Leyla İPEKCİ

Işığın simyası
8.05.2012
2230

Dünya, iki gece önce yılın en büyük dolunayını görmüş.

 

Aya en yakın olduğu günü geride bırakmış dünya. 'Ay Yerberisi' olarak adlandırılan bu günde ay, yüzde 14 daha büyük ve yüzde 30 daha parlak görünmüş. Dünyabülteni'ndeki habere göre, geçtiğimiz yıl 19 Mart'ta yaşanan yerberide ay 400 kilometre kadar daha yakından geçmişti. O gece ayın halesine bakmak bende ve etrafımdakilerde aşkın hisler yarattı. Hiçbir şekilde müdahil olmadığımız, bizim dışımızda ve bize rağmen olan, oluşan şeylere bakmak böyle hisler yaratıyor galiba insanda. Öyle ya, aya 'küçül' desek veya 'bir gece daha böyle kal' desek anlamsız olur! Onun genleriyle oynamamız da imkânsız. Geceyle gündüzün iç içe geçişini değiştirecek bir aşılama yöntemi de bilmiyoruz.

Dolunayın bizlere sunduğu manzaraya bakarken, acziyetimizin bir zavallılık değil, varlığımızın kemali için bir nimet olduğunu idrak ediyoruz belki. 'Ol' emrinin içindeyiz varlığa büründüğümüzden beri. An'ın sonsuzluğunda... Ve şeylerin olmasındaki, değişip dönüşmesindeki, devam etmesindeki irademizin ne kadar sınırlı olduğunu fark ediyoruz bir kez daha. Her şeyin Yaratan'dan kaynaklandığını, O'nun sonsuz isminin tecellileri olduğunu seyretmeye başlıyoruz uzayın siyahlığında. İşte diyoruz, aslında bu tecelliler her an eşyada görünüyor. Yeterince net göremeyen, körleşen bizleriz hep. Kendi eserimiz olmayan şeyleri uzun uzun seyredebilmenin estetiği ve zevki hiçbir şeye benzemiyor. Öyle değil mi! İnsanın bu kâinatta neden var olduğunu, ona nasıl bir ruh kattığını, sınırlı mevcudiyetinin değerini evrensel bir ölçüyle tartabilmenin yöntemlerini düşündükçe, evet belki dolunayla, belki geceyle ve belki bu dünyayla hemcins olmayan niteliklerimizi de 'seyretmeye' başlıyoruz.

Mesela ışığın bölünmezliğinden bizim 'seyrimize' ne kaldığını izlerken, "Allah göklerin ve yerin nurudur" ayetindeki bir anlam katmanına daha yaklaşabiliyoruz seher vakti girmeden önce. Titus Burckhardt, bu ayetten yola çıkarak, "Eşyayı yokluğun karanlığından açığa çıkaran ilahi ışıktır." der: "Sembolik düzeyde görülür olmak; 'ol'maya delalet eder. Buna göre tıpkı gölgenin ışığa hiçbir şey ilave etmediği gibi, eşya da sadece Varlık'ın nurundan aldığı pay ölçüsünde gerçektir!"

'İlahi Birlik' hakkında ışıktan daha mükemmel bir sembol olmadığından hareketle, Burckhardt, tevhid sanatçısının üzerinde çalıştığı belirli maddeyi bir ışık titreşimine dönüştürmenin yollarını aradığını söyler. Onun bir cami ya da sarayın iç yüzeylerini ve bazen de dış yüzeylerini çini mozaiklerle kaplaması bu gayeye yöneliktir... Sanatçının ışığı süzmek için diğer yüzeyleri delikli kabartmalara dönüştürmesi de aynı amaca yöneliktir. Tevhid sanatçısının buradaki gayesi, bana göre, hakikatin mecazlarından kendi payına düşen nuru paylaşabilmek. Tıpkı dolunayın halesine bakmanın zevkiyle, ışığın hâkimiyetinde yansıyan tecellileri birlikte 'oku'yabilme niyeti gibi.

"Renkler, ışığın iç zenginliğini aşikâr eder." der Burckhardt: "Işık, doğrudan doğruya bakıldığında kör edicidir. Onun gerçek mahiyetini sezip hissedişimiz renklerin ahengi sayesindedir ki her görsel nesne bu ahengi kendisinde barındırır." (İslam Sanatı / Dil ve Anlam: Klasik Yayınları.) Sanat tartışmalarına 'dolaylı katkı' olarak ele aldığım son iki yazımda belirttiğim 'hakikati ancak izdüşümleriyle, yani mecazlarıyla ifade edebilmemiz' tam da buna işaret ediyordu. Bu anlamda insan tahayyülünün imkânları, sanatı parçalayarak tanımlara hapsetme uğraşlarımızın çok ötesinde kalıyor kuşkusuz.

İran'da, 'Kırk Sütun Sarayı'nı gezerken bu imkânların sınırsızlığını seyre dalmıştım. Saray aslında 20 sütunludur. Ama kalan 20 sütunu, sarayın hemen önündeki havuza yansıyan aksinde görürsünüz. Havuzun durgun suyunda çalkalanan kubbenin erimeyen renklerine batarsınız. Sütunlara bakarken simetrik sonsuzluklara dalarsınız. Ters döner sonsuzluk. Genişler, kıpırdar, açılır, açılır! Yaşamda her an her şey hareket halindedir ve onun bütün yönleriyle ele alan bir 'süreklilik' halinin daha önce hiç bu kadar içinden geçmemişsinizdir belki. Karanlığın içindeki ışığa, gecenin içindeki aydınlığa, ışık huzmelerinin uzanamadığı siyahlıklara dalarsınız. Işık ile feza arasındaki âlemin perdeleri giderek kalkar.

'Varoluşun birliği'ni sanat eserine yansıtmaya çalışan tevhid sanatçısının 'simyacılığını' Burckhardt'ın İslam mimarisi için söylediği bir sözle noktalayayım: "Taşı, sırasında kristale dönüşecek olan ışığa kalbeder, dönüştürür." Kim bilir bu kaçıncı dolunay!

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar