Alper GÖRMÜŞ
Samanyolu Televizyonu’nda yayınlanan Şefkat Tepesi adlı diziyle ilgili olarak yazdığım eleştiriye gelen tepkilerin çoğu, “dizideki nefretin Kürtlere değil dağdaki PKK’lılara yönelik olduğu”noktasında odaklanıyordu.
Bu eleştiri sahiplerinin, söylediklerine gerçekten inandıklarını düşünüyorum. Hatta bir adım daha ileri gidip, dizinin senaristlerinin de, yaratmaya çalıştıkları nefretin “teöristler”le sınırla kalacağına,“Kürtler”e yönelmeyeceğine inandıklarını düşünüyorum.
Ne var ki, nefretin doğasını ve sirayet gücünü hesaba katmayan bu yaklaşımlarının hakikati yansıtmadığını da onlara söylemek zorundayım.
Alan Parker’ın bütün dünyada dizginsiz bir “Türk nefreti”ne yol açan filmi Geceyarısı Ekspresi, Türkiye’deki bir hapishanede Amerikalı bir mahkûma dünyayı dar eden gardiyanları anlatıyordu. Fakat Batı kamuoyunun o filmden çıkardığı ders “demek ki Türk gardiyanlar bu kadar vahşiymiş”ten ibaret kalmadı; “Türk” gardiyanlara duyulan nefret hızla “Türkler”e yöneldi... Nefretin doğası böyle işler.
Kişisel nefret öykülerimiz de öyle değil midir? Herhangi bir kişiye karşı beslemeye başladığımız nefretin hızla o kişinin ailesine, yakınlarına da yöneldiğini derece derece hepimiz tecrübe etmişizdir. Böyle bir durumu ancak, nefret ettiğimiz kişinin yakınlarının da bizimle aynı duyguyu paylaştıklarına şahit olmak engelleyebilir, ki bu da istisnalar hariç hiçbir zaman gerçekleşmez. Unutmayın, ceza kanunları bile, suç işleyen yakınlarına “yardım ve yataklık” edenleri ceza indirimlerinden faydalandırıyor.
Biz insanlar, parçadan nefret ederken bütünü sevme yeteneğine sahip değiliz. Bunu, aramızdaki en olgunlaşmış kişiler dahi başaramaz; en olgunlaşmış olanlarımızın başarabileceği şey, kendilerini nefret duygusundan bütünüyle arındırmak olabilir.
“Biraz nefret”, “bazılarından nefret” mümkün müdür?
“Biraz nefret”, “bazılarından nefret” belki ancak geçici, uçucu kategoriler olarak var olabilirler hayatlarımızda... Bu geçicilik iki şekilde ortadan kalkabilir: Ya nefreti hayatlarımızdan kovarız ya da nefret hayatlarımızda kalıcı hale gelir, kökleşir.
Van Depremi’nin ardından “şimdi acı çekme sırası onlarda” diyerek Kürt nefretlerini dile getirenlerin, bundan önce dağdakileri “insan-dışı” görme aşamasından geçtiklerinden hiç şüphe duymayın.
Şefkat Tepesi’nden yayılan nefreti ela aldığım yazımın yayımlandığı gün, Türkiye’nin en önemli kanaat önderlerinden Fethullah Gülen’den önemli açıklamalar geldi. Gülen, açıklamaların ilk bölümünde, isim vermese de, kendisinden asla beklenmeyecek “intikam” sözcüğünü telaffuz ederek büyük bir hasara yol açan Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e cevap veriyor, “intikam”ın çare olmadığını söylüyordu:
“Her köşesi, rengi, deseni, çeşidi ve şivesiyle ülkemizi ve insanımızı seven herkesin çok dikkatli ve temkinli olması, kışkırtmalara gelmemesi ve hele ‘mukabele-i bilmisil’ kaide-i zalimânesine girmemesi lazımdır. Bağırıp çağırmalarla, ‘Şehitler ölmez, vatan bölünmez’ sloganlarıyla problem çözülmez. O fitne ve fesadın önüne geçilmesini isteyenler, tenkit ve tekliflerini başkalarına yol göstermek üzere, yetkililere verecekleri sağlam metinler halindeki raporlarla ve bildirilerle masumca ifade edebilirler. Meselenin üzerine bağırıp çağırarak, yakıp yıkarak ve öldürerek değil, akıl, firaset ve şefkatle gidilmelidir.”
Fakat sonrası, Kürşat Bumin’in haklı olarak işaret ettiği gibi ümit kırıcıydı (Yeni Şafak, 26 ekim):
“Ancak ‘ılımlılık’ı esas alan bu sözlerin şu şekilde devam etmesi –doğrusu– şaşırtıcı olmuştur: ‘Hakkı kötek olanlar istisna edilirse, o toplumun yüzde doksan beşi şefkatle ve re’fetle kucaklanmalı, onlara karşı mülayemetle hareket edilmelidir...’
“Ne dersiniz, nüfusun yüzde beşinin ‘Hakkı kötek olanlar’dan sayılması biraz önceki değerli ‘mülayim’ faslın değerini ve etkisini azaltıcı nitelikte değil midir?
“‘Hakkı kötek olanlar’ meselesi sohbetin bir başka yerinde yine karşımıza çıkıyor. Hem de bu sefer, yanlış olduğu vurgulanan ‘intikamât’ı çağrıştırır biçimde. Şu satırlar yani: ‘Herkes bu meselenin halli için duanın gücüne de sığınmalı; her fırsatta gönüllerini Yüce Dergâh’a açıp, Allah’ım, birliğimizi sağla, aramızı te’lif buyur, bizi vifak ve ittifaka muvaffak kıl. Hidayet ve ıslahını murat buyurduğun insanları ıslah eyle, kalb ve kafalarına salah ver. Şayet düşmanlık yapanlar arasında ıslahını murat buyurmadığın ve kendileri hesabına ıslah istemeyen kimseler varsa, onların altlarını üstlerine getir, birliklerini boz, evlerine ateş sal, köklerini kurut ve işlerini bitir diye niyaz etmelidir.’”
Gandi tarzı şiddet karşıtlığı
Toplumun bir kesimini başka bir kesime karşı “akıl, ferasit ve şefkat”le davranmaya çağırdıktan sonra, “fakat bu söylediğim onların yüzde 95’i için geçerlidir” rezervini koymak ve yüzde beşe reva görülen nefretin dalga dalga yüzde 95’e sirayet etmeyeceğini varsaymak, yukarıda işaret ettiğim“biraz nefret”in, “bazılarından nefret”in mümkün olduğuna inanmakla ilgilidir.
Şefkat Tepesi’nin önerdiği ve hâsıl olmasına çaba gösterdiği nefret dağdaki PKK’lılarla sınırlıydı, ki onların da Kürt nüfusu içindeki oranları herhalde yüzde sıfır virgül sıfır sıfırlı bir rakamla ifade edilebilir. Fakat yüzde beş, kabaca bir milyon falan ediyor.
Gerçi sayıların fazla bir önemi yok; içinizde nefret ve intikam duyguları varsa, bunun kaç kişiye yönelmiş olması hakikaten o kadar da önemli değildir. Nefret ve intikam duygunuz varsa, o duygu olduğu yerde durmaz, büyür, büyür...
Dolayısıyla, nefrete ve intikama karşı anlayış ve şefkat çağrısı yapmaya karar verdiyseniz, bunu“çapaksız” bir biçimde yapmalısınız. Aksi takdirde, “atış serbest” dediğiniz o küçük alanın hızla büyüdüğüne şahitlik edersiniz.
Fethullah Gülen, yazısının başlığında Hindistan’ın bölündüğü, Pakistan’ın ayrıldığı günlerde Gandi’nin nasıl bir ıstırap duyduğunu okurlara aktarmaya çalışırken onun Muhammed Ali Cinnah’a söylediği“Beni testere ile ortadan biç, ikiye böl; fakat, Hindistan’ı bölme!” şeklindeki sözlerine başvuruyor. Ardından da “İşte, o ölçüde bir ızdırap olmayınca, gerekli stratejiler üretilemez ve o gâilenin hakkından gelinemez” diyor.
Ben de Fethullah Hoca’nın sözlerine nazireyle şöyle diyorum: Türkiye’nin şiddet karşıtı kanaat önderleri Gandi tarzı çapaksız bir şiddet karşıtlığını benimsemedikleri sürece bu gâilenin hakkından gelinemez.
***
‘Bölücü faaliyetlere karşı site’ ve Başbakan’ın imzası
21 ekimde bu köşede yayımlanan “İnternet Andıcı’nda tuhaf gazetecilik” başlıklı yazıma Tarafokuru Kürşat Tuncel’den gelen bir eleştiriyi dikkatinize sunmak istiyorum. Önce, yazıda söz ettiğim“tuhaf gazetecilik”i hatırlatayım:
İnternet Andıcı davasının tutuklu sanıklarından biri, davanın bir aşamasında, “irticacı AK Parti hükümeti”ne karşı kara propaganda yürütmek üzere Genelkurmay’da oluşturulan internet siteleriyle ilgili direktifin altında Başbakan Erdoğan’ın imzasının bulunduğunu öne sürmüş, mahkemeden, ilgili belgeyi getirtmek üzere Milli Güvenlik Kurulu’na (MGK) yazı yazmasını talep etmişti.
MGK’dan mahkemeye gönderilen belgenin altında gerçekten de Başbakan’ın imzası vardı, fakat o belge“Bölücü Faaliyetlere Karşı Eylem Planı” başlığını taşıyordu, yani dava konusu internet siteleriyle hiçbir ilişkisi yoktu.
Bazı gazeteler (Cumhuriyet, Birgün, Yeniçağ, Sözcü, Aydınlık) haberi, belgenin içeriğini öne çıkarmaksızın, “İnternet andıcının altında Başbakan’ın imzası var” başlıklarıyla sunarak açık bir manipülasyon yapmışlar, ben de onların bu tutumlarını eleştirmiştim.
Kürşat Tuncel, bu eleştirimden, “demokratik bir ülkede bir başbakanın ‘bölücü faaliyet’ olarak nitelendirdiği soyut bir kavrama karşı web sitesi açtırmasını, bunlarla ilgili ‘kara propaganda’ yaptırmasını” normal bulduğum, “ancak silah yanlış ellere geçip de kendine karşı kullanıldığı zaman” bunu ayıpladığım gibi bir anlam çıktığını söyleyip açıklama talep etmiş.
Cevabım şöyle: Benim eleştirimin odaklandığı mesele tamamen farklı olduğu için, Başbakan’ın,“bölücü faaliyetlere karşı Türk Silahlı Kuvvetleri’nin kara propaganda yapması için site kurması”na izin vermesinin üzerinde ayrıca durmadım. Şimdi söyleyeyim: Elbette ki bu da yanlıştır ve elbette ki ben buna da karşıyım.
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
- Sırada Türkiye mi var?
19.06.2025 - ‘Siyasi çözüm’ Gülen cemaatinin tabanındaki ‘aidiyet suçluları’nın psikolojik travmalarına merhem olabilir mi?
17.06.2025 - “DEM, demokrasiye ihanet ediyor” korosuna karşı cesur, âdil, ahlaklı bir cevap; Özgür Özel’den…
8.06.2025 - Demokratikleşme olmadan barış mümkündür fakat bunu durmaksızın tekrar etmekte bir problem var
1.06.2025 - Vicdan duygusunun sızamadığı bir sevme biçimi olarak ultra milliyetçilik
11.05.2025 - Kürt sorunu, PKK sorunu, PKK’lılar sorunu
8.05.2025 - İrfanından nasiplenebilecek miyiz?
4.05.2025 - “Medyanın yüzde 70’inin genel yayın yönetmeni olarak devlet ve iktidar” bahsi
29.04.2025 - Müsâdeme-i efkârdan müsâdemenin doğduğu dünyanın dışından yazılmış bir kitap okudum
25.04.2025 - Sırrı Süreyya Önder: Bir önyargı parçalayıcısı…
21.04.2025
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURSessizlik neden en büyük tehdittir? 25.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSaldırılarla İran’a ‘‘Ölümlerden ölüm beğen’’ denildi 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDış Cephe ateş altında iken İç Cephe ne durumda? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanFatih Altaylı’yı hapse atacağız diye hukuku dibine kadar zorladılar 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciHer şey yolunda ise bu fahiş faiz nedir? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanWashington’un İran takıntısının şifreleri 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluYeryüzü artık bir Vahşi Batı… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞDoğru, ülke güvenliği demokrasisiz de sağlanabilir fakat bunu durmaksızın tekrarlamakta bir sorun va 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞUCUBE SİSTEM CEHENNEMİ… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA"Masada Milyonlar Var;"Barış, Özgürlük ve Demokratik Toplum İçin Örgütlenmeliyiz 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRİDAMCI İRAN, SOYKIRIMCI İSRAİL DEVLETİ Mİ? 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazFıkra gibi ülke ama gel de gül! 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇSavaşın meşruiyeti ve ahlaki üstünlük meselesi 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNİran'ın zor seçimi: Topyekûn savaş ya da taksitle ölüm 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYRusya, Suriye’den sonra İran’ı da kaybedebilir 22.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUKürt meselesinde CHP’nin yakın dönem öyküsü 21.06.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖcalan İsrail için ne dedi? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTürkiye için bir fırsat: CHP’de yeni kuşak siyaseti 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunDevlet “devletimiz” olur mu? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Neo-Mussoli’nin “Havuz Medyası” 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERZeytin ağaçları ve şirketokrasi 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBahçeli'ye muhalefet ikna oldu da ortağı olmadı mı? 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUYeni milliyetçilik ve Öcalan 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçaySıcak yaz 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRNihai hedef Türkiye mi? 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünOyun içinde oyun… 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİModern katil 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye ne yapmalı? 17.06.2025 Tüm Yazıları
berfin
çok doğru tespitler.. düşündüklerimizi dile getiriyorsunuz.. sevgi ve saygılar..
Hikmet Pala
Kişinin değişimi, değişim sürecinde de daha birkaç gün önce anlaştığı, konuştuğu kişileri zem etmesi, müptezel dil kullanması ancak bu kadar trajik ve mide bulandırıcı olur! Çok değil, birkaç galiz ifade ve daha çirkef suçlama ile Engin Ardıçlaşma süreci tamamlanmış olacak! Bu türden insanların var olması örnek teşkil etmesi aslında epey yararlı... Politikleşme vaad eden genç kuşağımıza: "Bak sonra Yıldırım Oğurlar kapar seni haa!" deme imkanımız oluyor...
Ali Denizci
demokratlari ulusalci ve darbeci gibi gostererek psikolojik savas yurutuyorsunuz. tek kelimeyle ayip. insan utanir. ve bunu insafsizca yapiyorsunuz. 90li yillarin en karanlik doneminde atakurt yazisini yazmis ahmet altani bile darbeci ulusalci yaptiniz. kagit helva pehlivanlari sizi.