyonu, çocukların saklambaç oynarken perdenin arkasına saklanmasına benziyor. Vücudun yarısı perdenin altından görünüyor ve hareketsiz duramadığı için perde sürekli sallanıyor. Üstüne bir de “ben burada yokum” diye sesleniyor.

Türkiye’nin en temel sorunu olan Kürt sorununu, tam da iktidar değişimi sürecinde çözmeye çalışıyoruz. Suyu geçerken at değiştiriyoruz. Dengelerin bozulması, atın üstündeki süvariyi atmaya kalkmasından.

O hukuk, buraya, bu ülkeye eninde sonunda mutlaka gelecek. Gelmezse, aklınızı işletemezsiniz, çıkarlarınızı koruyamazsınız, ekonominizi düzene sokamazsınız, geleceğinizi kurtaramazsınız. Yok olur gidersiniz.

İmralı gündemi ile milinden çıkmış değirmen taşı gibi sağa sola savrulmamızın sebebi işte bundan ibaret.

Tekrarlayayım: Kanunda yer almayan bir suçtan dolayı, Türkiye’nin duayen gazetecilerinden birinin, Fatih Altaylı’nın mahkûm edildiği bir ülkede, İstihbaratçısından diplomatına, siyasetçisinden bürokratına hiç kimse Kürt Sorunu gibi bir esaslı soruna çözüm bulamaz. Türkiye ekonomik krizden çıkamaz. Hiçbir sözün, hiçbir kefaletin değeri olmaz.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar