Markar ESAYAN

CHP tabanı işgal altında...
7.05.2014
2098

 'Demokratik toplumlar, önemli konuları tartışmaya açarlar, çoğulcudurlar ve tüm önerilerin adil bir müzakere ortamında temsil edilmesini önemserler. Bilim dahil tüm süper uzmanlıklar geleneklerden sadece birisidir ve tüm geleneklerin –din dahil- müzakereye katılmaya eşit hakkı vardır. Müzakere yönteminin nasıl olacağına, hangi geleneklerin muteber, hangilerinin irrasyonel olduğuna karar vermek hiçbir geleneğin tekelinde olamaz. Yurttaşlar eşit fırsat ve eşit haklar üzerinden müzakerelerle toplumu oluştururlar.'

Bu tez benim aklıma en çok yatan ve aslında Perikles döneminden itibaren de dünya tarihinde var olan bir demokrasi tanımıdır, yani müzakere merkezli demokratlık... M.Ö 500'lü yıllarda Atina'da birtakım uzmanların sırça köşklerinde halk için neyin doğru olduğuna karar verip bunu bir iktidar gücü eşliğinde uygulamaları fikri ile ancak alay edilirdi. Yönetim sıradan insana açıktı, çünkü sıradan insan vatandaşlık haklarıyla donatılmıştı.

Platon döneminde ise ortaya süper uzmanlar, yani filozoflar çıktı. 'Güç' ve 'akıl' ilişkisi o dönemden beri kirlidir ve ne yazık ki demokrasinin karşısında tehdit olarak yer almıştır. Bunun nedeni basit; süper uzmanlar (şimdiki seçkin bilim insanları, aydınlar, hocalar) oldukça sorunlu olan 'mutlak gerçek' iddialarını cari kılmak için her zaman iktidar gücüne ihtiyaç duydular. Bir kez gerçeği kendi malı gibi gören kibri edinince, halk eğitilecek yığınlara dönüşüyor, tezlerin hayata geçmesi için gerekli güç tepelerdeki ilişkide aranıyor ve şüphesiz bulunuyordu.

Japonya'nın savaşı kaybettiği anlaşılınca ABD'de atom bombası üzerine çalışan bilimcilerin bir kısmında bu projeye son vermek gerektiğine dair bir eğilim doğdu. Yani atom bombasının 2. Dünya Savaşı'nı bitirmek için atıldığı doğru değildir. Ancak 'bilimsel gelişimi' teorinin gösterişsiz alanında tutmak onlara çok 'irrasyonel' geldi. Ödenekler kesilecek, onca çaba da birer denklem olarak kâğıt üzerinde kalacaktı. Bu değerli eğilim hemen boğuldu ve bombalar Nagasaki ve Hiroşima üzerine bırakıldı.

Birinci paragrafa dönersek; egemenlik, meşruiyetini nereden aldığına göre demokratik veya totaliterdir. Egemenliği kullanan ve yürütme-yargı ve yasamayı ima eden devletin tüm kurumlarının mutlaka bir yerinden toplumun oylarına bağlanması gerekir. Sadece bu da yeterli değildir. Toplumu oluşturan tüm geleneklerin eşit fırsat ve haklara erişmesi, temsiliyetin eksiksiz bir şekilde bu kurumlara yansıması sağlanmalıdır. Bu bir müzakere toplumudur. Sanıldığını aksine, Batı dahil çoğu ülke bu konuda ciddi sorunlara sahiptir.

Türkiye'de de örneğin cumhurbaşkanının ilk kez halk tarafından seçilecek olması gibi egemenliği gittikçe halka yığan demokratik bir süreç yaşanıyor. Ancak ne ilginçtir ki –aslında hiç değil- toplum ve siyaset doğru yönde ilerledikçe, 'kutuplaşma-otoriterlik' denen imalatlar nevzuhur ediyor ve her demokratik hamlede bir darbe süreci ile karşılaşılıyor. Süper uzmanlarımız, demokrat giysilerini parçalayıp birer kamikazeye dönüşüyorlar. Mesela bir tanesi Erdoğan'a 'Cumhurbaşkanı olamazsın' diyerek 2. Gezi tehdidinde bulunurken, başka bir tanesi de Kürtleri 'demokrasiyi satmakla' itham ederek 'içsavaş' uyarıları yapıyor.

Sosyalistler, ulusalcılar, İttihatçı milliyetçiler her zamanki zihinsel darlıkları ve şiddet eğilimleri ile 'uzmanların' yedeğinde olmakta istekliler. Asker geri çekilince hiyerarşi aynı mantıkla bir tık aşağıdan böyle kuruldu. Çünkü artık uzmanlarımızın pijamayla karşılayacakları, kafalarındaki doğruları uygulattıracakları bir lider, bu arada da hep demokrat kalacakları konforlu paravanları –mesela asker- artık yok. Üstelik Batılı muadilleri gibi ortaya daha incelikli 'Akıl' da koyamadıklarından, eforizmleri ile her gün daha da groteskleşmekten başka çareleri kalmadı. Hasılı iş başa düştü.

Evet, ivmeyi tersine çevirmeye güçleri artık yok. Temsiliyet güçleri Doğan ile cemaat medyasını ve hatta Freedom House vesaireyi de içine alacak denli geniş, ama bu mesela 30 Mart için yeterli olmuyor. Şimdi Erdoğan'ın cumhurbaşkanlığını engellemeye odaklanmış vaziyetteler. Aslında nefret ettikleri Ayasofya'nın ibadete açılması tartışması bile AK Parti'yi dindar tabanla çatıştırmak için işlevsel bulunuyor, üzerine atlanıyor. İlke yok, namuslu eleştiri yok, eşitlik nosyonu ise hiç yok.

Ama şunu hala beceriyorlar. CHP ve tüm medya güçleri ile işgal ettikleri kentli laiklerin, özellikle kadınların ve gençlerin müzakere süreçlerine katılmasını engelleyebiliyorlar. Ülkenin normalleşmesi, laiklerin depresyondan çıkması için tek ve en etkili yol, yüzde 25'lik bu kesimi müzakere süreçlerine dahil etmek. Lakin güdüleri ahlaki olmadığı için, CHP tabanının özgürleşmesinin kendi sonları olacağını hesap ediyorlar ki, haklılar. Erdoğan ve AK Parti'nin bu konuda hataları ve yapabilecekleri şüphesiz var. Ancak bunun etkili olabilmesi için, laikler üzerinde algı etkisi bulunan CHP ve medyasının bu ahlaksız suiistimalden vazgeçmesi ve yapıcı olması gerekiyor.

Ama bu sonuçta bir egemenlik savaşı. 'Diktatörlük', 'Demokrasi sandıktan ibaret değildir', 'Çoğulculuk-Çoğunlukçuluk' ve diğer tüm iddiaları gerçeği değil, bu egemenlik savaşını kamufle etmek ve etkili oldukları toplumsal kesimleri gerçekten kopuk tutma amaçlı. Kendilerini bilinçli bir şekilde müzakere toplumunun kurulması süreçlerinden eksiltiyorlar.

Kamikaze dalışları, bir süpernovanın son şölenine benziyor.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yorumlar (1)
  • Ad Soyad Giriniz...

    Ad Soyad Giriniz...

    3.10.2012 09:40

    bir manşete edilen ifadeye bakıyorsun ".. adamlarını sustur!" bir de yazının içeriğine bakıyor ve ancak bu kadar tahrifat olur diyip tükürüyorsun..

Yazarlar