Alper GÖRMÜŞ
Talihsiz... Basiretsiz...
Bugün son bölümüyle karşınızda olduğum diziyle ilgili olarak bana gelen eleştirilerin büyük bölümünü karşılayabilecek kelimeler, işte bunlar: “Talihsiz” ve “basiretsiz”...
Eleştirilere göre yazılar talihsizdi, çünkü PKK’nın saldırılarının peş peşe geldiği bir dönemde yayımlanmışlardı... Yazıların sahibi ise basiretsizdi, çünkü PKK’nın saldırılarının artacağı apaçıkken bunu göremeyip barışlı, masalı, Öcalan’lı “naif” değerlendirmelere girişmişti.
Dizinin son bölümüne bu eleştirilere iki cümlelik bir cevapla başlamak istiyorum: Tam tersine, PKK saldırılarının daha da hızlanarak devam edeceğini biliyordum (yazılar dikkatli okunursa bu hemen görülür). Fakat Kürt meselesinin çözümünde barışçı çözüm ve “masa”dan başka bir imkânımızın olmadığını asıl böyle dönemlerde dile getirmek gerektiğini düşündüğüm için yazıları özellikle şimdi yazmayı uygun buldum.
Eleştiri ağırlıklı olarak hükümete yönelmeli
“Barışçı çözüm”den yana olan ve bunun yolunun da “müzakere”den geçtiğine inanan liberal kesimlerde, bu noktaya bir türlü gelemememizin müsebbibi olarak “devlet ve PKK içindeki barışı istemeyen şahinler”i göstermek giderek daha fazla rağbet gören bir yaklaşım haline geldi.
Hükümete yakın “paralel merkez medya”da ise bu analiz bir adım daha ileriye götürülerek, “devlet ve PKK içindeki şahinlerin ittifakı” (ya da Ergenekon-PKK ittifakı) nedeniyle “müzakere” alternatifinin geçerli olmadığı; hükümetin bundan böyle muhatap olarak “Kürt halkı”nı görmesi gerektiği yönünde görüşler öne sürülüyor. (Cengiz Çandar’ın TESEV için hazırladığı “Dağdan İniş – PKK Nasıl Silah Bırakır” başlıklı, tam bir hakikat deposu niteliğindeki raporunu okuyunca, bunun “ah keşke”den başka bir değerinin olmadığı ortaya çıkıyor.)
Hiç kuşkusuz, devlet ve PKK’daki “şahinler” meselesi önemli, fakat bunu dile getirirken hükümetin “müzakere yoluyla çözüm” konusundaki isteksizliğini yeteri kadar vurgulamamak ya da tümden görmezlikten gelmek de ciddi bir sorun...
Gerçek şu ki, hükümet “masa”yı bir türlü içine sindiremiyor. Bunun iki nedeni var... Birincisini, bu dizinin ilk yazısında, Güney Afrika’daki iç savaşın da onu izleyen müzakerelerin de önemli isimlerinden biri olan Roelf Meyer’in ağzından aktarmıştım:
“Biz, uzun zaman doğru olduğumuzu, üstün olduğumuzu, onlarınsa aşağıda olduğunu düşünmüştük. Dünyadaki pek çok çatışmanın temel sebebi bu.”
Fakat Türkiye için, hükümet eden iktidarın doğasından gelen ilave bir sorun daha var... Ali Bayramoğlu’nun bir yazısında çok güzel ifade ettiği gibi bu hükümet “vermeyi” seven fakat ondan bir şey talep edilince sinirlenen bir hükümet... Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AK Parti) ve hükümetin, bu ataerkil-geleneksel davranış modelinin dışına çıkıp, bir şey talep edenlerle, üstelik bunu silah kullanarak talep edenlerle oturup konuşması hiç kolay görünmüyor.
“Milliyetçi tepki” kof bir bahane
Bana öyle geliyor ki, hükümetin aklı bir tarafta duygusu başka bir tarafta... Aklıyla düşündüğünde, sorunu çözecek radikal adımların atılması ve bu arada Öcalan’la müzakerelerin “mış gibi” yaparak değil sonuç almak üzere yürütülmesi gerektiğine inanıyor... Faka sonra “üstünlük”, “kardeşiz ama biz kardeşler arasında birinciyiz” gibi duygular galebe çalıyor ve akıl alıp başını gidiyor.
Tabii bu gelmeli-gitmeli ruh hali, varsa biraz politik cesaret, onu da önüne katıp sürüklüyor.
Böyle durumlarda hep yapıldığı gibi davranışın asıl nedenleri ifade edilmez, onun yerine başka bahanelere sığınılır... Hükümetin bu meseledeki bahanesi ise “Türklerin milliyetçi tepkisi...” (Biliyorsunuz, buna son zamanlarda şık bir isim bulundu, “Türk sorunu” denmeye başladı.)
Hükümetin öne sürdüğü “milliyetçi tepki” bahanesinin neden geçerli olmadığına dair pek çok yazı yazdım bugüne kadar ve o yazılarda pek çok somut örnek verdim.
Bugün bunlardan son ikisini hatırlatmakla yetineceğim...
12 Eylül 2010 referandumunun bu açıdan anlamlı bir sonuç ürettiğini daha önce yazmıştım... Başbakan Erdoğan, referandumdan önce, şişirilen “milliyetçi tepki” gerçekten var olsaydı referandumu bile kaybettirecek çok riskli bir çıkış yapmıştı; “devletin İmralı’yla görüştüğünü ve görüşmeye devam edeceğini” açıklamıştı. Bunun üzerinde yeterince durulmadı ve o nedenle şimdi bize sıradan bir şeymiş gibi geliyor, fakat gerçekte çok büyük bir tabu yıkılmıştı. Sonuç: Yüzde 58...
Ben, referandum oylanmadan önce yazdığım yazılarda Başbakan’ın “İmralı’ya görüşme”yi defalarca vurgulamasının önemine işaret etmiş, böylece bu büyük adımın da referanduma sunulmuş olduğunu öne sürmüştüm. Tabii doğal olarak, bu riski göze almış bir hükümetin referandumdan sonra çok ciddi adımlar atacağına olan inancımı da dile getirmiş, referandumu bu nedenle yüreğim ağzımda izledikten sonra da büyük bir beklenti içine girmiştim.
Ne var ki umduğumla bulduğum arasında dağlar kadar fark vardı. Hükümet, Anayasa’yı tek başına değiştirecek çoğunluğu bulmanın yolunun “milliyetçi oylar”ın AK Parti’ye çekilmesinde olduğuna kanaat getirmiş ve milliyetçilik atına oynamaya karar vermişti... Haziran 2011 seçimleri bu atmosferde yapıldı.
Seçimlerde AK Parti’nin aldığı yüksek oy tek başına Anayasa’yı değiştirmeyi mümkün kılmaya yetmemişti ama, “bu kadar yüksek oy parti milliyetçi dalganın üzerine oturduğu için geldi” propagandasının alıp başını gitmesine yetmişti.
Türk halkının ağırlıklı olarak “tepkici-milliyetçi” bir çizgiye mi, yoksa “barışçı-çözümcü” bir çizgiye mi yakın olduğunu sınama imkânı bulduğumuz son gelişme, 13 askerin hayatını kaybettiği Silvan saldırısından hemen önce geldi: Abdullah Öcalan, “devletle üç önemli konuda mutabakata vardığını ve gelinen aşamanın şimdiye kadarki en ileri nokta olduğunu” açıkladı...
Peki, açıkladı da ne oldu? Ortalık birbirine mi girdi? “Koca devlet nasıl teröristle mutabakat yapar” diye memleketin altı üstüne mi geldi? Hayır, bunların hiçbiri olmadı. Çünkü bu halk, ağırlıklı olarak bu meselenin askerî çözümünün olmadığına kani olmuş durumdadır ve “kimle görüşürseniz görüşün, yeter ki bu kanı durdurun” noktasındadır; hem de epey bir zamandır...
“Önce silahı bıraksınlar, sonra konuşalım...”
Er ya da geç masa kurulacak, oturulup konuşulacak ve büyük bir ihtimalle masanın bir yanında, bunu bugünden gören ama henüz yeterli cesareti bulamadığı için top çeviren AK Parti hükümeti olacak...
Yazıyı bitirmeden önce, samimiyetle barışçı çözümden yana olan bazı kesimlerce sık sık dile getirilen ve hükümetin işini hiç de kolaylaştırmayan bir argümandan söz edeceğim...
Diyorlar ki, “Hiçbir hükümet kendi topraklarında silahlı adamlar gezerken oturup onlarla konuşamaz... O nedenle PKK öncelikle silahları terk etmelidir...”
Bu, hiç gerçekçi bir öneri değil. Savaş edenler ya yenilince silah bırakırlar ya da talepleri yönünde bir uzlaşma sağlanırsa... İşin doğasında var bu, bu işler “bize güvenin”le olmaz...
Gerçekçi öneri, PKK’nın silahlı güçlerinin Türkiye sınırlarının dışına çıkması ve görüşmeler sonuçlanıncaya kadar orada beklemeleridir. Ki Öcalan da, “Fırsat verin, bunu bir haftada yerine getiririm” diyor.
Ben, bütün iyimserliğime rağmen barışçı çözümün çok zor olacağını ne zaman anladım biliyor musunuz? Öcalan’ın bu somut önerisi karşısında Türk basınında hükümeti bu yönde cesaretlendirecek hiçbir haber ve yorum çıkmayınca...
Fakat bu, hükümet için bir bahane sayılmamalı... Kabul, her iki “merkez”iyle basın bu yönde cesaretlendirici yayın yapmıyor ama, hükümetin attığı adımlar karşısında da aleyhte kampanyalar düzenlemiyor.
Öbür siyasi meselelerde hiç kimseden yardım almaksızın şaşırtıcı ölçüde cesaret gösteren hükümet, iş Kürt meselesine gelince aynı cesareti gösteremiyor.
Bence Kürt sorunu bugün geldiği noktada önemli ölçüde bir politik cesaret sorunudur.
Yazarlar
-
Zeki ALPTEKİNEmeğin Sosyolojisi ve Kapitalizmin Geleceği: Marx vs. Marx 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORU3809 sayfa ve temel çelişki 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEAhtapotun kolları 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKRus cinleri imana nasıl hizmet etti? Tuhaf bir Soğuk Savaş hikâyesi 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANMahkemeye düşmüş siyaset 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENBölgede Trump operasyonu sürüyor 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolYenilikçi bir İslam düşünürü Gannuşi 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUÖzel ve CHP’ye dair son gözlemler 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURAK Parti üzerine doktora yapmış bir CHP lideri…. 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluÇözüm sürecinin CHP’si daha merkezde 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerPATRON KİM? 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDEN"Arananlar" zulmü ne zaman son bulacak? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuSuriye’de ‘altın oran’ nedir? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAİmamoğlu'na istenen 23 asırlık tarihi ceza: Roma İmparatorluğu kurulduğunda hapse girseydi hala ceza 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZBir iddianameden fazlası: CHP’yi dizayn girişimi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİÖzgür Özel'le kahvaltı: CHP nereye böyle? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİddianamenin ruhu siyasi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRBakın Şahan'ı şikayet eden kimmiş? Her balkona havuz yapan müteahhit savcıya koştu! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçCHP hakkında kapatma davası açılır mı? Yok artık, daha neler! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERDemokrat Kral’ın anıları 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞBir “yalanlama” yalanı: CHP üyeliği ve Kanada’ya iltica meselesinde gerçekler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraMemnuniyetsizler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNYerel yönetimlerle işbirliği kültür politikası için hayati 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİKemalizm’in dindarlarca rehabilitasyonu 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciBir iddia-nağme 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBelediyenin açıklaması gerçekleri gizliyor mu? 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZÇÖZÜM SÜRECİ KOMİSYON VE EKMEN 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYAEnternasyonalizm ve Demokratik Toplum Çağrısı... 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünBaşarılı bir diplomasi örneği… 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYeşil sarıklı hocalar bize böyle anlatmamışlardı 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUKürtler davete icabet ediyorlar 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasDüşmanımız kimdir bizim? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞÖcalan 70’lerde mi kalmış? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNAkdeniz’den Hazar’a hizalananlar ve Colani’nin Beyaz Saray günü 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞİŞ CİNAYETLERİ VE CİNAYET EKONOMİSİ… 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalSosyalist yükseliş dağınık ama yine de oligarşiye bir darbe 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRAK Parti’nin 23 yılı: Kitle partisinden devlet partisine, siyaset dilinden güvenlik diline bir dönüş 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRHSK neden suskun? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilModernlik, gelenek ve Türkiye’nin zihinsel coğrafyası 9.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTZohran Mamdani Türkiye’de neye denk düşer? 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanEğer tuz da koktuysa ne yapmalı? 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİKeşke… 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞSelahattin Demirtaş’ın yazısı, zihnimiz ve zihniyet labirenti 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Selva DemiralpFiyat istikrarı mı, finansal istikrar mı? 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezMor-yeşil ekonomi: Ara dönem fırsat yaratabilir 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Necati KUR3 MART 1924 YASALARI 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselVahim bir gelişme: İşgücü piyasasında daralma 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayTrump, Fed ve para politikası: Sol, merkez bankası konusunda neyi savunmalı? 2.11.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRSÜREÇ VE "DİLİN KEMİĞİ"! 31.10.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNMenzile doğru bir adım daha 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKDünyanın araf dönemine denk gelen Türkiye’nin çözümü 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKemalizm mi daha ‘iyi’, (Yeni) İttihatçılık mı? (3) 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇİki din, iki tanrı tasavvuru 23.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENAK Parti 2.0’a Hazır Mıyız? 17.10.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYBaşkalarının acısı… 14.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezGüvenli Liman: Altın ve Gümüş 14.10.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMAN‘Parlak gelecek’ ve sol gelecek... 12.10.2025 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaSüreç yönetmenin sorumluluğu 11.10.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğluİnsanların devletlerle savaşı 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarSosyal medya çürümüşlüğü 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlnur ÇEVİKTrump’ın dünyasına hoşgeldiniz… 3.10.2025 Tüm Yazıları






























































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
21.07.2025
14.07.2025
23.06.2025
19.06.2025
17.06.2025
8.06.2025
1.06.2025
11.05.2025
8.05.2025
4.05.2025