Murat Sevinç
“Türkiye ne zaman bir hukuk devletiydi?” sorusunu yanıtlamak kolay değil. Yaklaştığı ve uzaklaştığı dönemler var. Ancak son yıllara dek, hemen her zaman bir ‘kanun devleti’ olabildi. Hayli zamandır muhtaç kaldığımız, işte bu nitelik: hiç olmazsa kanun devleti olabilmek.
Daha açık söylemek gerekirse ihtiyacımız şu: Hallice bir ‘robot’, kendisine yüklenen mevzuatı nasıl uygularsa, en düz haliyle, bir kanunu öylece uygulamak. Bizi biz yapan milli ve manevi değerler eklenmemiş bir robota kanun hükümlerini yükleyip yeri geldiğinde “A kişisi tutuklu mu yargılanmalı?” sorusunu yöneltirseniz, o robot, bir insanı tutuklamak için gerekli koşullarla göz altındaki kişinin durumunu ‘eşleştirecek’ ve ‘kanun’a en uygun karara hükmedecektir.
2025’te hava gibi, su gibi ihtiyacımız budur; henüz Anadolu irfanıyla tanışmamış bir robotun, sıradan bir yazılımla mevzuatı uygulaması, dile getirmesi.
Sonrası, kanun devletini aşıp hukuk devleti olabilmek. Biraz daha zahmetli, iki yüz yıldır mücadele veriliyor, şimdilik bu kadar olabildi!
Nedir hukuk devleti ve ne işe yarar? Hiç uzatmadan, eveleyip gevelemeden… Bakkaldan aldığınız ekmeğin kalitesinden yürüdüğünüz kaldırımın iki yılda bir değişen oynak taşlarına, içtiğiniz sudaki filanca metal oranından çoluk çocuğunuzun geleceğine, nasıl yaşadığınızdan nasıl öldüğünüze… Tümü, yurttaşı olduğunuz devletin bir hukuk devleti olup olmamasıyla ilgilidir.
Hukuk devleti, kanunların ‘hukuk devleti’ ilkesine uygun biçimde hazırlandığı, yorumlandığı, uygulandığı devlettir. Demokratik devletle, sosyal devletle, laik devletle, insan hakları hukukuyla aynı ailedendir ve ancak o aile fertleri bir arada, uyum içindeyse kendini gerçekleştirebilir.
Türkçesi, laik/seküler olmayan, sosyal devlet önlemlerini görmezden gelen, insan haklarına ancak yolda karşılaşırsa selam veren bir devlet, hukuk devleti olamaz. Bu denli basit, başı sonu belli, yeniden keşfedilmeye ihtiyaç duymayan bir konu.
Demek ki çocuğunuzun içtiği suyun kalitesiyle, bir şehrin kaldırımında yürüyebilmek, tatilde kaldığımız otelde huzur içinde uyuyabilmek, düşüncemizi özgürce-endişe duymadan dile getirebilmek, insan gibi yaşayıp insan gibi ölebilmek, kısacası, insana yaraşır asgari hayat seviyesi ve güvencesiyle ‘hukuk devleti’ ilkesi ve dolayısıyla diğer demokratik ilkeler arasında güçlü bağlar var. Bu yüzden insan evladı, söz konusu ilkelerin vücut bulduğu hak ve özgürlükler için yüz yıllar boyu mücadele etti, canını verdi.
Hukuk devleti, insanın yurttaş olabildiği, hak ve özgürlüklerinden yararlanabildiği, herkesin davranışının hukuki sonuçlarından haberdar olduğu ve toplumsal yaşamı örgütleyen kurallar bütününe saygı göstererek davranmayı kabullendiği bir devlet yapısını anlatır. Birkaç yüzyıllık tarihi olan ‘liberal demokrasi’nin büyük iddiası, ‘kanun karşısında eşitlik’ ilkesiydi. Yurttaş kanun önünde eşittir, o kanun demokrasinin gereklerine göre hazırlanmalı ve uygulanmalıdır. Liberal demokratik sistemin ve onun mucidi olan burjuvazinin temel vaadi buydu. (gerçekleştirebildiği değil!)
Hukuk devleti ilkesinin, demokrasiyle paralel biçimde yükseldiği ve inişe geçtiği devirler oldu geçtiğimiz yüzyılda. Ancak neoliberal dönemin yeni aşamasında, son çeyrekte düştüğü duruma hiçbir zaman tanık olunmamıştı. Kapitalizmin şu anki hali ve bölüşüm felaketiyle açıklanabilecek liberal demokrasilerin krizi, tüm ‘Batı’ ülkelerini altüst ediyor. Hâlihazırdaki sistemden umudu kesen, her çaresiz gibi kolaylıkla ‘uçlara’ savrulabilen halk kitleleri, bundan kırk yıl önce kendi ülkelerinin delisi muamelesi görecek siyasetçilere iltifat ediyor.
Batı sosyal bilim literatüründe ‘faşizm’ ve ‘faşist’ kavramları yerine, onların fiyonklusu tercih ediliyor nicedir, muhtelif ‘otoriterlik’ tanımlarıyla. Altını ısrarla çizmek gerekir; çoğu Batılı devlet, yüzyıllar boyu mücadelesini verdiği düşünce özgürlüğünün sınırını, İsrail devletinin faşizmiyle çizdi. Buna mukabil, her ülke kendi payına düşeni, meşrebince yaşıyor.
Örneğin, Fransa’da hukuk devletinin başına gelenle, Türkiye’de bu ilkenin çektiği çile hâlâ (ya da henüz) aynı değil. Türkiye, 2010’ların başından bugüne ‘olağan’ tek bir gün yaşamadı. 2017 anayasa değişiklikleri malumu ilam etti, yeni bir rejime-evreye geçildi. Bir günde değil, herkesin gözü önünde, yıllar içinde olup bitti her şey. İktidar, 15 Temmuz sonrasında ilan edilen ve ülke genelinde iki yıl süren OHAL döneminde, yapabileceklerinin boyutunu, sınırını ve muhalefetin çapını iyice gördü.
Hukuk devleti ilkesinden, hukuksal-yargısal güvenceden her Allah’ın günü bir parça daha feda edilirken, hukuk devletinin sonu demek olan ‘cezasızlık’ neredeyse genel kurala dönüşürken, toplumun muhtelif kesimleri ‘kazanın doğurduğunu’ düşünüyordu. Öyle ya, ‘anayasa aykırı olsa da desteklenen anayasa değişikliği’ herkesi ilgilendirmiyordu; sonunda tutuklananlar (biri hariç) HDP’li siyasetçilerdi; kayyım atanan HDP’nin belediyesiydi; Kavala zaten Sorosçuydu; KHK’liler kimbilir ne halt etmişlerdi, ateş olmayan yerden duman çıkmazdı, devlet kendini koruyordu, filan fıstık…
Şu anda ‘çeyrek KHK’lı olduğum için konuyu buraya çektiğimi düşünmeyin sakın; fakat güzel kardeşim, bu toplum, KHK’lerle, anayasa aykırı biçimde, on binlerce insanın sorgusuz sualsiz ‘sivil ölüm’e mahkum edilmesini seyretti, yaprak kıpırdamadı ülkede. Ne olacaktı sonunda, ne bekleniyordu. Ne mi oldu? Yargıtay’ın bir dairesi, “Şekerim, AYM kararı bizi bağlamıyor” dedi işte. İddia ediyorum, Türkiye ahalisi şu halinde dahi, Can Atalay hakkında verilen o kararın ne anlama geldiğini anlayabilmiş değil. Kuşkunuz olmasın, şimdi tanık olduklarınız KHK rejiminin ve Can Atalay kararı ‘paltosundan’ çıkanlardır.
Şimdi sıra, onca saçmalık yaşanırken ‘kazanın doğurduğunu’ zannedenlere, birilerinin çektiği acılara sevinenlere, açık hukuka aykırılıklara ‘konuşarak’ ya da ‘susarak’ onay verenlere geliyor, geldi. Bir partinin genel başkanı tutuklandı. Birileri, “12 Eylül’den sonra ilk kez oluyor” diyerek tepki gösterdi. Tutuklanan diğer genel başkanları ‘sözde siyasetçi’ kabul ettiklerinden, utanma duygusuna sahip olmadıklarından, bugün bile görmezden gelebiliyorlar. Temel anayasal ilkeleri ‘prensip’ itibariyle savunamadıkları için.
Tutuklanan genel başkan Ümit Özdağ’ın başına gelen, doğurduğu düşünüldüğünde mutluluk veren o kazanın, günü geldiğinde ölüvereceğini gösteren ibret verici bir hikâye. Özdağ’ın hakkının-hukukunun tereddütsüz biçimde savunulması bu nedenle önemli. Buna mukabil, Özdağ’ın hakkının savunulması, demokrasi ve adalet mücadelesinin ancak Özdağ ve benzerlerinin zihniyeti-ideolojisiyle mücadele ederek kazanılabileceği gerçeğini unutturmamalı. Evet, Özdağ serbest olmalı ve evet, onun ideolojisiyle mücadele edilmeli; hukuk devleti için, adalet için, özgürlük için, insanca bir yaşam için.
(Anayasal ilkeler konusuna devam edeceğim…)
Yazı önerileri:
Bu kez, affınıza sığınarak kendi yazdığımı önereceğim. Beş yıl önce Gazete Duvar’da yayınlanan iki ‘kitap’ yazısı. Ernst Fraenkel’in eşsiz ‘İkili Devlet’ kitabı üzerine: İlk yazı ve ikinci yazı
Yazarlar
-
Hakan AlbayrakKadife eldiven zamanı 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolYargı niye böyle? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKYeni Süreç, korkular ve umutlar 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNE“Norm Devlet” üzerinde 19 Mart gölgesi 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayBir dönüm noktasında mıyız? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRBU KOMİSYON NE ÇÖZER? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunÖzlemek ne uzun bir mesafe, Dersim… 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanDevleti yönetenler milletlerine güven vermek istiyor olsaydı… 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUÇevremiz çok bilinmeyenli bir denklem gibi, yoksa bilinebilir mi? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezTeo-politik inşaya karşı dinsel bireycilik: İtaat mı? İtiraz mı? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilYolsuzluk: Çürümenin Kurumsallaşmış Hali 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluGeri dönülmez çözümde son düzlük... 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUSiyaset CHP’siz, CHP siyasetsiz olmaz 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNÜretici Güçlerin Gelişiminin Motorlarından Biri Olarak Toplumsal-Sınıfsal Mücadeleler 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENSüreç Olmasaydı 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİHakan Fidan'ın diploması 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURMehmet Ali Sebük’ü neden kimse hatırlamıyor? 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasHükümet yalanladı konu kapandı 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanAK Parti kendini nasıl bu hallere düşürdü… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÇeteler çağı ve muhteşem çöküş… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçKürt sorunu, komisyon ve Marx… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluKalorifer kazanından rektör danışmanlığına ve öğretim görevliliğine uzanan yol: Sahte diplomaya ne g 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTUtanmazlığın ve Çürümüşlüğün Belgesi: Sahte Diploma Skandalı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇİsa’nın takipçilerine sığınan Muhammed’in takipçileri 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: “İmralı’da Bir Mahkûm” 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞAdemimerkeziyet: Dikey güçler ayrılığı ya da paylaşımı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraÇağdaş Türkiye 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarŞeffaf, açık ve çoğulcu 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazAYM kararı yargıyı bağlayacak mı? 7.08.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
1.08.2025
24.07.2025
7.07.2025
4.06.2025
1.06.2025
18.05.2025
10.05.2025
1.05.2025
22.04.2025
24.03.2025