Leyla İPEKCİ

Bugünün ruhunda dirilen...
30.08.2011
2323

 Geçmiş Ramazanlar'dan, geçmiş bayramlardan konuşmuyoruz epeydir değil mi... Daha ziyade bugünün ruhunda dirilen coşku biçimlerimizi anlamlandırmaya, çoğaltmaya çalışıyoruz.

 

Giderek farklılaşan, çeşitlenen Ramazan etkinliklerinin 'canlı' bir kültüre dönüşmesi, çoğulcu bir medeniyete dönüşmesi bir günde gerçekleşmiyor ama.

Geçtiğimiz yıllarda Ramazan süresince dumanaltı ve keşmekeş içinde denilerek eleştirilen Sultanahmet ve civarındaki etkinliklerin bu yıl nihayet Ramazan'ın ruhuna yaraşır bir forma büründüğünden bahsediyor mesela herkes. Deneme yanılma yöntemleriyle, giderek daha yetişkin bir 'ihya' serüveni oluşturuyoruz el yordamıyla.

Kimi "bizim zamanımızda iftarlar bu kadar yaygın değildi, irtica geliyor" kıvamında yaklaşıyor konuya. Kimi, yüz yıl öncesine dek şehirlerdeki Ramazan gecelerinin bugünkünden bile çok daha kapsamlı ritüellerle ihya edildiğini hatırlatıyor.

Kendimize tutulan aynada, bazı yüzlerimizi ilk kez keşfetmenin verdiği acemilikle, eski ve yeni arasındaki o kesintisiz bağlacı bulmaya çalışıyoruz. Çoğulcu bir medeniyet olabilmenin parametreleri özgürlüklerle, sivillikle, adalet ve hakkaniyet anlayışıyla ilgili olduğu kadar, 'ruh'umuzla da ilgili çünkü.

Hemen her semtte kurulan açık hava sofralarının kaç kişiye iftar verdiğinin giderek bir skora dönüşme riskini konuştuk mesela bu ay boyunca. Beş yıldızlı otellerin havuz kenarında geçirilen Ramazan'ın müşterilerine spa imkânı veya yaşam koçu hizmeti verdiği kadar, mukabeleyle, teravihlerle, huşu ile geçirilip geçirilmediğini de gündemimize aldık ama!

Bu yıl, iftar sofralarının nasıl olması gerektiğini tartıştık sonra epeyce. Görünüşe bakılırsa hemen hepimiz gösteriş dolu sofralardan, ifrattan kaçınmaktan yanaydık. Ama bu tutumumuzu ifade etme biçimlerimiz ayrışabiliyordu. Gösterişli iftarlara karşı olanların bir kısmı, alternatif iftar açmayı bir protesto biçimi olarak kullanarak beş yıldızlı otellerin önünde sofra kurdu.

Kimileri, orucun bir ibadet olduğunu ve protesto eylemine indirgenmesinin gösterişe karşı en gerekli cevap tarzı olmadığını belirtiyordu. (Ben de bu gruba dâhilim.) Kendi hayatlarında varlık-infak ölçüsünü tutturma gayretinde olanlara "sen sofranda şunu bulundurma, bunu bulundurma" demenin mümince bir tavır olmadığını, bir tahakküm ve giderek kibir içerme riski taşıdığını hatırlattı.

Yine bazılarımız teravihlerin gerekli olup olmadığını dahi tartışmaya açtı bu Ramazan'da. Enderun teravihlerini, Ramazan'da caz etkinliklerini, sahura dek süren semt eğlencelerini paylaştık, yaşarken tartıştık durmadan.

Kimilerimiz de eskisi gibi orucun aç kalmakla eşdeğer olduğunu sanma yanılgısı içinde, iftar ve sahurlarda ne yenip yenmeyeceğine takıldı kaldı. Geçmiş yılların vazgeçilmez asparagas haberleri bu yıl da tedavüldeydi: Otobüste şortlu kıza taciz gibi. Bugünlerde ise bayram ile tatil arasına sıkışmış vatandaşlarımızın trafik kazalarını konuşuyoruz maalesef...

Düşe kalka, ite kaka da olsa, Ramazan ve bayram kültürü giderek tartışılıyor, yaygınlaşıyor, diriliyor. On yıllardır dondurulmuş bir hafızanın tozlu labirentlerinde kıstırılıp kalmıştı.

Son iftarlardan birinde Başbakan Türkiyeli 'azınlık'larla bir araya geldi. Onları ittihatçı zihniyetle topraklarından kovan, kaba kuvvetle sistematik olarak marjinalleştiren, mallarına el koyan devletin yeni bir girişimi söz konusuydu:

Azınlık cemaat vakıflarının 1936 yılında beyan ettikleri tüm taşınmazları, mezarlıkları ve çeşmeleri adlarına tescil edilecekti. Üçüncü şahıslar adına kayıtlı olan taşınmazların rayiç değeri ise Hazine veya Vakıflar Genel Müdürlüğü'nce cemaat vakıflarına ödenecekti. Cumhuriyet boyunca 'folklorik unsur' olarak kabul görülüp, 'jest'lerle memnun edilmeye çalışılan 'azınlıklar'ın gasp edilmiş haklarının geri verilecek olması, bayram coşkumu ikiye katladı. Jest değil, hakkaniyet temelinde ilerleyerek, evet, çoğulcu medeniyete yaklaşabilecektik bir adım daha.

Farklılıklarıyla, çeşitliliğiyle çoğulcu bir medeniyeti birlikte kurmaya çalıştığımız bugünlerde, şiddet sarmalında debeleniyoruz oysa. Ramazan boyunca bitmeyen şiddet, kurmaya çalıştığımız 'ruh medeniyeti'nden kan sızdırmaya devam etti kesintisiz olarak. Kendi sultasını yeniden inşa edebilmek için şiddetten çekinmeyen odakların birbiriyle ittifakı yüzünden kan dökmeyi zafer addedenlerle kanı pıhtılaştırma gayretinde olanlar halen çarpışmakta.

Barışma umudunu yitirmeden, hep birlikte güzelleşebileceğimiz günlerin özlemiyle, iyi bayramlar.

 

[email protected]  
 

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar