Cemil ERTEM

Yalan dünya....
8.02.2015
1950

 Türkiye, şu veya bu şekilde, yakında yeni bir hükümetle tanışacak. Şimdi bir yığın koalisyon senaryosu tartışılıyor, bir koalisyon hükümeti kurulsa bile, bunun 2019’a ulaşması, yalnız Yunanistan’da olanları hesap ettiğinizde bile, zor gözüküyor. 

Koalisyon iktidarı, öncelikle ekonomi alanında kesimler arasında-zorunlu- ittifak anlamına gelir. Bu da, ekonomi alanında çoğu alanda geri çekilmek, belli dengeleri gözetmek, kaynak transferlerini dondurmak dolayısıyla, tornistan olmasa bile, makineleri durdurup demir atmak demektir. Herkesin krizden çıkmak için pedal çevirmeye çalıştığı bir zamanda siz, durarak düşmekten kurtulabilir misiz? Hayır tabii ki... 

Tartışmamız gereken... 

O zaman belki de tartışmamız gereken hükümetin koalisyon olup olmamasından ziyade; yeni hükümetin hangi ekonomik dengeler üzerinden kurulacağı ve nasıl bir ekonomi-politikası izleyeceğidir... Aslında bu tartışma seçim öncesi başlamıştı. Seçim öncesinde iç ve dış ekonomi çevreleri-bunlara genellikle “piyasalar” deniyor- AK-Parti’nin tek başına iktidar olacağı varsayımı üzerinden bu iktidarın nasıl bir ekonomi yönetimi dolayısıyla ekonomi-politikası izleyeceğini tartışmaya açmıştı. 
Genel olarak burada iki temel cephe olduğunu söyleyebiliriz. Birincisi AK-Parti’nin 2002-2008 arasında belirginleşen ekonomi yolunun devam etmesi gerektiğini savunan ve daha çok neoliberal iktisadi anlayışa dayanan finans ekonomisi çevreleri... İkinci anlayış ise, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 2008’den sonra, IMF ile anlaşma yapmayarak, yeni, özgün ve riba ekonomisi karşıtı bir yol üzerinden geliştirdiği üretim öncelikli ekonomi anlayışı...  
 Birinci anlayış, Türkiye’nin öncelikle mali istikrarı sağlaması ve buna bağlı olarak genel ekonomik istikrar ve kalkınmayı gerçekleştireceğini savunuyordu. 
Bu bakış açısı, küresel sistemin gidişatından ve sinyallerinden çok ayrı bir para ve maliye politikasının zaten etkin olamayacağı varsayımından hareket eder. Yapılması gereken, ayağını yorgana göre uzatmak, yatırım ortamını iyileştirmek, “bağımsız” kurumları ve merkez bankasını küresel sisteme uygun hale getirmek, bütçede ipin ucunu kaçırmamak gibi çok yerel derinliği olmayan dümen tutma patikası işleridir. 
Bu bakış açısı, AK-Parti’ye, özellikle 2008 krizinin dalgalı ortamında önemli bir avantaj kazandırmış ve Türkiye’nin üzerine akbabaları çekmeden ülkenin yüzmesini hatta belli ölçülerde büyümesini sağlamıştır. 

Yunanistan’ı batıran benzer politikalar...

Ancak 2008 krizinin ilk artçı dalgaları geçtiğinde, özellikle Erdoğan yeni bir yolun gerekli olduğunu söylemeye başlamıştı. İşte 2008 yılı bu açıdan bir kırılma noktası oldu. Aslında, tam şimdilerde, TÜSİAD kaynaklı sermaye, Türkiye’de, 2002-2008 yılına kadar olan “örtülü” koalisyonu yeniden kurmaya çalışıyor. Bugün CHP’nin ekonomi kadrolarının ekonomiye bakışı da-yukarıda anlattığımız- birinci anlayıştır; hiçbir farkları-zerre kadar bile- yoktur. 
Şimdi yeniden ve bu perspektiften Yunanistan dersine bakalım. Yunanistan’ı büyük batışa sürükleyen büyük borçlanma seksen yılların başında PASOK iktidarları ile başlamıştır.  GSYİH’nın yüzde 20’lerinde başlayan borçlanma süreci Simitis iktidarında yüzde yüzü aşmış durumdaydı. Papandreou iktidarları, silahlanma başta olmak üzere, her sosyal-demokrat iktidarda görülecek yağma sistemini uyguladı. Ama bu yağma ve silahlanma akılsızlığını Yeni Demokrasi iktidarları neoliberal politikalarla tamamladı. Dolayısıyla Yunanistan’ı batıran bir neoliberal-sosyal demokrat (yağmacı devletçi) anlayıştır. Sanıldığı gibi bu iki yol birbirinin alternatifi değildir. Tam aksine birbirini tamamlar ve biri olmadan diğeri ayakta kalamaz. Türkiye’ye bakınca bunu görürsünüz. 

Büyümeyi düşüren düşer...

Tam şimdi, Türkiye, yeniden IMF’ci politikalara teslim olsun diyen sermaye çevrelerine bakın, bunların önde gelenlerinin sermaye birikimi CHP’nin tek parti iktidarındaki devletçi yağmaya ve kaynak aktarımına dayanır. Yine bu sermaye çevresi 27 Mayıs başlangıç olmak üzere, bütün darbeleri teşvik etmiş ve darbe süreçlerinde inşa edilen yağmacı neoliberal politikalarla palazlanmıştır. 
O halde, Türkiye’de şu an aklı başında herkes, kısır koalisyon tartışmaları yerine, Türkiye’nin yeni büyüme stratejisini tartışmalıdır. 
Bugün MÜSİAD’dan TİM’e kadar Türkiye’nin ekonomisini ve geleceğini belirleyecek sivil ekonomi kurumları, Türkiye’nin bu dönemde, yeni bir büyüme ve kalkınma politikasını geliştirmesi gerektiğini söylüyor. Ama bu kuruluşlar bunun hangi siyasal bileşimde mümkün olacağını ve stratejik ekonomi kurumlarımızın yolunun, donanımının da nasıl olacağını da somut olarak söylemelidirler. Bugün sivil toplumun, seçmenin dediğini yapmayan iktidarın sonu bellidir. Artık her seçmen, Yunanistan’ın neden battığını, hangi ekonomi-politikalarının kendi lehine olduğunu, hangi adımların sermaye çevrelerinin cebini doldurduğunu biliyor. 
Yunanistan örneği halka rağmen artık adım atılamayacağını bize gösterdi. 

Artık çürümüş olanı tartışacağız... 

Öncelikle referandumda çok yüksek sayılabilecek bir oranda hayır oyunun çıkması çok anlamlıdır. Burada referandumdan hemen sonra istifa eden Yunanistan Maliye Bakanı Yanis Varoufakis'in şu sözünü hatırlatmak isteriz; Varoufakis, Almanya Maliye Bakanı Wolfgang Schauble’nin, Varoufakis için, Varoufakis, Alman hükümetine güvenini kaybetti demesine karşın “ hiç bir zaman güvenmedim ki, ben yalnız Yunan halkına güvenirim” demişti. Varoufakis haklı çıktı, referandumdan Almanya’nın istediği ve Yunanistan’a dayattığı değil, Yunan halkının çıkarları doğrultusunda bir sonuç ortaya çıktı. Öncelikle bu sonuç, yalnız Yunanistan için değil, Yunanistan benzeni ülkeler için de çok önemli bir gelişmedir. Bize göre Yunanistan referandumunun iki önemli konuyu tartışmaya açmıştır. 
Birincisi bir Bretton-Woods kurumu olan IMF’nin yetmişli yıllardan beri gelişmekte olan ülkelere dayattığı neoliberal yoksullaştırıcı politikalar bitmiştir. Artık bu politikaların resmi olarak IMF ve benzeri kurumlar aracılığıyla gelişmekte olan ülkelere dayatılması mümkün değildir. İkinci tartışma alanı Avrupa’da Almanya’nın ekonomik ve politik önderliğidir. Yunanistan referandumu Almanya’nın ikinci yenilgisidir.  2005-2007 arası Avrupa Birliği Anayasası oylamalarında küçük AB ülkeleri referandumlarında anayasa taslağına onay vermemişti. Aslında bu Almanya’nın dayatmasına hayırdı. Şimdi ise Yunanistan halkı Almanya’nın dayattığı ekonomi-politikalarına güçlü bir şekilde hayır dedi. Bu sonuç, bize göre, yalnız AB çapında değil, dünya çapında yeni bir dönemin ilk adımıdır. 
Bu referandumun uzun vadeli sonuçları ise, 1944 Bretton-Woods anlaşmasyla başlayan para sisteminin de-facto olarak bitmeye başlamasıyla kendini göstermeye başlayacaktır. Yani şu anda Almanya merkezli AB bu haliyle bitmiştir ama geleneksel dünya finans sistemi ve onun bütün öğretileri de büyük bir yara almıştır ve tartışmaya açılmıştır. 
Aslında bu “yalan bir dünya” idi, biliyorduk ama anlatamıyorduk, artık daha kolay anlatacağız. 

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar