Ali Türer

Ali Türer
Ali Türer
Tüm Yazıları
Küreselleşme Emekçilerin Örgütlenmesini Nasıl Etkiliyor?
18.06.2012
2851

                                                  Siyasi iktidar lütfedip memurların önüne bir ayağı topal bir toplu sözleşme yasası attı. Toplu sözleşme masasına oturabilirsiniz ama ben ne istersem onunla idare edeceksiniz, diyor. İş yaşamını İLO standartlarına göre yeniden düzenlemeye yanaşmıyor. İLO sözleşmelerine uymuyor. Toplu sözleşme süreci içinde işverenle mücadele ederken, bir anda araya girip hava alanı personeline grev yasağı getirdiler.

Türkiye, 2011 İnsani Gelişim Raporu'na göre 187 ülke arasında 92. sırada bulunuyor. İş kazalarında ise Avrupa'da birinci, dünyada ise üçüncü sırada yer alıyor. Ülkemizde her yıl yaklaşık 300 bin iş kazası meydana geliyor. Getirilen grev yasakları, taşeronlaşma yoluyla sendikasızlaştırma faaliyetleri, iş yerlerinde, madenlerde sıkça ortaya çıkan kazalar, patlamalar, artan işçi ölümleri AKP’nin işçi ve emekçilerin sorunlarına nasıl yaklaştığının somut göstergeleridir. Kürselleşme sürecinde AKP’nin çalışma yaşamı, iş salığı açısından ülkeyi taşıdığı, emekçilere reva gördüğü yeri görmek için bu verilere göz atmak yeter.

Postmodernist paradigma temelinde 1980’lerden sonra dünyada gelişen küreselleşme süreci içinde gerek sermayenin kullanılma, örgütlenme biçimlerinde,  üretim yapısında yaşanan değişmeler gerek ise solun kan kaybettiği bir ortamda yeni tutucuların kapitalizmin bunalımlarını sosyal devletten feragat ederek aşmaya çalışmaları emekçilerin hak arama mücadelesinde yeni zorluklara, karmaşaya yol açtı. 

Uluslar üstü tekeller iş yaşamına da yansıyan karmaşayı amaçları doğrultusunda yönetmeye çalışıyorlar. Bunun için bir yandan bilgi, bilişi üretimi ile iletişim sektöründeki temel yapıların kontrolüne ve yönetimine; öte yandan ise medya eliyle gerçeklerin çarpıtılmasına özel bir önem veriyorlar. İş yaşamının yeniden örgütlenmesi yoluyla emekçilerin gücünü kırmaya çalışıyorlar. Bunu daha iyi anlamak için küreselleşmenin iş yaşamında yol açtığı karmaşanın parametrelerine şöyle bir göz atalım.

Küreselleşme, Kapitalizmin Modernizm dönemindeki standartlaşmaya, bürokratikliğe, üretimde mekanikliğe, üretimin esas olarak dev işletmeler yoluyla sürdürülmesine son verdi. Küreselleşme sürecinde kapitalist üretici troykanın temel taşıyıcı unsurları bilgi üretimine bağlı olarak bilişi ve iletişim sektörü, gen teknolojisi, uzay teknolojisi ve nükleer teknoloji oldu. Bu sektörler elde tutularak diğer sektörler kontrol edilebiliyor. Finans sermayesini, bilgi ve bilişi sektörünü elinde tutan ülkeler, yoğun emek gerektiren, doğayı daha fazla tahrip eden sektörleri gelişmekte olan ülkelere aktarıyorlar. Uluslar üstü tekellerin ve sermayenin spekülatif sermaye hareketleri ile ülkelerin ekonomik yapılarına müdahale etme olanakları artıyor. Bu durum bir yandan emeğin niteliğinde dönüşüme yol açıyor, emek bileşenlerinin yapısını değiştiriyor; diğer yandan çalışma koşullarında, çalışma koşullarının örgütlenmesinde köklü değişimlere yol açıyor.

Ekonomik faaliyetlerin tüketime dönük, tüketici tercihlerine uygun biçimde sürdürülmesi ile birlikte, modernist dönemin Fordist üretim yapısı hızla değişmeye başladı. Pek çok insan evinden çıkmadan bilgisayar marifeti ile yaşamını sürdürecek parayı kazanabiliyor. Büyük şirketler işlerin çoğunu küçük, hareketli etkili üretici birimlere yaptırıyor. Buna bağlı olarak da üretimin küçük işletmelerde örgütlenmesi ve taşeronlaşma hızla yaygınlaşıyor. Üretimde bilgisayar kullanımı hızla artıyor.   Kitlesel üretim, işbölümü, standartlaşma ve tam gün çalışmanın yerini esnek çalışma koşulları, belirli süreli (part-taim) çalışma, parça başı çalışma alıyor. Siyasal iktidarlar bütün bu yeni çalışma biçimlerini sözleşme uygulamasını, işçileri bir birine düşürmek, onları kendine bağlamak yolunda tehdit unsuru olarak kullanıyorlar. Bu koşullarda serbest piyasa, sermaye sahipleri için sendikasızlaştırma sürecinde ucuz iş gücü avcılığı, vasıfsız işçiler için bir dilim ekmek uğruna her şeye boyun eğme anlamına geliyor.

Bütün bunlar emeğin sendikal ve siyasal örgütlenmesini doğrudan etkiliyor.

Yeni çalışma düzeni bir yandan işsizliğin daha hızlı bir biçimde büyümesine yol açtı, diğer yandan işçilerin sendikalaşmasını zorlaştırdı. Toplu sözleşme düzeni bundan olumsuz etkilendi. Aynı iş kolundaki işçiler arasında vasıflı-vasıfsız işçi farklılaşması giderek arttı. Genel anlamda ise bir işi olanlarla olmayanlar arasındaki ruh halindeki farklılaşma; her ikisinin sistem içinde birlikte mücadele etmesini olumsuz etkiledi. İşsiz kalma korkusu, daha iyi koşullar talep etmenin önünde engel haline geldi. Hem alınan ücret hem de çalışma koşulları yönüyle çalışanların arasındaki farklılıklar ve buna bağlı çatışmalar giderek arttı. Sendikalar işçi sınıfının genel çıkarları ve kazanımları için daha az, o iş kolunda çalışanların özel çıkarları için daha fazla mücadele eder oldular. Örneğin sendikaların asgari ücretin yükseltilmesi için Türkiye’de yeterince mücadele etmiyorlar.

Bu değişiklikler bir yandan emeğin tabanında genişlemeye yol açarken, diğer yandan emekçilerin yaşam koşullarının birbirlerinden farklılaştığı ve hatta giderek birbirine yabancılaştığı karmaşık bir durum yaratıyor. Emekçiler arasında ortak bir sınıf bilinci geliştirme çabaları daha da zorlaşıyor. Ekonomik zenginlikten daha fazla pay alan, çalışma koşulları daha iyi olan, yerini görece sağlamlaştırmış çalışanlar ile kötü koşullarda, işsiz kalma tehdidi altında çalışmak durumunda olan, işini kaybetmemek için her baskıya boyun eğmek durumunda kalanların talepleri, ruh halleri, moral dayanakları mücadele için bir araya gelişi zorlaştırıcı rol oynuyor.

Bütün bu gelişmelerin sendikal hareket üzerindeki olumsuz sonuçları dünyada da Türkiye’de ortadadır. Sivil toplum örgütlerinin güçsüz, sendikal örgütlenmenin parçalanmış ve dağınık olduğu, sosyal devlet geleneğinin henüz kurumsallaşamadığı, sendikal kazanımların pamuk ipliğine bağlı olduğu Türkiye gibi kapitalist gelişme süreci içine görece geç giren ülkeler üzerinde; küreselleşmenin etkileri çok daha ağır, yıkıcı ve dramatik oluyor.

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) 2008’de 3.5 Milyonu kayıt dışı olmak üzere Türkiye’de 13 Milyon civarında ücretli (ücretli ve yevmiyeli) çalıştığını açıkladı. Aynı dönem için Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı sendikalara üye aidatı ödeyen işçi sayısını 849.000 bin olarak açıkladı. Bu rakamlar değerlendirildiğinde sendikalı işçi sayısının toplam işçi içindeki payının %6,5’larda olduğu ortaya çıkar. Bu oran toplu sözleşme için yetkili olma sınırının bile (%10) altındadır.  Demek ki Türkiye’de hiçbir sendika, yasal anlamda toplu sözleşme görüşmesi yapmak için yeterli üye sayısına bile gerçekte sahip değildir. 1980’lerde iki buçuk milyona yakın sendikalı işçi vardı, hatırlayın. Bakan Faruk Çelik bu yılın başında sendikalı işçi sayısını 880 bin olduğunu söylüyor (27.01.2012, Habertürk). Sendikal mücadeledeki gerilemenin vardığı boyuta bakar mısınız?

Öte yandan siyasal iktidar mesleki eğitimi sağlıklı bir biçimde yapılandırmak için kılını bile kıpırdatmıyor. Mesleki eğitimden anladığı, dördüncü sınıftan itibaren çocukları imam hatip liselerine yöneltmenin ötesine geçmiyor. Mesleki eğitim ile ilgili yapılan önerilere kulaklarını tıkıyor. Sendikalar, mesleki eğitimin bölgelerin ihtiyaçları doğrultusunda ve bölgelerdeki mesleki aktörlerin katıldığı örgütsel yapılar içinde yeniden örgütlenmesinin savunucusu olmalıdırlar. Belgesi olmayanın iş yapamayacağı bir iş yaşamının taraftarı olmalıdırlar. İş yerlerinde işçi sağlığı için gerekli önlemlerin alınmasını, belli sayıda işçi çalıştıran işyerlerinin mesleki eğitime katkı vermesini, bünyelerinde kreş açmalarını ısrarla talep etmelidirler. İşçilerden toplanan vergilerle finanse edilen meslek edindirme kurslarının, bazı bölgelerde bazı firmalara ucuz iş gücü olarak kullandırılmasına karşı çıkmalıdırlar. İşçi eğitiminde, emeğin statüsünün yükselmesinde daha aktif rol almalıdırlar

Küreselleşme süreci içinde emek eksenli siyasal mücadelesinin önemi daha da artmıştır. Ancak yine küreleşme süreci ile birlikte canlanan etnik, dinsel, ideolojik ayrılıklar ve bunlara dayalı çatışmalar emekçilerin ortak çıkarlar doğrultusunda ortak siyasal tutumda bir araya gelmelerini olumsuz etkiliyor. Ülkemizde henüz, sendikaların siyasal yaşama doğrudan müdahalesi, sendika başkanlarını milletvekili seçtirebilmenin üstüne yazık ki çıkamadı. Ama gördüğümüz kadarıyla sabık başkanların emekçilerin siyasi mücadelesindeki yeri milletvekili seçilmekle başlamıyor, aksine bitiyor. Bu güne kadar seçilenler milletvekili seçilmeden önce siyaseten daha aktif durumdaydılar.

Küreselleşmenin etkisi ile iş yaşamında emekçiler aleyhine gelişen bütün bu olumsuzluklar, emeği ile yaşama tutunanların insanca yaşamak için verdikleri mücadelede azimlerini kırmamalı, tam tersi daha da kamçılamalı. Ekonomik ve siyasal anlamda etkili bir mücadele için emekçilerin bir araya gelme ihtiyacı her zamankinden daha kaçınılmaz hale gelmiştir. Bu aynı zamanda kazanımların kalıcı hale gelmesi demokrasinin gelişmesi, kökleşmesi için de gereklidir. İşsizlik, yoksulluk, ücret adaletsizliği, keyfi işten çıkarmalar, artan işçi ölümleri karşısında emekçiler hem ekonomik, hem de siyasi anlamda örgütlenme kanallarını gözden geçirmek, daha etkili kanallar oluşturmak zorundadırlar.

Bunu onlar için dışarıdan kimse yapmaz, yapamaz.

 

 

  

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar