Yıldıray OĞUR
Türkiye entelektüel dünyasında adı çok bilinmese de William James, geçen yüzyıla damgasını vurmuş en etkili düşünürlerinden biriydi. Varlıklı ve entelektüel bir Amerikan ailesinde doğmuştu. Babası ilahiyatçı düşünür Henry James, kardeşi aynı adı taşıyan ünlü romancı Henry James’ti.
Fen bilimleriyle başladığı entelektüel serüveninin sonunda psikoloji ve felsefede ortaya başyapıtlar koymuş, yine Türkiye’de pek bilinmeyen ve hayırla yad edilmeyen pragmatizmin kurucu isimlerinden biri olmuştu.
Ama yaşadığımız dünyayı hala etkileyen en önemli katkısını ölümünden bir yıl önce Oxford’da verdiği sekiz seminerle vermişti.
Ruhi ve fiziksel rahatsızlıkları olan James, zor bela kabul ettiği İngiltere gezisinde verdiği konferanslarla, Antik Yunan’dan beri insanlığı meşgul eden tekçilik- çoğulculuk (monizm/düalizm) tartışmasının seyrini değiştirmişti.
Söylediği özetle; farklı insani deneyimler pek çok farklı doğru ve dünyanın inşa edilebileceğiydi.
Doğru Hegel gibi tekçilerin dediği mutlak ve tek değildir, bireylerin deneyimleriyle, dünyayla ilişkileri içinde ortaya çıkar, insanlar tarafından üretilebilir, sürekli dönüşebilir.
Örneğin, “Güzellik nedir” sorusuna farklı insan deneyimleri, zamanlar ve bağlamlar içinde farklı cevaplar verilmiş olabilir, bu cevapların hepsi toplamda güzellik kavramını oluşturur, o yüzden bunların hiçbiri diğerinden daha değerli ve doğru kabul edilemez.
Verdiği seminerlerde söyledikleri doğrudan siyasetle ilgili değildi ama özellikle İkinci Dünya Savaşı travması sonrasında çoğulculuk fikri siyasete hakim olurken onun Hegel’in karşısında kurduğu bu felsefi güçlü zemin çok işe yaramıştı.
Daha sonra “paralel evren” teorilerine bile ilham olacak William James’in 1909’daki seminerleri, “Çoğulcu Evren” adıyla kitaplaştırıldı.
Başka kitapları Türkçe’ye çevrilen James’in bu kitabının Türkçesinin olmaması herhalde sürpriz değil.
Çünkü bu çoğulcu dünya tasavvurunun hala çok uzağında, herkesin kendi doğrusunu mutlak hakikat, karşıdakinin doğrularını yanlış, çarpık fikir olarak gördüğü bir siyasi kültürde yaşıyoruz.
William James’in “Çoğulcu Evren” kitabıyla Türkiye siyasetinin kadim sorunları arasında ilişkiyi kuran ise, aslında geçen Cuma akşamı TV’5’te yayınlanan Medya Analiz programında konuğumuz olan Princeton Üniversitesi’nden değerli hocamız Şükrü Hanioğlu oldu.
https://www.youtube.com/watch?v=SEZnPQbZf8k&t=6595s
Prof. Hanioğlu, daha önce bu konuda bir yazı da yazmıştı.
https://www.sabah.com.tr/yazarlar/hanioglu/2017/10/08/dillerde-cogulculuk-kalplerde-tekcilik
Programda “Neden Türkiye’de sürekli kısa süreli hürriyetçi ve demokrat evrelerden sonra tekrar otoriter evrelere geçildiği” sorusuna cevap verirken bu meseleyi biraz daha açtı:
“Osmanlı ve onun mirasçısı olan Türkiye’de biz hep otoriter siyaset üretiyoruz. O yüzden bunu kişilikler üzerinden, ideolojiler üzerinden açıklamamız mümkün değil. Muhalifler hürriyet istiyor, iktidara geldiklerinde onlar da otoriter siyaset üretiyorlar. Halbuki 1908’de Meclis açılıp, seçimler yapıldığında Osmanlı pek çok Avrupa toplumunun ilerisindeydi. 1950’de Türkiye çok partili rejime geçtiğinde dünya ölçeğinde oldukça iyi bir yere sahipti. Unutmayalım 1989’a kadar demokrasiler azınlıktaydı dünyada. Böyle bir ülkenin şu anda çok daha iyi bir yerde olması lazımdı. Peki niye olmuyor? Şapkamızı önümüze koyup düşünmemiz lazım.
Bu aslında siyaset kavramsallaştırmamızın bir sonucu. Türkiye’de siyasetin öncelikleri ne? Bir demokrasi hedefi var mı siyasetin? Türkiye’de siyasette iki akım var. Biri devletçi modernleşmecilik, diğeri kalkınmacı muhafazakarlık.
Bunların ikisinin de önceliği demokrasi ve hukuk devleti değil. İkisinin de mega hedefleri var. Kalkınma, modernleşme gibi. Peki burada demokrasi hukuk nerede duracak?
Türkiye’deki siyaset hiçbir zaman karşıtını farklı değerler sistemiyle iyi işler yapabilecek bir grup olarak görmüyor.
1909 yılında William James çok ünlü bir konferanslar dizisi veriyor. Çoğulcu Evren diye daha sonra bu kitap haline getirildi. Bu Hegelci tekliğe vurulan son darbe. Ondan itibaren çoğulcu olmayan bir siyaset konuşulmuyor artık. Ama bizde hala bu Hegelci teklik çok güçlü. Değer çoğulculuğunu bizim siyaset kabul etmiyor. Bizim siyasetimiz değer çoğulculuğu içinde bir yarışı düşünmüyor. Neyi düşünüyor, ‘ben en fazla karşıdakinin değerine müsamaha ederim, bu değeri sahiplenmesine karşı çıkmam’. Bu da yeni gelişti Türkiye’de. Çok uzun süre felsefi teklik içinde ‘ben karşıdakinin değerini de anlamsız, yanlış olduğu için yasaklarım’ diyordu. Pratikte de siyaset kazanan hepsini alır diye işliyor, sıfır toplamlı bir oyun. Böyle bir ortamda otoriter siyaset üretmeseniz biraz tuhaf olur.”
Burada bahsedilen çoğulcu siyaseti kimsenin kimseye karışmadığı bir liberal siyasetle karıştırmamak gerek.
Son yüzyılın en önemli filozoflarından Isaiah Berlin’in çoğulculuk tarifi bunu net bir şekilde ortaya koyuyor:
“Ahlaksal ve siyasi sorulara hiçbir nihai cevap verilmemesi muhtemel olduğu için, dahası aslında değere ilişkin herhangi bir soruya insanların verdiği ve dahası vermeye hak kazandığı bir takım cevaplar birbirleriyle uyumlu olmadığı için, bazı değerlerin birbirleriyle uyumsuz olabileceği bir hayata alan açmalı ki böylece, yıkıcı ihtilafı önlemek için, uzlaşma gerçekleştirilsin ve gönülsüzce de olsa asgari bir tölerans kaçınılmaz olsun.”
Yani farklı fikirlere, yaşam tarzlarına hoşgörüden daha ileri bir şeyden bahsediyoruz.
Hoşumuza gitmese de, ideallerimize ters düşse de, sadece dünyayı farklı anlamlandırma biçimleri, insanların farklı değer sistemleri olduğunu daha da önemlisi olabileceğini kabul etmekten, mutlak hakikati, ahlakı, erdemi temsil ettiğimiz, tarihin doğru tarafında durduğumuz iddiasından vazgeçmekten bahsediyoruz.
Kağıt üstünde bu kabul ve vazgeçişler kolay geliyor.
Ama pratikte o kadar kolay değil.
Türkiye için tek doğru yolun bizim fikirlerimiz ve değerlerimiz olduğu iddiasından vazgeçmek demek bu.
Türkiye’nin hiçbir zaman İslamcılar, Kemalistler, solcular ya da milliyetçilerin hayallerindeki ülke olmayacağını kabul etmek demek.
Ne toplum bir gün topluca hidayete erecek, asr-ı saadet, “Osmanlı barışı” geri gelecek ne de bir anda herkes aydınlanacak ve bilimsel laik bir cennete dönüşeceğiz, köylerde Köy Enstitüleri açılacak, kadınlar başörtülülerini çıkaracak, Kürtler Kürtçe’yi, Aleviler Aleviliği unutacak.
Çoğulcu siyaset, toplumdaki çoğulculuğun reddi değil, kabulü üzerine kurulan siyaset demek.
Dünyayı anlamlandırmanın farklı yolları var. Rakip fikirler, partiler, ideolojiler, inançlar; kötü, aptal, ilkel, geri oldukları için değil, öyle düşünmek de mümkün olduğu için varlar.
Bu, kendi doğrularımızdan, siyasetlerimizden, inançlarımızdan vazgeçmek demek değil ama herkesten bize benzemesini beklemek hiç değil.
Örneğin, Ahmet Davutoğlu’nun özeleştirilerini tatmin edici bulmayıp, ondan İslamcılık özeleştirisi de bekleyen solcular, Ekrem İmamoğlu’nun Anıtkabir ziyaretini onun standart bir CHP’li olduğuna kanıt gösteren dindarlar siyaseti çoğul değerlerin rekabet ettiği, ortak doğrular bulmanın mümkün olduğu medeni bir yarış değil, hala kendi mutlak doğrularının bir gün zaferle çıkacağı bir savaş olarak görüyorlar.
2012’de yönetmen Zeki Demirkubuz, son bir tweetle Twitter’a veda etmişti:
“Bu ülkeye ve bu hayata dair hiçbir şeyin, hiçbir zaman benim dilediğim gibi olmayacağını biliyor, artık bundan acı duymuyorum”
Aslında bu tweet net politik görüşleri olan yönetmenin bir çeşit siyaseten havlu atmasıydı. Ama tam da bu acı vermeyen kabul, Türkiye’de demokratik siyasetin başlangıç zemini olabilir.
Türkiye hiçbirimizin babasının malı değil. Hiç bir grup bu ülkenin otantik halkı, ev sahibi değil. Hiç bir fikir, hiçbir ideoloji bu toprakların orijinal fikri, ideolojisi de değil.
Sevsek de sevmesek de farklı değerleri olan insanlarla bu ülkeyi paylaşıyoruz, paylaşmak zorundayız.
Lafta kolay ama pratikte yine herkesin gönlünden büyük davalar, devrimler, altın çağlar, ütopyalar geçiyor.
En iyisi daha büyük hayal kırıklıkları yaşamadan ve yaşatmadan, toplumu daha fazla bölmeden erkenden bu rüyalardan uyanmak.
Türkiye hiçbirimizin değil, onu paylaşmayı öğrenmek zorundayız.
Yazarlar
-
Ali BAYRAMOĞLUÖzel ve CHP’ye dair son gözlemler 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluÇözüm sürecinin CHP’si daha merkezde 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerPATRON KİM? 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURAK Parti üzerine doktora yapmış bir CHP lideri…. 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolCHP nereye? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİddianamenin ruhu siyasi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRBakın Şahan'ı şikayet eden kimmiş? Her balkona havuz yapan müteahhit savcıya koştu! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAİmamoğlu'na istenen 23 asırlık tarihi ceza: Roma İmparatorluğu kurulduğunda hapse girseydi hala ceza 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZBir iddianameden fazlası: CHP’yi dizayn girişimi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuSuriye’de ‘altın oran’ nedir? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİÖzgür Özel'le kahvaltı: CHP nereye böyle? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDEN"Arananlar" zulmü ne zaman son bulacak? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNECumhurbaşkanı adayını suç örgütü liderine dönüştürmek mümkün mü? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçCHP hakkında kapatma davası açılır mı? Yok artık, daha neler! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİREN“Boğazımdan tek kuruş geçmedi” 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORU‘Masumiyet karinesi’ mi, o da ne ki? 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciBir iddia-nağme 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBelediyenin açıklaması gerçekleri gizliyor mu? 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraMemnuniyetsizler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞBir “yalanlama” yalanı: CHP üyeliği ve Kanada’ya iltica meselesinde gerçekler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERDemokrat Kral’ın anıları 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNYerel yönetimlerle işbirliği kültür politikası için hayati 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİKemalizm’in dindarlarca rehabilitasyonu 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZÇÖZÜM SÜRECİ KOMİSYON VE EKMEN 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünBaşarılı bir diplomasi örneği… 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYAEnternasyonalizm ve Demokratik Toplum Çağrısı... 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYeşil sarıklı hocalar bize böyle anlatmamışlardı 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNAkdeniz’den Hazar’a hizalananlar ve Colani’nin Beyaz Saray günü 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRHSK neden suskun? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalSosyalist yükseliş dağınık ama yine de oligarşiye bir darbe 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞÖcalan 70’lerde mi kalmış? 11.11.2025 Tüm Yazıları
































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
10.11.2025
8.11.2025
3.11.2025
1.11.2025
29.10.2025
27.10.2025
21.10.2025
18.10.2025
13.10.2025
11.10.2025