Sezin ÖNEY

Sezin ÖNEY
Sezin ÖNEY
Tüm Yazıları
Milliyetçiliğin yeniden kurgulandığı zaman
20.12.2015
1796

 Israrla, yazı üzerine yazı, Kürt Meselesi üzerine. Türkiye’de ilgilenecek çok sorun alanı var; Can Dündar veErdem Gül’ün tutukluluğu, sadece onlar değil, onlarla beraber toplamda 32 tutuklu gazeteci var. “Paralel” soruşturmalarını, gözaltılarını, yargılamalarını hiç sorgulamıyor kamuoyu; tam olarak kim neden nasıl suçlanıyor bilinemiyor. “Paralel” damgasını yiyenler gerçekten ne yapmış etmiş bilmiyor, sızdırılan istihbarat dosyaları ve soruşturma dosyalarına konanları aynen kabul ediyoruz. “Devlet büyüklerine hakaret” davalarından ötürü, insanların mesleki yaşamları bitirilebiliyor, çocuk yaştaki insanlar ağır yaptırımlarla boğuşmak zorunda kalabiliyor. İnterneti, Çin’in öne sürdüğü “siber egemenlik” kavramına (yani “devletlerin sansürleme özgürlüğü vardır” iddiasına) tam da uyan biçimde filtreleyen, engel duvarlarıyla çeviren bir ülke oldu Türkiye. Güvenlik bürokrasisinin temsilcileri, sıradan vatandaşlara “makul şüpheli” muamelesini, hiç de ince eleyip sık dokumadan yapıveriyorlar; “çekip vurma” vakaları sıklıkla yineleniyor.

İnsan hakları bakımından sicili giderek kötüleşiyor Türkiye’nin; özgürlükler konusunda bir dipsiz kuyuya doğru kayıyoruz. Bu durum da, Kürt Meselesi’nin yeniden krize, üstelik şimdiye kadar olan en ağır krizine girmesinden kaynaklanıyor.

Bu artık sürekli kendini tekrar eden bir denklem; “Türkiye politikası yasası” da diyebiliriz. Kürt Sorunu konusunda kriz yaşanınca, Türkiye genelindeki tüm hak ve özgürlükler meseleleri de krize giriyor. Var olan sorunlar derinleşiyor, devletin hoyratlığı artıyor, hak ve özgürlükler alanlarının genişletilmesi için çaba gösterenlerin hedef hâline getirilmesi, düşmanlaştırılması kolaylaşıyor.

Bugün de Türkiye’nin geleceği konusunda beni karamsarlaştıran başlıca konu Kürt Meselesi.

Kış ortası çoluk çocuk evini barkını, yapayalnız, hiçbir kamu desteği, sosyal dayanak olmadan terk eden “iç mülteciler” yaratılıyor. “Temizlemek” tarzı öldürme ve yok etmeyi kasteden bir askerî jargon medyada ve kamuoyunda, sıklıkla ve üzerine düşünülmeden kullanılmaya başlanıyor. Diyarbakır’ın merkezindeki Sur’da, Cizre ve Silopi gibi ilçelerin merkezlerinde tank gibi ağır silahlar kullanılıyor, askerlerin de müdahil olduğu kapsamlı harekâtlar başlıyor.

Hendek- barikat, özyönetimler konuları, devletin katlanamayacağı, taviz veremeyeceği konular olarak görülüyorsa, mesele siyasetin meselesidir. Yerelde ve Meclis’te kurulacak siyasi diyaloglarla çözüm bulunmaya çalışılır. Devlet, her güvenlik sorunu yaşadığını, “kamu düzeninin” bozulduğunu düşündüğü yeri bombalamayı, yangın yerine döndürmeyi, “politika” olarak görecekse işimiz var.

Siyaset, “çözüm” alanı yerine, savaş direktifi veren mecra olmayı seçiyor çünkü çok meşgul politikacılar.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın odağında başkanlık, hükümetin odağında milliyetçi oyları konsolide etme var. Her “iki baş” da, taban desteğini maksimuma çıkarma hedefinde birleşiyorlar. MHP’nin liderliğinin dalında kurumuşluğu, parti içi rekabetin ciddi biçimde yenilenme ile sonuçlanmasının hayli zor gözükmesi, AKP’nin önüne neredeyse yüzde 60’lık bir oy potansiyeli açıyor: milliyetçi oyların havzası, Vahşi Batı gibi boşta “fethedilmek” için AKP’nin önünde bekliyor. Bu “hazır ve nazırlık”, AKP gibi son derece kazanç ve güç odaklı bir partinin de iştahını kabartıyor doğal olarak. Bu nedenle de AKP, kendi tabanı ve MHP’ninki arasındaki sınırları iyice silikleştiren, din ve milliyetçiliğin beraber yoğrulduğu yeni bir söylemi üretiyor ve destekliyor.

Aslında, Meclis’te ve ötesinde; Türkiye siyasetinde bu dönemde yaşanan adı konmamış kriz, “milliyetçilikler krizi”.

Klasik Türk milliyetçiliği çok ciddi bir varoluşsal kriz yaşıyor bir süredir; milliyetçiliğin çatısını oluşturan ortak kirişler, “ortak hayal gücü” bir süredir iyiden iyiye çöktü.

Geçen hafta yaşamını kaybeden, milliyetçilik konusunun ünlü akademisyeni Benedict Anderson’un tezinden yola çıkalım… Anderson, milliyetçiliğin, “modernitenin” bir ürünü olduğunu öne sürüyordu. İlahi, ebedi bir geçmişe sahip olduğunu tahayyül ettiğimiz uluslar, birbirlerini belki hiç görmeyecek, tanımayacak olan ‘yoldaş’/ ‘kardeş’/ ‘dostlardan’ oluşan üyelerin hayalinde, zihinleri ve kalplerinde oluşturduğu birliktelik bağıyla kenetleniyordu. Anderson’un, milliyetçiliği, “hayalî topluluklar tasavvuru” olarak niteleyen tarifi buydu.

Türk milliyetçiliğinin, hayal gücünde, zihni ve kalbindeki dayanakları oluşturan Atatürk, Misak-ı Milli, laiklik, devletçilik gibi sembollerin, kavramların ortak bir tarifi, oluşturduğu ortak çatıdan artık bahsedebilir miyiz?

Öte yandan, kendini tarifte zorlanmayan, çok canlı bir Kürt milliyetçiliği; yeniliği, hevesi, genç ve dinamik damarı ile ‘gıcır gıcır parlayan’ sarı- kırmızı- yeşil bir kimlik aidiyeti sözkonusu. Türk milliyetçiliği, kendini yeniden tanımlamanın “aciliyetini” ve mecburiyetini, biraz da Kürt milliyetçiliğine karşı ne yapacağını bilememesinden dolayı hissediyor.

Ve ne yazık ki, çatışmalarda alınan agresif, militer tavır ve milliyetçi tabanı ivedilikle fetih dürtüsüyle beraber; yeni tanımlanan Türk milliyetçiliği giderek din, boyun eğdiren güç, “Kurtlar Vadisi” tonlarına toplumsal olarak bürünüyor.

[email protected]

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar