Etyen MAHÇUPYAN

Etyen MAHÇUPYAN
Etyen MAHÇUPYAN
Serbestiyet Tüm Yazıları
Olayın adını koyalım
27.02.2013
3854

 Bundan elli sene sonra Türkiye'nin bugünlerini anlatmaya soyunacak olan bilim insanları acaba nasıl bir hüküm verecekler? Arayışları muhtemelen onları bugünleri anlamak üzere geçen yüzyılın başlarına, hatta daha da öncesine götürecek.

Osmanlı bir Avrupa imparatorluğu idi, ama Batı'nın otoriter zihniyeti öne alan, çatışmacı, pazarlıkçı ve sözleşmeci kültürünü paylaşmıyordu. Onun yerine ataerkil zihniyeti temel alan ve devlet şemsiyesi altındaki cemaatler hiyerarşisinin uyumundan beslenen bir yönetim tasavvuruna dayanmaktaydı. Cemaatler hem idari mekanizmalar hem de kimliksel ve kültürel yapılardı. Dolayısıyla her cemaati ayrı ayrı devletle ilişkide tutan bir hukuk ve siyaset anlayışı vardı.

Modernlik bu yapıyı darmadağın etti. Modernliğin itici gücü aydınlanmanın yol açtığı sekülerleşmeydi ve bu yaklaşım ataerkil zihniyeti ideolojik olarak ‘geriliğe' ve gayri meşruluğa mahkûm ediyordu. İkinci olarak modernlik relativist zihniyeti ve onun öznesi olarak da bireyi öne çıkarmaktaydı. Osmanlı ise fertleri cemaatler içinde eriten bir toplumsal çerçeveye oturmaktaydı ve cemaat dışı kalan ferdin hukuksal bir zemini yoktu. Nihayet modernlik milliyetçiliği ve ulus devlet oluşumunu teşvik eden bir önerme olarak siyasallaştı. Ne var ki Osmanlı'da böyle bir geçişi mümkün kılacak siyasal ve hukuksal gelenek neredeyse hiç yoktu…

Modernlik bu üç eksen üzerinden kapitalizmle bütünleşti ve yeni bir medeniyet paradigması haline geldi. Osmanlı'ya ise bu büyük dalgaya adapte olmak düştü. Cemaatler Batı'da yeşeren hak ve özgürlükleri talep ettiler. Devlet bir yandan bunları kabul eder gözüktü, ama öte yandan da o hak ve özgürlükleri vermemek için uğraştı. Buna karşılık cemaatlerin talepleri daha da arttı. Sonuçta her cemaatin içinde milliyetçi ve eli silahlı direnç grupları oluştu. Devlet ise bunları zor kullanarak bastırma yoluna gitti. Balkanlar'da da böyle oldu, Anadolu'da da… Aradaki fark Balkanlar'da devletin kimliğine sahip olanların azınlık, Anadolu'da ise çoğunluk cemaatini oluşturmasıydı.

Bu arada hak ve özgürlük talepleri sadece azınlık kimliklerine has bir siyaseti ifade etmiyordu. Saray giderek bir istibdat rejiminin uygulayıcısı olarak algılanmaktaydı ve Sünni cemaatin içinden de yönetimi devirmeyi amaçlayan hareketler doğmuştu. İşin ilginci bunların içinde modernliği şiar edinen gruplar olduğu gibi, dindarlıklarını koruyarak adalet arayanların da bulunmasıydı. Bütün bu arayışların yan yana gelmesi 1908'de İkinci Meşrutiyet ile sanki anlık bir rüya üretti. Ama bu rüya sadece bir yıl sürdü…

Adana katliamı dayanışmacı görüntünün sahte olduğunu, İttihatçı kadronun dar milliyetçiliğinin bir siyasi stratejiye dönüştüğünü gösteriyordu. Balkan Savaşı'nda alınan yenilgi ve Arnavutların bağımsızlık arayışları ise net bir biçimde Anadolu'nun Müslümanlaşması, Müslüman kitlenin ise Türkleşmesi ile sonuçlanacak olan dönemi başlattı. 1913'ten itibaren kıyı şeridindeki Rumlar ya Anadolu içlerine doğru tehcir edildiler ya da gitmeye zorlandılar. 1914'te Süryaniler tehcir edildi. O yılın sonunda gayrimüslim erkekler askere alındılar ve büyük çoğunluğu bir daha geri gelmedi. Bir yıl sonra ise Ermeni tehciri başlatıldı. Bu süreçte yüz binlerce insan öldü ve öldürüldü, malları yağmalandı. Anadolu Müslümanlaştırıldı ama hedef, bu Müslümanların Türkleşmesiydi. Çünkü böylece yeni bir rejim ve yeni bir kadro meşru hale gelecek, yeni bir vatandaşlık yaratılarak devletin alt unsuru kılınacaktı. Artık devlet milliyetçi olmaktan ziyade laikti… Devlet çeperinde, ona hem bağımlı olan hem de meşruiyet sağlayan modern ve ‘çağdaş' bir cemaat oluştu. Müslüman kitleden buraya devşirilenlerin dışındakiler siyasi ve kültürel kamusal alanın ötesine itildiler, horlandılar ve kategorik olarak ‘ikinci sınıf' kılındılar. Böylece Türkiye azınlığın ‘niteliksel üstünlüğünden' hareketle çoğunluğu yönettiği bir ‘cumhuriyet' oldu ve rejimin bekçiliği de asker ve yargıya, yani devletin iç cemaatine düştü.

Dünya savaşı ve Soğuk Savaş bu sistemi ‘normal' kıldı. Ama dünya normalleştiğinde bir ucube içinde yaşadığımızı idrak ettik. Devlet ise Kürtlerin itirazı karşısında hem yeniden milliyetçileşti, hem de normalleşmeden ürkerek laikliği bir tür zihinsel hastalık haline getirdi.

Geçen yüzyılın son çeyreği gerçekte bir tükeniştir… Bugünleri yazacak olan geleceğin bilim insanları muhtemelen 21. yüzyıl başında zamana yayılmış bir devrimin yaşandığını, en azından bir yüzyıllık parantezin kapandığını, Anadolu toplumunun yeniden kendisini aradığını ve bulduğunu yazacaklar.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar