Alper GÖRMÜŞ
KCK soruşturmasında gözaltına alınan avukatlardan İrfan Dündar’ın sözde “silahlı Kandil eğitimi” aldığını gösteren fotoğrafıyla yürütülen faaliyetin kaba bir dezenformasyon olduğu, Dündar’ın hâkim karşısına dahi çıkarılmadan serbest bırakılmasıyla ortaya çıktı.
Nedir bu şimdi? Bir gazetecilik hatası mı?
Salı günkü yazımda, birikmiş tecrübeyle birlikte düşünüldüğünde bunun bir hata olarak kabul edilemeyeceğini yazmıştım. Çünkü, bu son örneğin de bir parçasını oluşturduğu durum, şöyle bir durum:
Gazeteci, kendisine ulaştırılan haber, bilgi, fotoğraf, vs’den aslında kuşkulanmaktadır. Fakat bir yandan da onun “düşman”a, “karşı taraf”a zarar verme potansiyelinin çok yüksek olduğunun farkındadır. Sonunda, tarafı olduğu mücadelenin talepleri hakikat arayışına galebe çalar ve “koyver gitsin” der.
Bu, kaynağının kendisine ilettiği haberin doğruluğuna inanan, dolayısıyla aldatıldığının farkında olmayan (yani dezenformasyona maruz kalkmış) bir gazetecinin pozisyonundan farklı bir pozisyondur. Burada “gönüllü” bir dezenformasyon söz konusudur.
Türkiye ne yazık ki, “dava”sını sık sık gazeteciliğinin önüne geçiren ve dolayısıyla dezenformasyona“gönüllü” gazetecilerle dolu bir ülke... Biraz sonra birkaç başka örnek de göstereceğim, o zaman dezenformasyonun bu türünün “hata” olarak kabul edilemeyeceğini ve aslında bu nedenle “özür”ün de anlamlı olmayacağını siz de kabul edeceksiniz.
Fakat önce İrfan Dündar vakasının tam olarak ne olduğuna biraz daha yakından bakalım...
Bir nevi “vay şerefsiz” vakası...
İrfan Dündar, geçtiğimiz hafta İstanbul’daki KCK operasyonunda gözaltına alınan 41 avukattan biriydi. Gözaltılar sürerken, Hürriyet ve Zaman’da, Dündar’ın “Kandil’de silahlı eğitim yaparken çekilmiş” bir fotoğrafı yayımlandı.
Her iki haber de manşetten verilmişti... Zaman’ın haberinde, Dündar, kafadan “KCK’nın ‘Önderlik Komitesi’ üst yöneticisi” diye anılıyordu. Yine Zaman’ın haberinde, “Dündar’ın bir grup teröristle atış talimi yaptığı görülüyor” ibaresi de vardı ki, bu, fotoğrafı servis edenlerin beklentilerini dahi aşan bir vurguydu. Çünkü elde tek bir kare fotoğraf vardı ve onda da İrfan Dündar’dan başkası görünmüyordu.
Aynı gün, İrfan Dündar’ın avukatı Özcan Kılıç, fotoğraflarla ilgili şu açıklamayı yaptı:
“1992’nin yazında Hakkâri’de ziyaret ettiği üniversiteden arkadaşı olan Kadir Adıyaman’ın mensup olduğu ailesine ait ruhsatlı bir silah olup, ailece çıktıkları piknikte çekilmiş bir hatıra fotoğrafıdır.”
Avukat Kılıç ayrıca, Dündar’ın 1992’de ziyaret ettiği arkadaşı ve onun anne-babasıyla çekilmiş fotoğraflarını da twitter’dan yayınladı; “Kalaşnikoflu” olan dahil, bütün fotoğraflardaki kıyafetler birebir aynıydı.
Zaman gazetesi bu yalanlamaya yer vermedi, özür de dilemedi.
Hürriyet ise “Okur Temsilcisi” sayfasının “Okurdan kısa kısa” bölümünde, konuyla ilgili bir okur eleştirisini yayımladıktan sonra şöyle bir “not” düştü:
“Avukatı Özcan Kılıç, Dündar’ın evindeki aramada bulunan fotoğrafın, Kandil’de değil, Hakkâri’deki bir piknikte çekildiği, silahın da ruhsatlı olduğu açıklaması yaptı. Kılıç, fotoğrafta Dündar’ın beyaz kısa kollu gömlek ve beyaz pantolon giydiğine dikkat çekti. Nitekim mahkeme de Dündar’ı serbest bıraktı...”
Hürriyet’ten de işte bu kadar!
Hata mı zillet mi?
Geldik, İrfan Dündar vakasına benzer eski vakalara... Burada sadece ikisine yer vereceğim; yeteceğini düşünüyorum, çünkü derdim sorunu anlatabilmek, yoksa bir çırpıda daha böyle onlarca örnek sunabilirim size... İsteyen eski yazılarda bir tur atıp başka örnekleri de okuyabilir.
Vereceğim örneklerde, “hazır ele fırsat geçmişken çakalım, fırsatı kaçırmayalım”gazeteciliğinin nasıl işlediğini görebileceksiniz. Ben, ilave olarak, onun yerine hakikati arayan bir gazetecilik yapılmış olsaydı, o haberlerin nasıl çöpe gideceğini de göstermeye çalışacağım. (Tıpkı, İrfan Dündar’la ilgili o fotoğraf, ilk anda “çakalım” yerine “biraz soruşturalım” refleksi yaratsaydı olacak olan gibi...)
Birinci örnek: Polis, 2000 yılının mayıs ayı başında bir gün, Uğur Mumcu’nun katillerinin yakalandığını açıkladı. Ertesi gün hemen hemen bütün gazeteler “katiller yakalandı” manşetleriyle çıktı.
Bir gün sonra, polisin 24 Ocak 1993 sabahı Uğur Mumcu’nun arabasına bomba koyduklarını açıkladığı üç kişiden biri olan Abdülhamit Çelik’in aynı gün İstanbul’da düğün töreninin olduğu ortaya çıktı. (Demek ki, bir gazete, polisin suçlamasını biraz soruşturduktan sonra yazmayı daha doğru bulsaydı ve ailelerle temas etmeyi akıl etseydi, “katiller”in yakalandığı haberinin doğru olmadığını anlayacaktı. Nitekim, katilleri daha önce de defalarca “yakalayan” polis kısa bir süre sonra bu üç kişinin “bomba koyanlar” olduğu iddiasını geri çekti.)
İkinci örnek: Ağustos 2008’de (çeşitli günlerde) gazetelerde “Danıştay saldırganı Alparslan Arslan’ın babasının hesabına parça parça yatan 100 bin YTL”den söz eden haberler çıktı. Kaynak, Ergenekon davası iddianamesiydi. Savcı, baba İdris Arslan’ın hesaplarını izlemiş ve bu sonuca varmıştı. Fakat problem şuradaydı ki, savcı, İdris Arslan’a bu paraların kaynağını sormamıştı... Gazeteler haberlerine, “babanın hesabının, saldırıyla ilgili yanıltıcı haberler verdikçe şiştiği” bilgisini de eklemişlerdi.
Bir hafta kadar sonra, bu gazetelerden bazıları iddiayı baba İdris Arslan’a sormayı akıl ettiler. İdris Arslan, ikna edici açıklamalarda bulundu, onlar da “izah etti” anlamına gelecek cümlelerle sundular haberlerini. (Demek ki, bu gazeteler bu işi bir hafta sonra değil de vaktinde yapsalardı, önceki haberlerinin gerçeği yansıtmadığını anlayacak ve onu çöpe göndereceklerdi.)
Bunların ve benzerlerinin akla hemen getirdiği toparlayıcı soruya kendi cevabımı vererek bitiriyorum...
Soru: Neden bir gazeteci, kendisine iletilen “bilgi ve belge”nin gerçeği yansıtmadığını bilmesine; ya da en azından gerçekdışı ya da yalan olduğu konusunda çok ciddi şüpheler taşımasına rağmen onu yine de haberleştirir?
Cevap: Çünkü haber kaynağının kendisine ilettiği bilgi ve belgeler, haber kaynağı ile gazetecinin ortaklaşa paylaştıkları “mücadele”nin taleplerine uygundur.
İyi de, bütün bu sürecin sonunda ortaya çıkan şey gazeteci açısından bir “hata” olarak kabul edilebilir mi? Elbette edilemez.
Bence, zillettir.
-
Sol’un sorunu: İlyas Başsoy’u takmamak!
Bir siyasi inanç ne kadar güçlüyse, ona eleştirel bir zaviyeden bakmak da o ölçüde güçleşir. İnsan, böyle durumlarda yalnızca inancına ve yol arkadaşlarına değil, kendine de ihanet ediyormuş gibi hisseder.
Eleştiri yokluğu kaçınılmaz olarak taşlaşmaya götürür. Eleştiri, işler bu aşamaya varmadan da gereklidir ama taşlaşmayla birlikte damardaki kan haline gelir.
İşte böyle anlarda, eleştiri cesaretini gösterip ortaya çıkanları takmamak, o siyasi inancın temel meselesi haline gelir.
Mesela sol’un günümüzdeki sorunu da bir bakıma “İlyas Başsoy gibileri takmamak” diye özetlenebilir.
Sol’un neden halkla birleşemediği ve neden yeni şeyler söylemediği, söyleyemediği üzerine sık sık kalem oynatan Birgün gazetesi yazarı İlyas Başsoy’u bu sayfalarda birkaç kez misafir etmiştim.
Birinde (21 Nisan 2009), 1 Mayıs’ta Taksim inadından vazgeçilmesini savunan bir yazısını, tam tersini öne süren biri olarak “acaba yanlış mı düşünüyorum” diyerek aktarmıştım. Bir başkasında ise (17 Aralık 2010), referandum sonuçlarını değerlendirmek üzere Birgün gazetesini ziyaret eden ÖDP heyetine söylediklerini dikkatinize sunmuştum.
Önümüzdeki günlerde İlyas Başsoy’un AKP Neden Kazanır, CHP neden kaybeder adlı kitabı piyasaya çıkacak. Başsoy kitabında, “Tayyip Erdoğan’ın siyasete atıldığı günden beri CHP karşısında aldığı ilk yenilgi” dediği, Erdoğan’ın da “Çok ama çok anormal bir durum” diye tanımladığı 2009 Antalya seçim kampanyasını anlatıyor. Başsoy, bu işi yapabilecek en yetkin kişi, çünkü kampanyanın sahibi o.
İlyas Başsoy kitabında yalnızca CHP’nin 2009’da Antalya’da nasıl kazandığını anlatmakla yetinmiyor, Türkiye’de neden kazanamadığını ve kazanamayacağını da anlatıyor.
Kitabın içinde ilerledikçe anladım ki, “İlyas Başsoy’u takmamak” yalnızca sosyalist solun değil, sosyal demokrat solun da sorunudur!
Bu çok ilginç kitabı yayımlanmadan okuma bahtiyarlığına nail oldum. Salı günü daha fazlasıyla karşınızda olacağım.
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURSessizlik neden en büyük tehdittir? 25.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDış Cephe ateş altında iken İç Cephe ne durumda? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciHer şey yolunda ise bu fahiş faiz nedir? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSaldırılarla İran’a ‘‘Ölümlerden ölüm beğen’’ denildi 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanFatih Altaylı’yı hapse atacağız diye hukuku dibine kadar zorladılar 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞDoğru, ülke güvenliği demokrasisiz de sağlanabilir fakat bunu durmaksızın tekrarlamakta bir sorun va 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluYeryüzü artık bir Vahşi Batı… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRİDAMCI İRAN, SOYKIRIMCI İSRAİL DEVLETİ Mİ? 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA"Masada Milyonlar Var;"Barış, Özgürlük ve Demokratik Toplum İçin Örgütlenmeliyiz 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇSavaşın meşruiyeti ve ahlaki üstünlük meselesi 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNİran'ın zor seçimi: Topyekûn savaş ya da taksitle ölüm 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞUCUBE SİSTEM CEHENNEMİ… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazFıkra gibi ülke ama gel de gül! 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanWashington’un İran takıntısının şifreleri 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYRusya, Suriye’den sonra İran’ı da kaybedebilir 22.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUKürt meselesinde CHP’nin yakın dönem öyküsü 21.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunDevlet “devletimiz” olur mu? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTürkiye için bir fırsat: CHP’de yeni kuşak siyaseti 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Neo-Mussoli’nin “Havuz Medyası” 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖcalan İsrail için ne dedi? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERZeytin ağaçları ve şirketokrasi 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBahçeli'ye muhalefet ikna oldu da ortağı olmadı mı? 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUYeni milliyetçilik ve Öcalan 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçaySıcak yaz 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünOyun içinde oyun… 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRNihai hedef Türkiye mi? 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye ne yapmalı? 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİModern katil 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRMHP’nin yeni anayasa hamlesi, köklü bir rejim düzenlemesini mi işaret ediyor? CHP ne yapmalı? 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEDaha kötüsü her zaman mümkün 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞSiyasetin (ve biraz da ceplerin) finansmanı, yasalar, AKP ve CHP 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNÖzgür Özel’in İmtihanı 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENBaas’tan ve İslamcılıktan Sonra 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBOŞ UMUT, SONU HÜSRAN 12.06.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolHer 4 liranın 3’ü faize! 11.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENAKP ahlâkî üstünlük mü kazandı? 10.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKBarış süreci için en büyük tehlike nasıl Türkiye’nin iç barışının bozulması oldu? 9.06.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
19.06.2025
17.06.2025
8.06.2025
1.06.2025
11.05.2025
8.05.2025
4.05.2025
29.04.2025
25.04.2025
21.04.2025