Markar ESAYAN

Karar vermeye karar vermek…
15.02.2015
1433

 Siyaset temel olarak “geleceğe doğru bir akıl yürütme” faaliyetidir.

Bireyler, kurumlar, devletler, sürekli kararlar vererek yaşarlar. Bir öğrencinin üniversite sınavlarında hangi bölümleri yazacağı, sınavı kazanmak kadar önemli olacaktır. Bir şirketin yatırım öncesi fizibilite raporlarına çuval kadar para dökmesi doğru kararlar almak içindir. Sınırınıza dayanmış bir savaş hakkında devletin alacağı karar hayatidir vb.

Kararsızlık nötr bir durum değildir. Objektiflik veya tarafsızlıkla sıkça karıştırılır veya karıştırılmak istenir. Kararsızlık, en güçlü karar vericiye destek anlamına gelir. En güçlü karar verici yanlış kararlar verebildiği gibi, doğru kararlar da verebilir. Mesele özneliği kaybedip, nesne seviyesine inmiş olmaktır. Bunun basit sonucu mutsuzluktur. Kararsızlık (siyasetsizlik) sonuçlarından bağımsız olarak özne için yıkıcı etki yapar.

Lakin bir karar vermeye karar vermişsek, geleceğe doğru akıl yürüterek yaparız bunu. Genel olarak iki yöntem uygularız.

İlkinde, geleceğe doğru bir hayalden yola çıkar, oradan günümüze gelir, sonra da geçilecek aşamaları bildiğimizi iddia ederiz.

İkincisinde ise, günümüzden yola çıkar ve yakın geleceğin bugüne benzemekle birlikte, tanımlanabilir belirli açılardan düzelmesini hedefler, buna münasip kararlar alırız. (Tony     Judt’a atıfla…)

İlk yönteme yakın olanlar, bugünü kavramak ve doğru değerlendirmek açısından bazı olumsuz özellikleri ile öne çıkarlar. Şimdiki zaman, kokuşmuş, çürümüştür. Geçmişin (karar vericinin meşrebine, hayaline uygun) bir zaman diliminde harika zamanlar yaşanmıştır. Bunun gelecekte olması için de keskin kararlara ihtiyaç vardır. Tarihi olayları açıklamak için determinist “tek bir faktör” arayışı baskındır.

Çözümü zıtlıkların bir tarafını yok etmekte bulan bir akıl yürütme biçimidir bu. Haliyle, nihai çözümler akla gelir. Zıddıyla tasnif sistemimizin çökmesi, iyinin ne olduğunun belirsizleşmesi (kutsalın/tabunun kaybı), birlikte hareket etme kabiliyetinin yitirilmesini beraberinde getirecektir. Böylelikle çoğulcu siyaset imkânsız hale gelir. Keskin devrimlere muhtaç oluruz. (Bireysel hayatta da keskin kararlara denk gelir bu.)

Ahlak bir diğeri ile ilişkiye geçtiğimiz anda var olan oksijen çadırımızdır. (İkinci kişiyle karşılaştığımız yer kamusal alandır.) Siyaseti, tek mükemmel amaca indirgeyen bir tercihte, ahlak, o tercihin sonuçları bağlamında anlam kazanır. Yani devrimle cennet düzenine ulaşmak için bugün yapılan her türlü gayrı ahlaki davranış biçimi, elde edilecek mükemmel sonuç havuzunda kutsanır, aklanır. Şu bildiğimiz “Omlet yapmak için yumurtaları kırmak zorundayız” efsanesi… Bu sadece komünizme dair de bir zaaf değildir.

Böyle bir bakış açısında siyaset imkânsızlaşır. Çoğulculuk, revizyonistlik veya ihanet ile karşılanır. Batı’da ise, daha “demokratik” örtülerle itibarsızlaştırılır, yok sayma cezasına çarptırılırsınız. (Batı’da, yok sayılmak yerine Gulag’a gönderilmeyi tercih edecek çok sayıda insan bulabilirsiniz.)

Oysa, “Ahlaki konularda akıl yürütme her zaman bir kişiyle birlikte akıl yürütmektir. Karşınızda biri vardır ve onun bulunduğu noktadan, ya da ikiniz arasındaki farktan yola çıkarsınız” demiştik. Cemaatçi yazar Taylor’dan ödünçle…

Nihai çözüm modelini terk etmek, daha yumuşak bir hakikat ve yanılma paylarını içine katan melez anlayışı ifade eder. Kendimizi bizim için “anlamlı ötekilerle” inşa ettiğimizi biliriz. Bu bilgi, çoğulculuğu taçlandırır. Demokratik gramer gelişir. Müzakereler, sadece uzlaşmaları içermez. Çatışmaları da uzlaşmalara eklemler. Yani zıtlıklar âleminin her bir parçasını, varlıkları anlamlı kılmak adına sürece dahil eder. (Her şeyde uzlaşma eğilimi nihai çözüm anlayışı ile akrabadır.)

Böylelikle, geçmişin bugünden kopmadığını, yarının da bugün üzerinde yükseleceğini biliriz. Hayatı sorun çözerek güzelleştirmek, siyaseti güçlendirdiği gibi, nihai sonlara mesafelenmek bizi nihai felaketlerden korur.

Kolakowski, “Toplum çek-bırak oyununun, yani tutuculukla yenileşmenin gerilimlerini hep yaşamak, denemek zorundadır” diyor.

Geçen pazar günkü yazıda “nihai çözüm” arayışının başarısız olmanın garantisi olduğunu ifade etmiştim. Bu bilgi bizi ikinci yönteme, siyasete, müzakerelere ve dışarıya açan en önemli emniyet supabıdır.

Bunu bir trajedi veya hayati (ama gerçekçi) bir imkân olarak görmek mümkün. Ben ikincisini tercih ediyorum.

Çürüme kanunu ile tanımlı evrenimizde, kısıtlı dünya kaynaklarında, nihai çözüm manasında gezegenimiz hiçbir zaman cennet olmayacak. Bu gerçeği denklemine katmayan bir kibir, cenneti yaratma adına dünyayı cehenneme çevirecek. Sonra da bu cehennemin cennet veya zorunlu bir sonuç olduğu ile uzlaşmamız istenecek.

Hayır, dünya belki tüm insanların eşdeğer, özgür, tok olduğu, çevrenin, hayvanların istismar edilmediği bir yer hiç olmayacak. Ama bu halinden daha iyi bir yer olabileceği gerçeğinin bizi kovalamasına izin vermek, nihai çözüm spekülasyonunu hem bireysel, hem toplumsal anlamda yıkmak zorunlu görünüyor.

Bu düzenin kaçınılmaz olduğuna dair iman, Allah’ın birliğine dair imanından daha katı, çok daha tartışmaya kapalı çünkü.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar