Ahmet ALTAN

Güvensizlik
5.04.2011
1921

Türkiye, bir toplumun geçebileceği en kritik eşiklerden birinden geçiyor.

Neredeyse her konu, tek başına sahip olması gerekenden daha büyük ve daha geniş kapsamlı bir ağırlığa sahip.

Birkaç günden beri çocukların üniversiteye girmesi için yapılan sınavlarda “hile” olup olmadığını konuşuyoruz.

Ama bir bakıyorsunuz, mesele o sınavla ya da eğitim sistemimizle ilgili olmaktan çıkmış, karşılıklı kamplardaki insanların birbirlerini suçlaması için bir vesileye dönüşmüş.

Sınavlardan sorumlu yetkili, bir milyon yedi yüz bin sınav kâğıdının her birinin soru ve cevaplarının değişik biçimlerde sıralandığını açıkladı, bütün sınav kitapçıklarını da bilgisayara yükleyip söylediğini kanıtladı.

O yöneticinin konuşması, AKP sempatizanları tarafından “mutlaka doğru söylüyordur”, AKP karşıtları tarafından da “mutlaka yalan söylüyordur” diye karşılandı.

Siyasi beklentilerin ve öfkelerin çocukların geleceğinden daha önemli bir hale geldiğini gördük.

Aslında bunu epeyce bir zamandır izliyoruz.

Karşılıklı olarak inanılmaz bir güvensizlik var.

Bu güvensizlik için herkesin de haklı nedenleri bulunuyor.

Türkiye siyasi açıdan bir “fetret” devrine girdi.

Cumhuriyet kurulduğundan bu yana süren askeri vesayet artık kaçınılmaz olarak sona eriyor, askeri iktidarın geri çekilerek boşalttığı alanı doldurmak isteği ise neredeyse tarafları çıldırtmış vaziyette.

Namık Çınar, “biz sizin çıraklık döneminizi sevmiştik,” dediği dünkü harika yazısında AKP’yi kucaklayan o sevginin nedenlerini de sıralamıştı, “yeniydiniz, mağdurdunuz, acemiydiniz, heyecanlıydınız, ne yaptıysanız o dönemde yaptınız, halk da bu yüzden sevdi sizi.”

AKP, “çıraklık” döneminde “demokrasinin” toparlayıcı cephesiydi, bütün ezilenler, kendilerini ezen askeri vesayete karşı AKP saflarında buluşup dövüşüyordu.

Askeri vesayetin gerilemesiyle paralel bir şekilde AKP de kimlik ve siyaset değiştirmeye başladı.

Boşalan alana, herkesi aynı biçimde koruyacak olan demokrasiyi yerleştirmek için hareketlenmek yerine, AKP o alana “muhafazakârlığı” yerleştirmeye çalışan, otoriterleşen, kendisinden olmayana karşı hoşgörüsünü yitiren, içki içeni aşağılayan, kendi değerlerine uymayanı horlayan, Kürtlerin haklarını kulak ardı eden bir parti haline geldi.

CHP, askeri vesayetin “egemenlik alanını” boşaltmaması için daha da sertleşerek “Ergenekon” savunuculuğuna asıldı.

Kürtlerin önemli bir kısmı ise “demokratik” bir şemsiye altında ezilenlerle el ele vermek yerine, boşalan o alanın “güneydoğu” bölgesine PKK iktidarını yerleştirebilmek için tehditkâr ve silahlı bir siyaseti tercih etti.

Bu üç kesim üç ayrı uç oldu.

Hem ortak bir değerleri olmadığı, hem de iktidarı ele geçirenin diğerine hayat hakkı tanımayacağına inandıkları için birbirilerini düşman gibi görmeye başladılar.

Mağdur ve mazlum olmaktan, mağrur bir efendi rolüne geçtiler.

Muhafazakârların, Kürtlerin, Alevilerin “demokrat” olanları, kendisine benzemeyenlerin haklarını da savunanları, birdenbire bu kavgada açığa çıktı.

Bu demokrat insanlar çekilince, geriye muhafazakârların, Kürtlerin, Kemalistlerin, birbirlerine vurdukça sert sesler çıkartan “kemikleşmiş” yanları kaldı.

Bu sertleşmiş kısımların birbirlerine vurdukları yerde artık “etkiyi azaltacak,” yumuşatacak bir “demokrat” yapı yok.

Bu da, bu üç kesimin birbirine karşı olan güvensizliğini de, sertliğini de alabildiğine artırıyor.

Kavga üçgeninin bu üç köşesi, birbirlerine kızdıkları kadar “demokratlara” da kızıyorlar, demokratlardan kendilerine destek, daha da ötesi kesinkes bir itaat ve bağımlılık bekliyorlar.

Bunu bulamadıklarında, ulusalcı bir Kemalistle PKK destekçisi bir Kürdün, kendi değerlerinin tek geçerli değer olduğuna inanan muhafazakârların “dili” benzeşiyor, hepsi de kendinden olmayanı “hain” ilan etmeye teşne duruyor.

Türkiye’nin bütününü, ezilenlerin ortak hakkını savunanlar kenara savrulunca da bu ülkede yaşayan insanların en hayati sorunları bile “siyasi bir kavganın” silahı haline dönüyor, öğrenci sınavlarını bile bir eğitim sorunu olarak tartışamıyorsunuz.

Bu kavgayı “kemikleşmiş” unsurların hiçbirinin kazanamayacağını göreceksiniz.

Sertleşen kavga bu “kemikleri” kırar, muhafazakâr bir baskı istemeyen muhafazakârlar, Kürtçü bir baskı istemeyen Kürtler, Kemalist bir baskının yeniden kurulmasını istemeyen “modernler”, eski mevzilerinden ayrılırlar, ciddi bölünmeler yaşanır.

Türkiye, herkesin hakkının teslim edildiği, kimsenin kimseye baskı yapmadığı, kimsenin kimseye “bana benzeyeceksin, başka yolu yok” demediği, herkesin eşit ve özgür olduğu, eğitim sorunlarının da eğitim sorunu olarak tartışıldığı bir ülke olur.

O güne kadar da, bizim gibi “biraz etlenip butlanalım, böylesine kuru kemiklere dönmeyelim” diyenler de herkesten küfrü yer.


[email protected]
 

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yorumlar (2)
  • Ahmet KAYA

    Ahmet KAYA

    14.04.2012 11:50

    Ahmet Altan, yine harika bir yazı yamış. Teşekkürler!..

  • resul aslan

    resul aslan

    13.04.2012 10:15

    adam gıbı adamın tesbıtı de adam gıbı oluyor. selam olsun ahmet altana.

Yazarlar