Cihan AKTAŞ
I- Bu ayın başlarında hafta Başbakan Erdoğan’ın öğrenci evleri üzerine yaptığı açıklamalar, mahremiyet olgusunu bir kez daha gündemimize taşıdı. “Devlet özel alana nereye kadar nüfuz edebilir?” sorusu kuşkusuz her şeyden önce devlet (ve medya) karşısında korunmasız bireyin saygınlığını ve haysiyetini gözeten bir mahremiyet kavrayışını hesaba katan bir cevaba ihtiyaç duyuyor.
Mahremiyet, Uğur Tanyeli’nin “İstanbul’da Mekan Mahremiyetinin İhlali ve Teşhiri” kitabında yer alan bir ifadeyle gündelik hayatın ne kadarının kimlere açık, kimlere de kapalı olarak yaşanacağı, nasıl açık tutulacağı ve nasıl kapalı kılınacağı gibi hayati sorunları tanımlar.
Bu konuda ne kadar konuşulsa az. Devletin öğrenci yurtlarını kontrolü, zaten devletle yurda başvuran öğrenci arasında uzlaşımsal bir disiplin içeriği varsayıyor olması bakımından anlaşılabilir. Ancak öğrenci evi kontrolü, ihbarcı zihniyeti harekete geçireceği için çok sakıncalı. Tartışmalar bana İran’da bulunduğum yıllarda tanık olduğum konu komşu ihbarıyla gerçekleşen ev partilerine yönelik baskınlara ilişkin şayiaları hatırlattı. Hane içlerine uzanan kontroller yanlış anlamalar barındırdığı ve geride acıklı (utanç yayan) izler bıraktığı için konu komşuyu birbirine düşürüyor. Hatta, ihbar ve kontrole dayalı bir mahalle yerleşiminin modernist bireyciliğe direnebilmiş bir mahalle ruhunu büyük zarar verdiği söylenebilir. Kapını çalan, sofrana oturan komşun aslında kim, bilemez oluyorsun.
İhbar, zandan ifşaya özel hayata ilişkin içerdiği bir yığın sakarlığa açık muameleyle mahrem dünyaların duvarlarını saydamlaştıracağı için de ihbara uğrayan kişi veya ailenin hayatında izler bırakacaktır.
II- Geçtiğimiz hafta içinde Ezurum’da katıldığım Atatürk Üniversitesi İletişim Fakültesi tarafından düzenlenen “Medya ve Mahremiyetin Sınırları” başlıklı sempozyumda benzeri soru ve tespitlerin geniş bir şekilde tartışıldığı sunumlar dinledim. İki gün süren sempozyumda medyanın mahremiyet konusundaki zaaf ve hataları çeşitli açılardan konuşuldu.
Mahrem, nâmahremlik gibi kavramlar, özel ve kamusal hayatımızdaki sınırları bildirmek üzere de gündelik hayatımız içinde belirleyici rol oynuyorlar. Buna karşılık kamusal alandaki sınırların müphemliği, gerçek hayatın ihtiyaçlarına cevap vermeyen katılığı, özel alanı de etkileyen bir sınır ihlalleri dizgesinin hayatın her alanında karşımıza çıkması gibi bir sonuç veriyor. Bedenimizin nerede ve nasıl görüneceğine kim karar verecek? Bütün bu soruların öne sürdüğü zorba deneylerle yüklü bir asırı geride bıraktık. Çarpıcı bir örnek, “ikna odaları” tecrübesi.
Bir geleneğe veya esaslı dayanağa sahip bulunmayan “ulusçu” kamusal alan, dini simgeleri özel alana göndermekle kapsamını daraltırken esasında kamusalla ilişkili olması gereken nice değeri faaliyet ve anlamı bağlamından koparmak suretiyle bazen yoksullaştırmış, bazen de çığırından çıkartmıştır. Başörtüsü yasaklarının başörtüsü olgusunu birçok bakımdan abartılı ve aşırı bir şekilde gündemimize yerleştirmiş olması da bunun örneği.
Laikçi kamusal alanın nâmahremleriydi, başörtülü kadınlar. Varlıklarının o zeminin doğasını çarpıttığı, sınırlarını ihlal ettiği düşünülürdü. Laikçi mahremiyet, tesettürlü kadınların mağduriyetinin kendinden menkul gerekçesiydi.
Farkına varmadan görünmeyen X-Ray cihazlarıyla kuşatıldığımız bir dönemde “muhazafakâr” bir hükümetin mahremiyet olgusunu, mahremiyetin ihlaline ilişkin tutumlarıyla eleştirdiği seleflerine göre -mağduriyetlere yol açmadan- nasıl yorumlayacağı, yorumlamakta olduğu, önemli bir sorundur.
III-Mahremiyet temel değerleri açısından olmasa da içerik açısından mekânla bağlı değişik anlayışlara karşılık geldiği gibi, zamanla ilişkili olarak da değişim gösteriyor. Tesettürlü kadınlar için mahremiyet ya da nâmahremlik olgusu, uzun yıllar bir öğrenme pratiğinin ilk sıralarındaydı. Fakat öğrenme süreci, hayat tarzının kaynaklarla tashihi ya da yeniden kurulması, tekdüze bir kavrayış ve uygulama anlamına da gelmedi; zamanın bir ruhu var. Sempozyum sırasında yaptığım konuşmada bunları dile getirmeye çalıştım.
Zamanın ruhu nedir? Bir misal üzerinden düşünelim: Çankırı’nın Atkaracalar köyünde yaşamış, sayısız şiir yazmış şair Cevriye Banu Hanım (1863- 1916), ölmeden önce bir divan oluşturacak sayıdaki şiirlerini yakmıştır. Kendi döneminin medyası karşısında mahremiyetini koruma inancıyla bu kararı verdiği geliyor akla.
Kendi kişisel tecrübelerimden de söz ettim sunumumda. 1980’lerin başlarında Yeni Devir gazetesine yazmaya başladığımda, kadın olarak ismimle yazı yazdığım için hicap duymam gerektiğini öne süren mektuplar alırdım. Kuşkusuz savunulan İslam değil, kadın bilincinin gelişmesini fitne saymaya hazır feodal yargılardı.
Aynı dönemde İran sinemasının kadın oyuncu ve yönetmenlerle gösterdiği yükseliş bu bağlamdaki sorularım nedeniyle de dikkatimi çekmişti. Mahremiyet olgusu sadece görülme sınırlarının tespitiyle değil, özellikle bakışın eğitimiyle de gerçekleşiyor. Sunumumda İran sinemasının mahremiyet/nâmahremlik sınırları bağlamında yaslandığı dini ve sosyolojik açıklamalara ve bu sinemanın kamusal alan ilişkilerinin yeniden tanımlanmasına sunduğu katkılara kısa da olsa değinmeye çalıştım.
IV- “Medya ve Mahremiyetin Sınırları” sempozyumu sunumlarını dinlerken aldığım notlardan bazıları şöyle:
Uğur Yavuz: Gerçek hayatta neler suçsa, sanal alemde (sosyal medyada) de aynısı suç sayılmalı.
Meltem Ahıska: Mahrem, ortaklık tasavvurudur ve birlikte yaşama çerçeveleri dışında anlamlandırılamaz. Gayrişahsi kamu kavramının yetersizliğine karşılık samimi, sıcak bir kamusal alan mümkün mü?
Halil Nalçaoğlu: İnternette de bir cemaatte de kendi mahremiyet sınırlarını oluşturan, kişinin kendisidir. Sosyal medya için ne tamamen suça teşvik etttiği iddia edilebilir ne de bu yolla demokrasinin geldiği savunulabilir. Sosyal medyanın gençlerin hayatındaki etkisi, başka alanların etkisiyle bir bütünlük içinde değerlendirilmeli.
Yurdagül Bazergan Acar: Üzerimize odaklanan onlarca elektronik gözle birlikte yaşamayı öğreniyoruz.
Osman Özsoy: Sosyal ağlarda yer alan cümleleriniz bütün hayatınız boyunca karşınıza çıkabilir.
Aksu Bora: Kadına dönük ev içi şiddetin mahrem bir konu olması kabul edilemez. Medyanın dönüşümü kamusaldan özel hayatlara yöneldiği için dehşete düşürtüyor ama sosyal medyadan önce de medyanın özel alanla bir bağı vardı.
Sıdıka Yılmaz: Dönemin ruhunu farklı bir düzey ve içerikte yansıtan ve mahrem alana özgü duyarlığı yansıtan mektuplar iletişim üsluplarının zenginleşmesine doğrudan katkı sunmuşlardır.
Hüseyin Köse: Yeni iletişim biçimleri gündelik hayatın bütün alanlarını özellikle mimarlık alanındaki kimi ciddi gelişmelerle birlikte adeta ışıktan bir duvara dönüştürüyor.
V-Sempozyum sunumumda ayrıca, mahremiyetin ihlali ve istismarı kadar aile içinde ve sokakta şiddetin tırmanmasında da ara bölgelerin giderek azalmasının oynadığı rolü irdelemeyi denedim. Şiddete uğrayan kadının bir de medya teşhiriyle mağdur edilmesi, arada kademeli söyleşi/danışma alanları olmadığı için de tabiileşiyor.
Mahremiyetin sınırları/ölçüleri konusunda yaşadığımız kafa karışıklığı, şehirlerimizin yaşadığı mahalleyi kaybeden ve mahalle dayanışmasını da olumsuz anlamda tüketen alt-üst oluştan bağımsız değerlendirilemez. Geniş ailenin ve komşuluk ilişkilerinin yok olması, kamusal ile özel alan arasındaki uzlaşımsal bölgeyi de yok ediyor.
Müslüman toplumların yüzyıllar boyunca oluşturduğu -Stefanos Yerasimos’un “peteksel bir ağ” olarak tasvir ettiği- şehir dokularının sağladığı mahrem güvenlik alanları, bir taraftan dağılan mahalle, diğer taraftan çoğalan, çeşitlenen gözetleme kanallarıyla tahrip oluyor.
Sahici, yapıcı bir mahremiyet, kendilik sınırları üzerine düşünmeyi gerektiriyor kuşkusuz. Sınırlarımız, aynı zamanda imkânlarımız olabiliyor mu? Plastik, donuk ve kutuplaştırmaya eğilimli bir kamusallığın sebep olduğu parçalanmalar, paylaşmaya izin vermeyen tecritler mahremiyete ilişkin sınırları tanınmaz, anlaşılmaz kılmak suretiyle sert ve keskin ayırma/ayrılma taleplerine güç katıyor.
Mahrem yaşantıların teminatı sayılabilecek mahalle gibi birimlerin özensiz kentsel dönüşüm hamleleriyle tahribi üzerine bu açıdan da ne kadar konuşulsa az: Ara bölgeleri ortadan kaldıran kentsel stratejiler, bireyin devletle mahremiyet gibi bir konuda güçsüz bir şekilde karşı karşıya gelmesi gibi bir sonuç ortaya koyuyor.
Daha önemlisi ise ekranın merkezileşmesinden ileri gelen “içeride” ve “dışarıda” olmanın anlamlarındaki çarpılma. Ekran kanalıyla bir şeylere güçlü bir şekilde katıldığını duyan birey, farkına varmaksızın çözülen duvarları nedeniyle kendilik sınırları konusunda bir kargaşa yaşıyor. Mahremiyet kabulleri ekran dolayımıyla yeniden tanımlanırken, ara bölgelerden yoksunlukta da birey ve aile, mahremiyetini koruma ve tanımlama konusunda nahifleşiyor. Haddizatında böyle bir nahiflik tüketimden gündelik hayat disiplinine, kişisel ilişkilerden bireysel donanıma pek çok alanda sahici anlamda kendiliğin gerçekleşmesine izin vermeyen bir sürece açılmak anlamına geliyor.
Yazarlar
-
İsmet BerkanTrump’ın Gazze Planının Ak Parti çevresinde yarattığı derin çatlak 2.10.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUTrump kuzulara şah olunca… 2.10.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciAsıl sorunumuz TL değil dolar enflasyonu 2.10.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasOrtada aslında bir ‘plan’ yok 2.10.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolTrump Planı? 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanS-400’leri ne yapabiliriz? 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünEleştirelim ama plana da şans tanıyalım… 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞ“Ortaklaşmacı demokrasi” örnekleri: Fransa-Yeni Kaledonya özerk bölgesi 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURTrump’ın Gazze Planı’nın alternatifi ne? 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİHamas’ı kim silahsızlandıracak? 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Metin KarabaşoğluYönetilenlerin özgürlüğü yöneteni de özgürleştirir 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilBeklenen Mesih: Kurtarıcı arayışının toplumsal anatomisi 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEÖcalan’ın özgürlüğü 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYABarış ve Demokratik Toplumun İnşası İçin Meclis Adım Atmalı: Yasa Çıkarmalı, Komisyon Öcalan’ı Dinle 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayArjantin’in çıkmazı: Şok terapi, bağımlılık ve ABD’nin gölgesi 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRMHP’li Yıldız’ın KON’u AK Partili Miroğlu’nun Roja Welat’ı… 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
nevzat cingirtNeden Yazmıyorsun? 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUKrallar ve ulus-devletler 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalKirk ve ICE vakaları ile faşizme doğru mu? 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZYeni Çözüm Süreci: Hakikatle yüzleşme 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRZeytinlik yasasından Akbelen ve İliç'e; enerji ve maden hikâyesinde kaybolan gelecek 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞSİYASETÇİ ZENGİNLEŞİRKEN VATANDAŞ FAKİRLEŞİYOR, NEDEN? 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRTÜSİAD isyan etmişti: Ciner’e kayyumun gerekçesi o madde! 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANGazetecilik can çekişiyor! 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunYazmak, ciddi bir iştir 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYMutlakiyetçiler ve Cumhuriyetçiler 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKSüreç Suriye’yi, Suriye süreci bekliyor. Peki bu kısırdöngü nasıl aşılacak? 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİTrump-Erdoğan görüşmesine hile karıştı mı? 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERSarkozy’nin tarihi mahkûmiyeti 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CAN“Trump’ın verdiği meşruiyet” notları 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUErdoğan’ın tercihleri 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇZaferden hapishaneye 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluTrump’a neler verdik, neler alacağız! 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuBoeing - Gazze ilişkisi nedir? 26.09.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNYetersiz bakiye! 25.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANAlev rengi hüznüyle sonbahar… 25.09.2025 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaŞimdi de Mansur Yavaş hedefte 24.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENKasabın bıçağını bileyen adam 23.09.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞBayrampaşa ve maskeli balo 23.09.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezGonca Kuriş’in kemiklerini, sevenlerin yüreğini sızlattılar 21.09.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraCumhuriyet-Halk-Parti 20.09.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRYANARDAĞ ÖZÜR DİLEMELİ 17.09.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye’nin en iyi/kötü dönemi hangisiydi? 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENPogromlar, darbeler, acılar ayı Eylül.. 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMTERÖRSÜZ TÜRKİYE’YE GEÇİŞ SÜRECİ! 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçArşivden | 12 Eylülcüler nasıl bir ülke hayal etmişti? 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBir 12 Eylül Sabahı 12.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNÖcalan, Erdoğan’a “Seni yine başkan yaptırırız” sözü mü veriyor? 11.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİN2016 belediye ablukaları ve 2025 darbesi 9.09.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNMesele CHP Değil! 8.09.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPalantir ve "Tech. Republic" 7.09.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKENBarışı dilerken 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAAçlığı yönetemeyenler aç hayvanlarla uğraşıyor: Ülke yangın yeri 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBİR ÖĞRETMEN YETİŞTİRME HİKAYESİ 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENRojava: Beklentiler, Gelişmeler, Olasılıklar 5.09.2025 Tüm Yazıları
-
İlnur ÇEVİKParti kapatma! Kayyum veya emanetçi ata yeter… 4.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezHangisi doğru? 3.09.2025 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYKüresel Güney Neden Çin’den Vazgeçmiyor 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANTürkiye’de ve Yunanistan’da Aleviler – Yeni Bir Tablo 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEMete Tunçay 25.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANÇÖZÜM NASIL GELİR! 20.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANBilge ve bilgin Mete Tunçay 19.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYPutin, Trump’ı parmağında oynatmaya devam ediyor 17.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARSorumluktan kaçmak umuttan kaçmaktır 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakKadife eldiven zamanı 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNÜretici Güçlerin Gelişiminin Motorlarından Biri Olarak Toplumsal-Sınıfsal Mücadeleler 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarŞeffaf, açık ve çoğulcu 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKEzberler bozulurken mağduriyetler de son bulmalı 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYAnkara, CHP, Çözüm Süreci ve Şam Arasındaki Tıkanıklık: 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç ve Suriye denklemi 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMAcaba Kürt sorununun önündeki engel “Atatürk miti” mi? 14.07.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞDemirtaş’a Kobane mahkumiyeti: Gerekçedeki “10 kusurlu hareket” 28.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
23.03.2021
9.08.2019
16.01.2019
4.02.2018
28.08.2018
15.08.2018
28.07.2018
19.07.2018
21.10.2017
21.09.2016