Alper GÖRMÜŞ
Taraf muhabiri Tuğba Tekerek’in, “Ben şöyle bir şey duydum. (...) Sizin böyle bir tanıklığınız oldu mu” sorusuna verilen “Görmedim ama evet ben de duydum bunu”cevabından yola çıkarak üretilen hüküm faslında manşeti tartışıyorduk: “Hür Ordu’ya jandarma servisi...” (Taraf, 7 ekim).
Bu manşetten kalkarak Taraf yazıişlerine yönelttiğim eleştirilerle ilgili olarak genel yayın yönetmenimiz Ahmet Altan, beni kısmen haklı kısmen haksız bulan bir yazı kaleme aldı.
Çok önemli bulduğum bu tartışmayı sürdürebilmek için “Balyoz kararları tartışması”na bir yazılık ara veriyorum...
Öncelikle temel derdimi bir kez daha vurgulayayım: Tartıştığımız da dâhil olmak üzere, “endazeyi kaçırmış” diye tanımladığım Taraf manşetleriyle (ve başlıklarıyla) uğraşmamın esas nedeni şu: Ülkede “endazeyi kaçırmış” bir iktidar var ve ona düzgün, inandırıcı bir eleştiri getirmeye en ehil olan gazete, hırçın ve abartılı bir haber dilini tercih ettiği için kendi sözünün değerini azaltıyor.
İlk yazıda söylediğim gibi: Bu tarz, özünde haklı olan muhalif pozisyonun inandırıcılığını törpülüyor, bir yandan da kendisine muhalefet edilen gücü “mağdur” konumuna taşıyor.
Söz ola hakikatten uzaklaştıra...
Ahmet Altan, o haberin hakikati yansıttığını, fakat haberde bazı bilgileri kullan(a)madıkları için, ikna ediciliğinin zayıf olduğunu kabul ettiğini yazdı.
Biraz kapalı oldu, farkındayım, biraz sonra bu noktaya tekrar döneceğiz...
Fakat ondan önce, sorunun, sunulduğu hâliyle haberin zayıflığında değil yukarıda sözünü ettiğim mağduriyete yol açmasında olduğunu bir daha anlatmak istiyorum...
Diyelim hakikat, o haberde anlatıldığı gibidir... Yani, jandarma gerçekten de Türkiye’deki kamplarda kalan Suriyeli muhalif savaşçıları sınıra “servis” etmektedir ve Taraf, okurlarının bu hakikatten haberdar olmasını istemektedir.
Soru şu: O haber o hâliyle buna mı hizmet etmiştir, yoksa böylece Taraf, bu iddianın ve benzer iddiaların tümüyle yalan olduğunu söyleyen hükümet yetkililerinin kullanabileceği bir malzeme mi üretmiştir?
Bence ikincisi... Hele ki, bir süre önce bölgeye giden Basın Konseyi üyelerinin basın toplantısında dağıttıkları “muhaliflere gönderilen içi silah dolu TC Sağlık Bakanlığı ambulansı”fotoğrafının dezenformasyon olduğunu kendilerinin de kabul etmesinden sonra... Hükümetin bu asparagası nasıl kullandığını hepimiz yakından izledik.
Kimse yanlış anlamasın: Ben, devletin resmî güçlerinin bu türden tehlikeli işlere bulaşmış olmaları ihtimalini çok güçlü görüyorum. Zaten tartıştığımız mesele de bu: Taraf’ın tartıştığımız haberi, bu güçlü ihtimalin kamuoyunun göz menziline taşınmasına mı hizmet ediyor, yoksa tersine mi?
Bence tersine: Böyle haberler, bu yöndeki haklı kuşkuyu kamuoyunun gündemine taşımaya değil, okurda “sinekten yağ çıkartıyorlar” duygusu yaratarak kamuoyunun gündeminden düşürmeye hizmet ediyor.
Beni asıl düşündüren şey işte bu: Okurların böyle bir manşeti inandırıcı bulabileceğini düşünmek ve kullanmak...
Ben, buna kendisini ikna edebilen bir yazıişlerinin, benim de zaman zaman içine düştüğüm bir gazetecilik tuzağına açık olduğunu düşünürüm: Gazetecilerin, doğruluğuna inandıkları haberleri kullanırken, insani zaaflarının da etkisiyle “iyi gazetecilik”in taleplerini geri plana atmaya meyledebilmeleri tuzağı...
O tuzağı bilirim, ben de düştüm!
Ben bu tuzağa 2005’te Aktüel dergisinin genel yayın yönetmenliğini yürütürken düştüm ve ancak istifa ederek bir nebze huzur bulabildim.
Hatırlayanlar olacaktır, “Eski Ermeni Patriği Kalustyan’la eski Diyanet İşleri Başkanı Lütfi Doğan kardeş” spotuyla kapaktan sunulan haberin kaynağı Almanya Ermeni Cemaati’nin saygın lideri ve Ermeni Kilisesi Başpiskoposu Karekin Bekçiyan’dı... Bekçiyan, Aktüel’in teybine iki ayrı zamanda aynen şöyle demişti: “Ölümünden önce eski Ermeni Patriği Şnork Kalustyan, eski Diyanet İşleri Başkanı Lütfi Doğan’ın anne bir kardeşi olduğunu bana defalarca anlattı...”
Aslında haberi sadece Karekin Bekçiyan’ın sözlerine dayanarak verebilir, başka da bir şey yapmazdık... Fakat biz yaptık, çok şey yaptık da bir şeyi eksik yaptık...
Ayrıntılarda boğmayayım sizi, yapmadığımız o şeyle, “iyi gazetecilik”in, “Bir iddiayı doğrulamak için gösterilmesi gereken çabanın tamamını göstermeden iddiayı haberleştirmemek”ilkesini ihlal etmiş olduk. Neticede, Karekin Bekçiyan’ın teypte kayıtlı sözlerine rağmen, haberin doğru olmadığı ortaya çıktı ve ben istifa ettim.
Çıkardığım ders şuydu: Ben de, gazetecilerin doğruluğuna inandıkları haberlerin peşinde koşarken, insani zaaflarının da etkisiyle “iyi gazetecilik”in taleplerini geri plana atmaya meyledebilmeleri tuzağına düşmüştüm.
Hatırlayacaksınız, aynı tuzağa Taraf da NTV-Yazıcıoğlu haberinde düşmüş, sonunda gazete özür dilemişti.
Yukarıda zikrettiğim “doğruluğuna inanılan haberlerin taşıdığı gazetecilik tuzağı”, doğruluğuna inanılan düşünceler, tavırlar, tesbitler, siyasetler sözkonusu olduğunda da geçerlidir. Bunları güçlendireceği düşünülen haber malzemeleriyle karşılaşan gazeteciler, “iyi gazetecilik”in taleplerini geri plana atmaya meyledebilirler.
Bence, “Hür Ordu’ya jandarma servisi” haberi de işte böyle bir gazetecilik tuzağının ürünüydü.
Bana verilen bilgiye rağmen...
Ahmet Altan, haberin doğru olduğunu gösteren başka şeyler de olduğunu; bunları yaz(a)madıklarını; haberi yapan Tuğba Tekerek’in bu konuda beni bilgilendirdiğini fakat buna rağmen benim yazıda bir değişiklik yapmadığımı yazdı.
Doğru, öyle yaptım, şimdi de neden öyle yaptığımı açıklayacağım...
Öyle yaptım ama bunun nedeni, Tuğba Tekerek’in bana verdiği bilginin değersiz olması değildi; hayır, tam tersine haberi güçlendiren bir bilgiydi. (Şunu da ekleyeyim: Benim ölçülerime göre, “şuna biraz daha bakalım” denmesi gereken bir durumdan söz ediyordu Tuğba.)
Fakat Tuğba’ya da dediğim gibi, okurlar hiç bilmeyeceğine göre, bunun fazla da bir önemi yoktu. Önemli olan, okurun gazetede gördüğüydü ve okurun gördüğü şeyden de maalesef, Taraf yazıişlerinin elindeki malzemeyi “kullanışlı bir tarzda yorumlaması”ndan başka bir anlam çıkmıyordu.
Nasıl çıksın ki?
Bir daha vurgulayayım, benim için asıl burası önemli: Okurların kaçınılmaz olarak böyle yorumlayacakları bir manşetin, böyle yorumlanmayacağını düşünmek, düşünebilmek...
Bu durum, Taraf yazıişleri salonuna, oradaki toplam algı kapasitesini azaltan asabi bir ruh hâlinin hâkim olduğunu göstermiyor mu?
Bu ruh hâlini gösteren başka örneklerin de olduğunu söylemiştim... Balyoz dizisinin ardından tartışmaya o örnekler üzerinden devam edeceğim.
Ahmet’in bana yakıştıramadığı ifadem...
Son olarak, Ahmet Altan’ın bana yakıştıramadığını söylediği, yazımda yer alan bir ifadeyle ilgili birkaç şey söylemek istiyorum... Ahmet şöyle yazdı bu ifademle ilgili olarak:
“Biri Alper Görmüş’e ‘sen kendi fikirlerin nedeniyle manşetleri zorlar ve onları kullanışlı yorumlar mısın’ dese büyük bir ihtimalle ‘hayır’ der, bana ‘Alper böyle bir şey yapar mı’ diye sorsalar ben de ‘hayır’ derim. Alper kendisinin yapmayacağı, ahlaka da pek uygun düşmeyen bir işi benim yapacağıma nasıl bu kadar rahat inanıyor, nasıl kendisini böyle ‘ahlaken’ üstün görüyor, nasıl kendini bu kadar rahat ‘karar mercii’ konumuna yerleştiriyor? Bu yakışık alıyor mu Alperciğim?”
Birincisi: “Haberleri kullanışlı bir tarzda yorumlama”yı, kavgacı bir gazeteciliğin kışkırtıp ortaya çıkartabileceği bir insani zaaf olarak görüyorum; bile isteye işlenmiş bir ahlaksızlık olarak değil... (Bu pratiğin bazı biçimleri, evet, ahlaksızlığa girer ama Taraf’ta ben işlerin buraya vardığını hiç görmedim.)
İkincisi: Ben böyle bir şey yapar mıydım?
Bilmiyorum...
Kavgacı bir gazeteciliğin günlük hayhuyu içinde ben de böyle şeyler yapabilirdim. Fakat muhtemelen,“muhalif” değil “eleştirel” gazeteciliği benimseyen bir gazeteci olarak daha sakin kalabilir, böylece bu türden pratiklerden kendimi sakınabilirdim.
Bitirirken: Bana gelen mesajların bir bölümü, tartışmanın “birbirimize küsme” sonucunu doğurmaması yönünde temenniler içeriyordu.
“Endişeli” Taraf okurlarına cevabım şöyle: Ahmet Altan benim hayatta tanıdığım en dürüst, en vicdanlı, en cesur insanlardan biridir. Bu tartışma, hayatta kıymet verdiğim en temel vasıfların tümünü taşıyan bir insanla konuşamayacağımız bir ortama yol açarsa, tartışma denen şey benim için bütün anlamını yitirir. Bir daha da kimseyle bir tartışmaya girmem.
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURSessizlik neden en büyük tehdittir? 25.06.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanFatih Altaylı’yı hapse atacağız diye hukuku dibine kadar zorladılar 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciHer şey yolunda ise bu fahiş faiz nedir? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDış Cephe ateş altında iken İç Cephe ne durumda? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSaldırılarla İran’a ‘‘Ölümlerden ölüm beğen’’ denildi 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇSavaşın meşruiyeti ve ahlaki üstünlük meselesi 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNİran'ın zor seçimi: Topyekûn savaş ya da taksitle ölüm 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanWashington’un İran takıntısının şifreleri 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRİDAMCI İRAN, SOYKIRIMCI İSRAİL DEVLETİ Mİ? 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluYeryüzü artık bir Vahşi Batı… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞUCUBE SİSTEM CEHENNEMİ… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞDoğru, ülke güvenliği demokrasisiz de sağlanabilir fakat bunu durmaksızın tekrarlamakta bir sorun va 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazFıkra gibi ülke ama gel de gül! 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA"Masada Milyonlar Var;"Barış, Özgürlük ve Demokratik Toplum İçin Örgütlenmeliyiz 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYRusya, Suriye’den sonra İran’ı da kaybedebilir 22.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUKürt meselesinde CHP’nin yakın dönem öyküsü 21.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTürkiye için bir fırsat: CHP’de yeni kuşak siyaseti 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖcalan İsrail için ne dedi? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERZeytin ağaçları ve şirketokrasi 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunDevlet “devletimiz” olur mu? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Neo-Mussoli’nin “Havuz Medyası” 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUYeni milliyetçilik ve Öcalan 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBahçeli'ye muhalefet ikna oldu da ortağı olmadı mı? 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünOyun içinde oyun… 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRNihai hedef Türkiye mi? 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçaySıcak yaz 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİModern katil 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye ne yapmalı? 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRMHP’nin yeni anayasa hamlesi, köklü bir rejim düzenlemesini mi işaret ediyor? CHP ne yapmalı? 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEDaha kötüsü her zaman mümkün 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞSiyasetin (ve biraz da ceplerin) finansmanı, yasalar, AKP ve CHP 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNÖzgür Özel’in İmtihanı 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENBaas’tan ve İslamcılıktan Sonra 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBOŞ UMUT, SONU HÜSRAN 12.06.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolHer 4 liranın 3’ü faize! 11.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENAKP ahlâkî üstünlük mü kazandı? 10.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKBarış süreci için en büyük tehlike nasıl Türkiye’nin iç barışının bozulması oldu? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi Egilmezİnsanlar Olmayan Parasını Nerelere Harcıyor? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞBir anayasa inşa süreci deneyimi: Yeni Anayasa Platformu (YAP) 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçEşitlik korkusu ve 12 Eylül darbesinin büyük zaferi 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYerli-milli Kur’an meali AK Parti’ye nasip olacak! 2.06.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraSokak 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasErken seçim en geç ne zaman? 29.05.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
19.06.2025
17.06.2025
8.06.2025
1.06.2025
11.05.2025
8.05.2025
4.05.2025
29.04.2025
25.04.2025
21.04.2025