Abdülkadir Küçükbayrak
Öncelikle olayların başlamasına kimin sebebiyet verdiği, kimin haklı kimin haksız olduğu tartışmasını bir yana bırakıp dikkatleri bir noktaya çekmek istiyorum. Bu da gezi parkı olayının herkesin çıplak gözle görüp üzerinde çok rahat mutabakat sağlayabileceği gibi “barış süreci” denen ve özü itibarıyla bir anlamda T.C. Devlet ile onunun Kürt yurttaşları arsındaki kadim problemin çözümlenmesi yönünde ciddi adımların atıldığı bir zaman dilimine denk gelmesidir.
Taksim Gezi Parkı olaylarının başlamasından önceki günlere, aylara bakıldığında çok net biçimde görülecek şey; İktidarı elinde bulunduran AKP hükümeti ve Başbakan Erdoğan ile PKK ile onun önderi konumundaki Öcalan arasında varılan (en azından zımni) mutabakat uyarınca, özellikle Kürt coğrafyasında otuz yılı aşkın süredir sürdürülen “düşük yoğunluklu savaş”ın “barış süreci” ile sonlandırılması çabalarının doruğa vardığı günleri yaşıyor olmamızdı.
Yaşanan savaşın altında yatan neden: Cumhuriyetin kuruluşunu takiben yönetimi ele geçiren ve başında Mustafa Kemal’in bulunduğu “ittihatçı-Türkçü” gurupun, Osmanlı Bakiyesini elde tutmak için Anadolu’nun yerleşik kadim halkları ile Anadolu’ya son yüz yılda ve özellikle Kafkas ve Balkan savaşlarından sonra göç etmek zorunda bırakılmış Müslüman halklarından yeni bir “Türk” ve bu Türkler için bir Türk Vatan yaratma çabası içerisine girilmesidir.
Bu politik çabanın iki belirgin özelliği vardır. Birincisi, Anadolu’nun kadim gayrı Müslüm halklarını tedrici olarak yok etmek, (Bu politika Sultan Abdülhamit tarafından Anadolu’nun doğusunda yaşayan Ermenilere karşı başlatılan ve İttihatçılar tarafından Ermenilere ve Rumlara karşı büyük bir soykırıma dönüşen; tehcir, katliam, kitlesel yok etme ve mübadele siyaseti, Cumhuriyetin ilanından sonra iktidarlaşan güçleri hedefe Keldani, Asuri ve Musevi vatandaşlarını da ekleyerek, “kılıç artıkları”ndan da tamamen kurtulmaya çalışmışlardır.) İkinci olarak; sonradan Anadolu olarak tanımlanan Türk ve Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı, son Osmanlı Meclisi’nde karar altına alınan Milli Ant (Misakı Milli) metninde ve daha sonra M. Kemal tarafından da ifade edilen “Kürt ve Türk Milli Hudutları” içerisinde yaşayan bütün Müslüman unsurların “Türklüğe İhtida”sını esas alan, bir programın hayata geçirilmeye çalışılmasıdır.
Kendi “suretinde” insan yaratmak sevdasıyla, Anadolu’yu Türkleştirme ve İslam’laştırma pratiğine karşı Müslüman olmayan ahalinin, birinci dünya savaşı ve sonrası koşullar nedeniyle hiçbir ciddi direniş örgütleyemedikleri anlaşılmaktadır. Bu nedenle söz konusu toplulukların nerdeyse tamamı Anadolu coğrafyasından tasfiye edilmiş, isimleri bile hatırlanmaz olmuş (Museviler, Asuriler, Keldaniler gibi.) durumdadır. Bir kısmıysa yokolma sürecinin sonuna gelmiş durumdadırlar. (İstanbul’da yaşamını sürdüren Rumlar, Ermeniler gibi) Artık “vatanın birliği ve bütünlüğü” açısından hiçbir “tehlike” arz etmeyen bu topluluklara karşı bile, kelaynak kuşlarına gösterilen hoşgörü, malesef bu topluluklara gösterilmemektedir. Cumhuriyet sınırları içinde yaşayan Rum sayısı, son on yılda Anadolu’ya yaşamak için gelip yerleşen İngilizlerin onda birine düşürülmesine rağmen, halen topyekun Rum düşmanlığı yapmaya devam edebilmektedir.
Müslüman ahaliye gelince; söz konusu “suretinde yaratma” pratiğine karşı savaşlardan, katliamlardan kurtulmak için vatanlarını terk etmek zorunda bırakılan ve misafir olarak geldikleri Anadolu’nun değişik bölgelerine serpiştirilerek yerleştirilmiş olan Kafkas ve Balkan halkları ise, can derdindeydiler. Anadolu da, Müslüman olarak yaşamlarını sürdürebilmenin getirdiği inanç mutluluğu ve gayrimüslimler’in zulmünden kaçıp sığındıkları bu devlete karşı, etnik kimlikleri nedeniyle, asimilasyoncu politikalara itiraz etmeyi akıllarından bile geçirmediler. Anadolu’nun kadim halklarından geriye kalan Gürcü ve Lazlar ise tepelerinde sallanan “Ortadoks tehlikesi”ni ortadan kaldırılmış olması ve özellikle Lazlar açısından Pontuslardan geriye kalan mal, mülkün de, mirasçıları olmaları nedeniyle durumdan şikayetçi olmaları söz konusu bile olamazdı. Kaldı ki sayılarının azlığı nedeniyle büyük ölçüde “İslama ve Türklüğe” kazanılmış durumdaydılar.
İşte bu koşullarda durumu ve konumu farklı olan tek unsur olarak geriye Kürtler kalmaktaydı. Kürtlerin İmparatorluğun son yüz yılında özerk statülerini korumak, bazen de geliştirmek için Bab-ı Ali’ye karşı silahlı direnme ve çatışma pratiği yaşadıkları bilinen bir durumdu. Birinci Dünya Savaşı sonrası Lozan Antlaşması ile Kürdistan’ın güneyinin İngilizlere bırakılması, Kürtler arasında Cumhuriyetin İttihatçı kadrolarına karşı büyük bir güvensizlik duygusu yarattı. Arkasından gelen Türkleştirme süreci merkezi yapıyla aradaki bütün bağların kopmasına neden oldu. Bu koşullarda çeşitli gerekçelerle yaşanan direnme pratikleri kanlı biçimde bastırılıp Kürtlerin ebediyen susturulacağı zannedildi. Ancak her yeni direnme pratiği, Cumhuriyetçi elitin “suretinde yaratma” pratiğinde ne denli başarısız olduğunu yüzüne haykırır nitelikteydi. Kürt coğrafyasında yaşanan bütün direnişlerin ortak özelliği (Önderliğini kim yaparsa yapsın, nerede ve ne amaçla isyan etmiş olursa olsun) Kürdistan insanının merkezi otoriteye karşı direnişe kitlesel destek vermiş olmasıdır. Her başkaldırı, büyük yıkımlara, zulümlere neden olsa bile sonuç değişmemiştir. Başlayan her Kürt direnişi bir öncekinden daha fazla kitlesel desteği arkasına almıştır. Hiç kuşkusuz bunun temel nedeni; Kürdistan insanına dayatılan statükonun, onun beklenti ve istemlerini karşılamamasıdır.
Yurttaşına karşı sahip olduğu kuvvet ve kudret tekeli nedeniyle her istediğini yapabileceğine inanan iktidar erki, Kürtlere ilişkin uyguladığı politikaları yönünden Kürtlerden bir rıza temin edemediği için, onların gözünde meşruiyete de sahip olamamıştır. Bu nedenle Kürtler, devlete karşı direnen herkesi, devlete karşı direnişinde haklı görüp, ona destek (Bu durum PKK pratiğinde de kendisini göstermiştir. PKK’yi izlediği yol yöntem nedeniyle ya da, diğer bölge ülkeleri ile sürdürdüğü ilişki nedeniyle istediğiniz kadar eleştirebilir ve bu konuda da çok haklı olabilirsiniz. Ancak bu durum dikkate alınarak Kürtlerin PKK’ye karşı tavır belirlemesini beklerseniz yanılgıya düşersiniz. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti devletinin Kürtlere uygulamayı reva gördüğü politikalar dikkate alındığında, Kürtlerin gözünde hiçbir meşruiyeti olmayan ve ondan alınmış rızaya dayanmayan devlet erki daha gayrimeşru konumadır.) olmuştur. Bu durumun değişmesi, Kürtlerin kendilerini; bu ülkenin ve iktidarın sahibi ve ortağı olarak görmeleriyle münkün olacaktır. Bu algının yerleşmesini sağlayacak şey, iktidarın bir an önce Kürt yurtaşlarının temel sosyal, siyasal ve kültürel taleplerini karşılayacak yasal düzenlemeleri yapmasıyla münkün olacaktır.
Bu koşullarda yapılan 2002 parlemento seçimleri beklenmedik bir iktidar değişikliğine kapı aralamıştır. İttihatçı Cumhuriyet elitinin vesayetti altında tutulan iktidar, seçimler neticesinde el değiştirerek mütedeyyin-dindar kesimlerin eline geçti. Cumhuriyet elitinden üvey evlat muamelesi gören dindar İslami kesimler dünyadaki değişim ve dönüşüm ihtiyaçlarına uygun adımlar atarak, gerek yurttaşlarının, gerekse uluslararası güçlerin kaygılarını gidererek, iktidarını meşrulaştırdı. İzledikleri politikalarla T.C. tarihinde eşi benzeri görülmemiş sonuçlar yaratmayı başardılar. En azından faydacı nedenlerle yaşanan Devlet-Kürt çatışmasının sonlandırmanın ülkede yaşayan her kesime olumlu yansıyacağı inancıyla AKP-Erdoğan iktidarı, Kürt kimliği üzerindeki baskıları büyük ölçüde azalttı. Bu koşullarda yaşanan çatışmanın kalıcı bir barışa dönüşebilmesi için kendi Kürt yurttaşlarıyla barışmanın ve onun rızasına sahip bir yönetim anlayışı inşa etmenin önemini kavrayan AKP-Erdoğan iktidarı, vesayetçi asker-sivil kesimlerin tasfiyesinin verdiği cesaretle, “bedeli ne olursa olsun bu savaşı bitireceğim” diyerek adımlar atmaya başladı. Kuşkusuz, Kürtlerin alışılmış muamelenin dışında yeni bir dil ve muameleye layık görülmesi, nasyonallist-modernist Türk’ler arasında büyük tepkiye neden oldu. Kurgulanmış “Türklük” kimliğine tehdit olarak görülen gelişmeler, bu kesimlerce kitlelerin iktidara karşı mobilizasyonunda büyük bir olanak olarak görüldü.
Bu anlayışla başını ADD, İşçi (Nasyonalist) Partisi, MHP, Ülkü Ocakları ile bunların etki alanındaki insanların çektiği, iktidarca başlatılan barış sürecini halka anlatmak ve halkın samimi duygularını iktidara yansıtmak üzere oluşturulan ve içerisinde saygın isimlerin yer aldığı “Akil Adam”ların kitle çalışmalarını sabote etmek için, her yerde provakatif eylemler ve saldırılar başlattılar. Bu yapıların hitap ettiği endişeli modernist kesimler son birkaç aydır “neyin karşılığında barış”, “bunlara (Kürtlere) ne verdiniz”, “vatan elden gidiyor”, “ülkeyi parçalayacaklar” gibi yalanlarla kitleleri iktidara karşı daha da kuşkucu bir hale getirildiler. Bu kesimlere hitap eden yüksk tirajlı gazetelerin köşe yazarları “Türklük elden gidiyor, artık Türk olduğumuzu bile söylemeyeceğiz” gibi yalanlarla kitleleri kışkırtmaya kalkıştılar.
Cumhuriyetin yarattığı kişilik yapısı, verilen tekçi eğitim ile yoğun bir şekilde kitlelerce içselleştirilmiş ve kutsanmış bulunmaktadır. Esas olarak Kürtlerin ve Kürtlerin açtığı pencereden bir kısım islami kesimin ve sosyalistlerin bu kurguya itiraz etmeleri, aforoz edilerek cezalandırılmalarına sebep olmuştur. Gelinen noktada artık kurgulanan bu “Türk” kimliğinin sorgulanıp, bazı kesimlerin farklı kimlik sahpliğine kapı aralanması (İslam, Kürt, Arap, Çerkez, Laz vs) ve devletin kısmen de olsa bunu kabulü (Farklı dil ve lehçelerde radyo tv yayını, Üniversitelerde bu dillerle ilgili kürsüler kurulması vs) “Modern-Türk Ulus” kimliği içinde kendi kişiliğini, bir anlamda insanlığını eritmiş olan birçok okumuş, yazmış eğitimli insan açısından “tarihin sonu” olarak algılanmaktadır.
Böylesine hassas bir dönemden geçilirken İktidarın; gerek iç siyasette, gerekse dış siyaset konularında göstermiş olduğu ciddi zaaflar halk içinde, kendi muhaleflerine meşruiyet sağlayıp, güç kattığını görmekteyiz. Vesayetçi gurupların organize ettiği “Cumhuriyet Miting”leri hariç, hiçbir muhalif hareket son on yıl içerisinde böylesine büyük kitleyi mobilize etmeyi başaramamıştı.
Ancak AKP-Erdoğan iktidarı, iktidarlarşan İttihatçı pratikten dersler çıkarmamış olacak ki, aynı hataya düşerek “kendi suretinde” insan yaratma sevdasına düşmüş olduğunu görmekteyiz. Anlaşılan o ki, AKP-Erdoğan iktidarı ülke insanını “muteber bir mümin, ahirette cennetlik bir yurttaş” olarak kurgulamayı, “Allaha karşı son kulluk görevi” olarak görmekte ve buna uygun adımlar (Batı dünyasını ahlaksız olarak niteleyip, dindar nesiller yetiştirmeyi amaçlaması, okullarda dini eğitime yönelmesi, idari kadrolar İmam Hatip Okulu çıkışlılardan seçmesi, alkol içmeye hergün yeni bir sınırlama getirmesi.) atmaktadırlar. Hiç kuşkusuz “kendi suretinde” yeni bir “insan yaratma” çabası en fazla “hizmetkarı” olduğunu söylediği Anadolu insanına, onunlada kalmayarak bütün İslam alemine zarar verecek niteliktedir.
İşte bazılarının devrimle, en azından iktidar değişikliği ile sonuçlanacağını umduğu “Gezi Parkı Direnişi” tam da bu koşullarda ortaya çıkmıştır. Hiç kuşkusuz hepimiz gezi Parkı’nda başlayan eylemlerin vardığı noktanın, oradaki ağaçları korumakla ilgili olmadığını görmekteyiz.
Ancak çevreye duyarlı bir kısım vatandaşının, iktidarın Taksim Gezi Parkı’na, “Topçu Kışlası” inşa etme girişimine karşı çıkma çabası en doğal hakkıdır. Bu hakkı kulanmak isteyen insanların polis gücüyle; biber gazı, basınçlı su, yer yerde orantısız güç kullanarak bastırılma çabasının savunulacak hiç bir haklı yanı yoktur. AKP-Erdoğan’a iktidar kapısını aralayan olgulardan biri de, kendisinden önceki iktidar sahiplerinin yurttaşlarına karşı uyguladığı zulüm seviyesine ulaşmış; asker, polis şidetiydi. Tabi ki bu gün polisin uyguladığı orantısız gücü, “Gazi Mahalesi” olayında, Vedat Aydın’ın cenaze töreninde uygulanan şidet ve bu şidete bağlı onlarca insanın katledilmesiyle kıyaslamak olanaksızdır. O günkü militarist-ırkçı devleti, AKP-Erdoğan iktidarının çabalarıyla, Avrupa Birliğine Üye adayı olmuş, karakollarında insanların işkence görüp öldürülmediği bu devletle kıyaslamak elbetki olanaksızdır.
İktidarın izlediği ekonomi politikayla zenginleşen yurttaşlarımız, teknoloji ve iletişim devriminin olanaklarından daha fazla yararlanma olağına kavuştuğu bilinen bir grçektir. Fakat bu olanaklardan yararlanan ülke gençliğinin, küresel dünyanın bir parçası durumuna geldiği, çevre duyarlılığı kadar, demokrasi anlayışının gelişmesine paralel olarak, devletten beklentilerinin de değiştiği açıktır. Eğer AKP-Erdoğan iktidarı Türkiye’yi ve insanını barış ve refah içinde yaşatacaksa bu gençliğe kendisini anlatıp desteklerini kazanmak zorundadır. AKP-Erdoğan iktidarı, kendine yönelmiş muhalefeti bastırıp susturmak suretiyle varlığını sürdüremez. Bu tür yöntemlerle iktidarını sürdüreceğini zanneden Arap liderlerinin akibeti herkesçe malumdur. Eğer İktidar varlığını bir süre daha sürdürmek istiyorsa, sosyal medya üzerinden örgütlenip muhalefet yapan Türkiye’nin bu yenidünyalı kuşağıyla arasındaki sorunları mutlaka gidermelidir. Ortadoğu da başlayıp okyanus ötesine uzanan ve oradan bütün dünyaya yayılan kitle gösterileri nihayet bizim kıyılarada vurmuş bulunmaktadır. Bu durumu tersine çevirmek olanaksızdır. Doğru tututm bütün iktidarların bu yeni porotesto şekline kendilerini alıştırıp, demokrasinin bundan dersler çıkararak daha katılımcı hale getirilmesidir.
Gezi Parkı eylemleri sırasında, göstericiler arasına sızmış vesayetçi-militarist kesimler ile silahlı mücadeyle iktidarı ele geçireceğine inanan “sol” gurupların varlığını ve uyguladığı şidet içeren yöntemlerini gerekçe gösterip protestocuları ötekileştirmek, Türkiye barışı açısından büyük bir kayıp olacaktır. Eğer AKP-Erdoğan iktidarı Kürt barışını sağlamak için kendisine destek arıyorsa, hiç kuşkusu olmasın ki, “Mustafa Keser’in Askerleriyiz” diyen bu gençlerden daha iyisini zor bulacaktır. Ancak üzülerek görüyoruz ki, iktidar bu durumu kavrayamadığı için, bu gençliği “uluslararası koplonun” uzantısı olarak suçlayabilmiştir. Bu dille, bu kibirle, iktidar bırakın Kürtlerin haklarını tanıyıp onların gözünde meşru bir iktidar konumuna gelmeyi, Kürtler dışındaki diğer vatandaşların gözünde de, iktidarının meşruiyetini yitirebilir. Bu durumda seçimlerde oylarının çoğunu almanın iktidarda kalmak ve Türkiye’nin kangrenleşmiş sorunlarını çüzmenin olanaksız hale geleceği açıktır. Hiç kuşkusuz bu duruma en çok Türkiye’nin vesayetçi kesimleriyle devletin, Kürt yurtaşlarıyla arasındaki sorunlarını çözmeye karşı olan iç ve dış güçler sevinecektir.
Sayın Erdoğan’ın Devlet-Kürt çatışmasını sonlandırmak için yaptığı özverili çalışma, Anadolu’nun kadirşinas halklarınca takdirle karşılanmaktadır. Dünyanın barışsever halklarının ve insanlarının, aynı şekilde İslam aleminin sizlerden beklentisi; herkesi kucaklayacak yeni bir kimlik inşası değil, tam tersine tüm yurttaşlarına eşit mesafede, her tür kimliği “YARADANIN EMANETİ” olarak görüp, ona sahip çıkan ve onun güvenli biçimde varlığını sürdürmesine olanak sağlayan küresel ve bölgesel beklentilere cevap verecek örnek bir demokrasi inşa etmektir. Lütfen bu beklentileri boşa çıkarmayın. Unutmayın ki, “HER NEFİS ÖLÜMÜ TADACAKTIR.”
Yazarlar
-
İbrahim KahveciOkudukça yoksullaşan bir ülkeyiz 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünGemini’ye göre 2026’da Türkiye… 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİVicdansız senenin kelimesi dijital vicdanmış 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEBölücüler ve Ülkücüler 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA2026’ya Girerken; Barış, Demokratik Toplum ve Enternasyonal Özgürlük Yürüyüşü... 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURHavf ve reca arasında yeni bir yıla... 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKErken Cumhuriyet dönemi eleştirileri: Revizyonizm mi, Türk usülü “woke” mu? 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ocaktan2026’da deliler çağına karşı bir umut ışığı yanar mı? 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolKara bir yıl 2025 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORU2026: Beklentiler, beklentiler… 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUÇözüm için mücadele demokrasi için mücadeledir 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZTürkiye’ye özgü sürecin muhasebesi 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞBarış Akademisyenleri'nin göreve iadesine istinaf engeli: Daire, Danıştay kararına direndi 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENNasıl anılmak isterdiniz? 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNAfrika Boynuzu’ndaki oyun: İsrail kime şah çekti? 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçLeyla Zana ve Gözde Şeker ne yaptı? 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRTürkiye'de davaların portresine kısa bir bakış: Hâlâ en güçlü ortak talep neden adalet? 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİktidar medyası infilak etti 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞYENİ YILDA DA KURU EKMEK BİZİ BEKLİYOR… 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇER23 yılın en kötüsü 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBir fotoğraf karesinden çok daha ötesi... 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞUlus devlet, milli egemenlik, çevre, insan hakları, uyuşturucu ve Venezuela 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRUyuşturucu dosyasındaki sürpriz isim! "Cumhurbaşkanımızın tensipleri ile…" 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa PAÇALRTÜK ve basın özgürlüğüne geçit yok… 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENRaporların Gösterdiği 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRAN11. YARGI PAKETİ, YENİ ADALETSİZLİK VE EŞİTSİZLİKLER YARATTI 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CAN2025 giderken 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraYılın Kelimesi 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUÜlke siyasetin neresinde, hangi evresinde? 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İlhanKararsızlığın Erdemi: Kesinliğin Gölgesinde Düşünmek 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuSuriye, güvenlik ve 15 milyon bağımlı… 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yetvart DANZİKYANLeyla Zana vakası bir gösterge. Ama neyin? 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalSovyetler ve Bookchin 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTAN100 Bin Dolar Kazanan “Yeni Yoksul” Mu? 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTİslamcılık Öldü mü? 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa Karaalioğlu‘Entegre strateji’ varsa, niye tek yönünü görüyoruz? 25.12.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanKomisyonda uzlaşma çıkmazsa süreç yine de ilerler mi? 24.12.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilGüvenlikten kimliğe, inkârdan yurttaşlığa 24.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİSekülerleşme sorunu veya Müslümanlar nasıl modernleşecek? 23.12.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEYüzdük yüzdük 22.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayPax Americana sonrası Almanya: Yeşil dönüşümden askeri Keynesçiliğe 21.12.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarThank you Ahmed 19.12.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNKüfürbazlar ve ötesi 19.12.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasAK Parti hariç herkes CHP 19.12.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselPara politikasında sınav zamanı 18.12.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakNüfusumuz dibe vururken! 18.12.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKEN"O Yıl", hangi yıl? 15.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldız ÖNENGüney Amerika’da büyüyen gölge 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin Sönmezİktidar politikası ters mi tepiyor, tersine mi işletiliyor? 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRBu durumda AİHM yetkilileri de Trump’tan yardım istesin… 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞEntelektüel üretimin kaybı-Rejimin vesayeti-Siyasetin iflası 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAKANBahis oynayan bakan kim?.. CASUS KİM?.. 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezOrta sınıf nereye gitti? 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇHakim sınıfın iki zümresi 11.12.2025 Tüm Yazıları
-
SİBEL HÜRTAŞCHP programı halka ne vadediyor? Nasıl bir parlamenter sistem? 9.12.2025 Tüm Yazıları
-
Selva DemiralpHissedilemeyen büyümenin anatomisi 9.12.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKİmralı için CHP’yi sıkıştırmaya gerek var mı? 5.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYTürkiye İçin Irak Peşmergeleri Sorun Olmuyor da Rojava neden Sorun! 4.12.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRPOLEMİK SENDROMDA 4.12.2025 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYOrta Doğu, Trump Amerika’sına Uyum Sağlıyor 3.12.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKEve siyaset için dönüş öncesi bir mıntıka temizliği gerek 1.12.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYŞu meşhur “İznik Konsili” 1.12.2025 Tüm Yazıları
-
Zekeriya KurşunDağıstan Cumhuriyeti ve Ayna Gamzatova 1.12.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMABD’de bir şeyler oluyor: Nick Fuentes 30.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaAK Parti çekingen 26.11.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİCHP modernizmi ve faşizmi... 23.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerÇÖZÜM, BARIŞ VE KARDEŞLİK GETİRECEK Mİ? 23.11.2025 Tüm Yazıları
-
Necati KURÇOCUK HAKLARI EVRENSEL BİLDİRGESİ 19.11.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNEmeğin Sosyolojisi ve Kapitalizmin Geleceği: Marx vs. Marx 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDEN"Arananlar" zulmü ne zaman son bulacak? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAİmamoğlu'na istenen 23 asırlık tarihi ceza: Roma İmparatorluğu kurulduğunda hapse girseydi hala ceza 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNYerel yönetimlerle işbirliği kültür politikası için hayati 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZÇÖZÜM SÜRECİ KOMİSYON VE EKMEN 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİKeşke… 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKemalizm mi daha ‘iyi’, (Yeni) İttihatçılık mı? (3) 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMAN‘Parlak gelecek’ ve sol gelecek... 12.10.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğluİnsanların devletlerle savaşı 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlnur ÇEVİKTrump’ın dünyasına hoşgeldiniz… 3.10.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunYazmak, ciddi bir iştir 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMTERÖRSÜZ TÜRKİYE’YE GEÇİŞ SÜRECİ! 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNÖcalan, Erdoğan’a “Seni yine başkan yaptırırız” sözü mü veriyor? 11.09.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANTürkiye’de ve Yunanistan’da Aleviler – Yeni Bir Tablo 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYPutin, Trump’ı parmağında oynatmaya devam ediyor 17.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARSorumluktan kaçmak umuttan kaçmaktır 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakKadife eldiven zamanı 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç ve Suriye denklemi 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal ÖZTÜRKKürt meselesindeki psikolojik bariyerler 17.01.2025 Tüm Yazıları
-
Münir AKTOLGABATI’DAN FARKLI BİR ÖRNEK OLARAK TÜRKİYE’DE VE ARAP ÜLKELERİNDE DEVRİMCİ DÖNÜŞÜM DİYALEKTİĞİ... 16.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cenk DoğanÜRETİCİLERE İLK OLARAK KOOPERATİF LAZIM 4.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cevat KORKMAZFiller ve Çimen... 22.11.2024 Tüm Yazıları
-
Tuncer KÖSEOĞLUTamirhanelere giden toplar… 4.11.2024 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜRDevletin Muhteşem Örgütlenmesi: 6-7 Eylül 1955 Pogromu 9.09.2024 Tüm Yazıları
-
Ferhat KENTEL“Maarif” marifetiyle yeni “makbul vatandaş” kurma çabaları 26.07.2024 Tüm Yazıları
-
Banu Güven“Bozkurt” Almanya’da sahaya indi 4.07.2024 Tüm Yazıları
-
İBRAHİM Ö. KABOĞLUDevlet ve yürütme kaç başlı? 27.06.2024 Tüm Yazıları
-
Gürbüz ÖZALTINLICHP’nin normalleşme politikası Erdoğan’a mı yarar? 21.06.2024 Tüm Yazıları
-
Oya BAYDARBir yazamama yazısı 14.06.2024 Tüm Yazıları
-
Bayram ZİLANAK Parti’de değişim gecikiyor mu? 4.06.2024 Tüm Yazıları
-
Soli ÖzelBetül Tanbay'ın gözünden "Gezi"nin tarihi 30.05.2024 Tüm Yazıları
-
Reha RUHAVİOĞLUTürkiye’de Kürtçenin Durumu: Gidişat, İmkânlar ve Fırsatlar 18.05.2024 Tüm Yazıları
-
Atilla AytemurBingöl Erdumlu Kitabı: Film gibi hayat* 24.01.2024 Tüm Yazıları
-
Şahin ALPAY"Ergun Abi"ye veda 10.11.2023 Tüm Yazıları
-
Ahmet ALTANYüzyıllık cumhuriyet başarılı mı başarısız mı? 29.10.2023 Tüm Yazıları
-
Levent GültekinDin, insanları kardeş yapar mı? 26.09.2023 Tüm Yazıları
-
Ayhan AKTARŞair Roni Margulies’in ardından… 7.08.2023 Tüm Yazıları
-
Ceyda KaranBiden ve iki cephede birden yenilgi 30.06.2023 Tüm Yazıları
-
Orhan Kemal CENGİZMuhalefetin sınavı asıl şimdi başlıyor 1.06.2023 Tüm Yazıları
-
Roni MARGULIESMutlu bitmiş bir göç öyküsü 20.05.2023 Tüm Yazıları
-
Burhanettin DURANTarihi Yol Ayrımındaki Kritik Seçim 6.05.2023 Tüm Yazıları
-
Celal BAŞLANGIÇKendini kurtarmak için Erdoğan, Erdoğan’ı reddedecek! 14.04.2023 Tüm Yazıları
-
Ergun AŞÇIErsagun Hanım 5.03.2023 Tüm Yazıları
-
Uğur Gürses‘Dolambaçlı katlı kur’ yolunda 23.01.2023 Tüm Yazıları
-
Besim F. DellaloğluMesafenin Sosyolojisi 16.12.2022 Tüm Yazıları


































































































































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
16.12.2015
4.02.2015
19.08.2014
13.06.2014
9.06.2014
10.03.2014
26.01.2014
6.01.2014
2.01.2014
1.08.2013