Mümtazer TÜRKÖNE

Mümtazer TÜRKÖNE
Mümtazer TÜRKÖNE
Tüm Yazıları
Türk Sorunu nasıl çözülecek?
19.10.2024
158
"Çözüm sürecini sahici bulmayarak iktidarın çıkar kokan manevrası olarak görenler bir kere daha düşünmeli. Velev ki öyle olsun: Kaybedecek neyimiz var? Bütün siyasî aktörlerin elbette kendine göre bir çıkar hesabı olacak. Güveneceğimiz dayanak, herkesin hesabının bileşkesinin Türkiye için hayırlı bir yol olacağı inancıdır. Herkes kendi çıkarı için hamle ederken, Türkiye ne kazanacak?"

İyi Parti lideri Dervişoğlu’nun Abdullah Öcalan’a silah bırakma çağrısı yüzünden Devlet Bahçeli’yi kestirmeden mahkûm etmeye kalkması da, Numan Kurtulmuş’un CHP lideri tarafından yasa dışı ilan edilmesi de insaf ölçülerini aşıyor. Kurtulmuş ilk dört maddeye göndermede bulunsa da Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin üniter yapısına en küçük bir itirazda bile bulunmadı. MHP lideri Devlet Bahçeli’nin ise, PKK’nın lider olarak benimsediği şahsa şart ileri sürmesinin milletin dirliği ve devletin bütünlüğüne dokunur tarafı yok. Nüanslar kaybolurken sağduyu da güme gidiyor. İktidar kanadı elini taşın altına koyarken muhalefet en ucuzundan retorik yarıştırıyor. Retorik, sadece retorik. Ancak bu tabloya rağmen sarfedilen sözlerle yapılanlar arasında derin bir uçurum var. Özgür Özel, Demirtaş ziyareti ve önümüzdeki hafta yapacağını açıkladığı Güneydoğu turu ile kendi açılımına başladı bile. Demek ki göç, yolda düzülüyor.

Zevahir ile hakikat farklı olduğuna göre, Kürtlere bakarken Türk tarafını da gözden ırak tutmamak gerek.

Kürdü sevmeyen Türkler:

Kürt sorunu Türkiye’nin güvenliğinden huzuruna, ekonomisinden dış ilişkilerine hatta demokrasisi ve hukuk düzenine kadar her alanda can yakıcı bir sorun. Ancak görülüyor ki bu sorunun üstesinden gelmeyi engelleyen, kolayca demagoji salatasına malzeme yapılan esaslı bir Türklük algısı sorunumuz var. Çözüm ararken ikisini de birlikte masaya yatırmamız gerektiği anlaşılıyor.

Türkler ve Kürtler sadece coğrafyanın belirlediği ortak kaderi değil, bin yıllık ortak tarihleri boyunca aynı kültürü, yaşam biçimini ve değerleri de paylaştılar. Ne yaşanmış olursa olsun, bundan sonra da paylaşmaya devam edecekler.

Cumhuriyet’in kurucu iradesi, Diyarbakırlı Ziya Gökalp’in “Türkçülüğün Esasları” isimli kitabında sıraladığı prensipler ve program üzerine inşa edilmiştir. Ona, Türkiye’nin büyük teorisyeni, kurucu aklı diyebilirsiniz. Doğrudan Atatürk, Gökalp’i böyle bir yere yerleştirir. Gökalp kanı, ırkı, soyu-sopu, coğrafyayı reddeden bir millet ve ona dayalı bir Türklük tarifi yapar. “Irk hayvanlarda olur” derken, ırkçılığı da hayvanlar alemi ile sınırlar. Onun asıl kurucu aforizması, çok yakından tanıdığı Kürtlüğe ve mensubu olduğu Türklüğe dair koyduğu şu şaşmaz ölçüdür: “Türkü sevmeyen Kürt, Kürt değildir; Kürdü sevmeyen Türk, Türk değildir.”

Milliyetçilik, tarih bilincidir. Cumhuriyet’in temellerini oluşturan kurucu iradeyi rehber edinmek isteyenler, tarih bilincinden damıtılmış işte bu sözü hatırlamalıdır.

Tarih bilmeyen adamdan, Ziya Gökalp’i tanımayan, tanıdıktan sonra anlamayan kafadan milliyetçi olmaz.

Kader Birliği:

Türklerin ve Kürtlerin bu topraklardaki tarihi, Türklüğe ve Kürtlüğe indirgenemeyecek kadar iç içe geçmiş bir kader birliğine dayanır. Kürtleri, 1514’te Türkler tarafından yok edilmekten bir başka Türk, Yavuz kurtarmıştır. Şah İsmail’in Diyarbakır valisi Ustaclıoğlu Mehmet’in Kürtlere yaptıklarını hatırlamanız yeterli.

Haçlı seferlerini durduran, Kudüs’ü geri alan Kürtler ve Türkler kendi aralarında kavga etmekten geri durmadılar. Kudüs’e giden yolda Selahaddin’in Kerek kuşatması, Türklerin ve Kürtlerin kavgası yüzünden uzamıştı. Bütün kurumları ve düzeni ile Musul Atabeyliğinin devamı olan Eyyubi devleti de kan davalarının yol açtığı kavgaları durduramamıştır. Birlikte yaşadığımız tarih elbette sorunsuz değildir, ama yaşadığımız sorunların hiçbiri Kürdün Kürtle, Türkün Türkle yaşadıklarının, kendi soydaşlarına yaptıkları eziyetlerin ötesine geçmemiştir.

Ateşle sınandığımız İstiklal Harbi’nde Ankara hükümetine destek veren Kürtlerle, Anadolu’nun hemen her yerinde isyan çıkartan, dağda asker kaçağı veya eşkıya olarak dolaşan Türkleri karşı karşıya getirmeyi deneyin. Birlikte yaşanan kader, alt alta yazılarak toplanır ve çıkan yekünlere dayanarak karar verilir.

Bugün Kürtler için bağımsız devlet sevdası, İsrail’in güvenlik çıkarlarına hizmet eden bir ABD projesi olmaktan, harekete geçildiği zaman ise daha önce defalarca gerçekleştiği üzere satışa gelmekten ibaret. Birlikte yaşamaktan, birlikte bir gelecek inşa etmekten başka çıkar yolumuz yok. Bu yolun önünde ise, aşılması gereken iki engel var: Türkü sevmeyen Kürtler, Kürdü sevmeyen Türkler.

Ama asıl büyük sorumluluk çoğunluk oldukları için gücü elinde bulunduran Türklere düşüyor.

Millî onur arayanlar:

Milliyetçiliğin, birey psikolojisinde aşağılık kompleksinden beslenen hastalıklı bir tarafı da var. Schopenhauer, kişisel hayatlarında onur arayışını tatmin edemeyenlerin millî onur arayışı ile ruh dünyalarını dengelemeye çalıştıklarını söyler. Aslında sadece onur arayışı değil, topluma karşı öfke, kin, nefret gibi duygular milliyetçilik aracılığıyla kolaylıkla süblime edilebilir. Millî ölçekte belirlenen düşmana karşı kin kusarak içindeki nefreti boşaltan, bir baltaya sap olamamışlar sürüsü her zaman ortalıkta, bağırıp çağırarak, her yeri velveleye vererek dolaşabilir.

Bizim ölçümüz sağlam: “En iyi Kürt ölü Kürttür” diyen biri ya ruh hastasıdır, daha kuvvetle muhtemeldir ki Türklüğün ölçüsüne aykırı olduğuna göre Türk değildir. Aynı devletin çatısı altında yaşamak için dağları delip yol açmaya çabalamayan Kürt de öyledir. Kurda kuşa yem olmamak için, -Osmanlı tabiriyle- “Devlet-i Türkiyya” çatısı dışında yaşamaktan başka çare yok. Unutmayın: Devlet sahibi olmak Türklerin ayrıcalığı veya üstünlüğü değil, tam olarak ağır bir sorumluluktur. Bu sorumluluğun içinde “Kürtleri sevmek”, onların Kürt olmaktan kaynaklanan bütün haklarına ve hukuklarına saygıyla boyun eğmek de vardır.

Bütün bunları Türkiye’de birlik ve beraberlik ruhunu kuvvetlendirmeye aday, mutasavver süreç için söylüyorum. Kindar milliyetçilik hem Türklerin hem de Kürtlerin önündeki en büyük engel. Tarih bilinci olan milliyetçiler sağlam referanslarını tecrübe edilmiş ve yaşanmış tarihten almak zorundalar; ırkçı ego tatminlerinden, aşağılık komplekslerinden değil.

Çözüm sürecini sahici bulmayarak iktidarın çıkar kokan manevrası olarak görenler bir kere daha düşünmeli. Velev ki öyle olsun: Kaybedecek neyimiz var?

Bütün siyasî aktörlerin elbette kendine göre bir çıkar hesabı olacak. Güveneceğimiz dayanak, herkesin hesabının bileşkesinin Türkiye için hayırlı bir yol olacağı inancıdır. Herkes kendi çıkarı için hamle ederken, Türkiye ne kazanacak? Bu soruya kafa yormalıyız. Bölgemizde süregiden savaşlarla Üçüncü Dünya Savaşı naralarının atıldığı bir dünyaya önümüze çıkan fırsatı bir kazanca dönüştürerek meydan okumak en doğrusu değil mi?

Bu yazıyı sabırla sonuna kadar okuyup, iktidara destek olduğumu düşünenlere kısa bir not: İktidar ve muhalefet şablonlarını bir kenara bırakın. Bu kadar basit ve yüzeysel düşünmeyin. Başınızı kaldırın, çevrenize bakın. Yangın yerine dönen çevremizdeki coğrafyadan yüzünüzü yalayan ateşi hissetmiyor musunuz?

Var mı başka çaremiz?

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar