Sezin ÖNEY

Sezin ÖNEY
Sezin ÖNEY
Tüm Yazıları
Tarihin laboratuarında
12.02.2016
1867

 Tarihi okumak güzel de, ya yaşamak?

Ankara’da gene, “Suriye’ye askerî operasyon” seçeneği masada. Son bir yılı aşkın sürede, temcit pilavı gibi gündeme gelen bir proje bu.

Türk Silahlı Kuvvetleri, Suriye’ye bir harekât gerçekleştirmeye hep soğuk oldu. Necdet Özel’in Genelkurmay başkanlığı döneminde, Özel’in sivil karar alıcıları ikna çabalarının, “askerî yapabilirlikler ve yapılamazlıklar” üzerine uzun istişarelere dayandığı öne sürülüyordu. Şimdi ise, Genelkurmay yönetiminin bu soğukluğu, medya üzerinden, “Birleşmiş Milletler kararı olmazsa, biz de müdahale etmeyiz” gibi daha dolambaçlı ve sert biçimde ifade etmeye çalıştığı gözleniyor. Evet, TSK’nın duruşunda değişim olmamış olabilir de, üsluplarda değişim var gibi gözüküyor. “Başkomutan” sıfatını taşıyan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da, sınırlanmayı sevmediğini, kararlarının reddine alışkın olmadığını, siyasi kişiliğinin “Hayır” sözcüğünü kabul etmediğini de biliyoruz.

TSK, kendine göre bir milliyetçiliğe sahip, kendine özgü (AKP’ninki ile kimi zaman örtüşen, kimi zaman da çelişen) “yerli ve milli” hassasiyetleri var. Bir yandan Batı İttifakı içindeki bir NATO ordusundan bahsediyoruz, bir yandan da, tarihi boyu “dış mihrak komplolarına”, Kurtuluş Savaşı’ndan bu yana uzanan geçmişi boyunca “Batı’nın Türkiye üzerindeki emellerine” hassasiyeti genetik kodlarına işlenmiş milliyetçi bağımsızlık peşindeki bir ordudan. Bu iki zıt ruh, TSK’nın içinde hep oldu; bugün de, varlığını sürdürüyor.

Bir de, bu milliyetçiliğin, iç sorunlar boyutu var. TSK, tarihi boyu, “laiklik” ve “Kürt Meselesi/ bölünme” konularında özel bir endişeye sahip oldu. Bu endişelerden laiklik, rafa kalktı gibi gözüküyor. Ordu içinde, “yerli ve milli” köklerde zaten bir dindarlık veya mutaassıplık vardı. TSK’nın “Peygamber Ocağı” olarak anıldığını ve “şehitlik” kavramının, dinî anlam taşıdığını da anımsatalım. Ölüme bu kadar yakın duran bir meslekte, hayatı riske etmeyi anlamlı kılacak manevi bir tutkuya ihtiyaç var; bu da, ya milliyetçilikle ya da dinle veya ikisinin bileşimi ile olabilir. Türkiye örneğinde de, iki tutku, din ve milliyetçilik giderek birleşiyor. Tabii, bunun sınırı ne olur veya bir kez tutkular birleşmeye başladı mı, aralarına sınır çekilebilir mi –bunlar da tartışmalı.

Sonuçta, laiklik endişesi, artık geri plana düşse de, Kürt Sorunu/ bölünme/ terör meselelerini “şeytan üçgeni” olarak birleştiren algı, TSK’da yerli yerinde.

Hattâ, TSK içinde geçmişte, “çözüm projelerini” destekleme, diyalog yoluyla sorunların sorun olmaktan çıkarılması yöneliminde olan kanatların var olmuş olduğunu da hesaba katarsak, şimdi o kanatların, projelerin epey yükseklerdeki raflara kalktığını ve “tehdit algısında” epey bir yükselme olduğunu söyleyebiliriz. Yani, Ankara’da savaşın “çözüm” olduğu algısı, TSK başta, tüm karar alıcıların ortaklaştığı bir nokta.

Kasım ayından beri TSK’nın bilfiil içerisinde olduğu ilçe ve şehir merkezlerinde, “meskûn mahallerde askerî müdahale” de, zaten başka türlü gerçekleşemezdi.

Askerî karar alıcılar, sivil karar alıcıları, yani “Beştepe/ Saray” başta tüm Ankara cenahını, Cizre, Sur, Silopi gibi yerlerde meskûn mahalde müdahalenin eksileri konusunda ikna edilebilirlerdi. Ancak, askerî karar alıcıların kendisi ikna olan taraf olmuşa benziyorlar; yani, TSK’nın “şahin” tedbirler bakımından yapacağını yapıp, gerisini yani “güvercin” tedbirleri, “yara sarma” bölümünü de siyasete bıraktığı planın “olabilirliğine” inanmışa benziyorlar.

Oysa, herkesin planları olduğu gibi hayatın da kendi planları var. Askerî olarak, “siyah/ beyaz”, “dost/ düşman” ayrımını bir kez yapınca, geriye kalan sadece “harekâtı gerçekleştirmek”. Siyasi olaraksa, grilerle uğraşmak zorundasınız; siyah ve beyaz netliğini politikada bekleyen ve bunun peşinde koşan savaşı çağırır. Şu an, Kürt Sorunu’nda, TSK, “grilerle savaştığı”, siyaset ise “siyah/ beyazlar” yaratarak politikayı da savaş alanına çevirdiği biçimde hareket ediyor. Bunun sonucu da, savaş kısırdöngüsüne saplanmaktır.

TSK, bir kez Kürt Meselesi ile terör konusunu birbirine karıştırıp, “grileri” düşman seçtiği ve sivillerin ağırlıklı olduğu “medeniyet”, “şehirli” merkezlerde askerî varlık göstermeyi seçince, Suriye’ye kara operasyonu gibi bir konuda da, ikna kabiliyetini yitirmiş oldu. Zira, Türkiye sınırları içinde ve dışında, “siyahlar” yani düşman olarak nitelenen çok geniş bir kitle sözkonusu; HDP’den PKK’ya, PYD’den YPG’ye değil sempati duyan, bunların tümünü “terörist” olarak sabah akşam lanetlemeyen herkes “düşman” tarafında kalmış oluyor. Bu “düşman” kitlesine karşı, siyaset geri adım atmadıkça, TSK da savaştan geri adım atamaz. Bu kısırdöngüde, eğer yeni “düşman” hedef, PYD’nin siyasi ve askerî kazanımları üzerinden Suriye’deki “kırmızıçizgilerse”, ne zaman ve nereye kadar itiraz edilecek ordu tarafından? Kaldı ki, hem ABD ile stratejik ortaklık, hem NATO ordusu olma gerçeği ile, Türkiye’nin bugünkü hiçbir iç ve dış politikası örtüşmüyor. Batı ile olmayan ittifak nereye kadar sürecek, kim neye ne kadar tahammül edecek; dahası bu kısırdöngülerden çıkış mümkün mü?

Bizler de, bu tuhaf ortamda, yanlış kararların giyotinlerine boyun uzatmış Türkiye vatandaşları olarak kobay fareler gibiyiz; tarihin laboratuarının insafına terk edilmiş.

[email protected]

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar