Cihan AKTAŞ

Sıla-i rahim
29.10.2012
3101

 Bunun için kişi parmağını bile kıpırdatmazken, sağlam ve güven uyandıran bir şeyler orada hâlâ nasıl mevcudiyetini korumaya devam edebilir?

Borçluluk duyduğumuz ve özellikle bize manevi gıda ve ilham kaynağı olmaya devam eden, öğretmiş olduğu her cümleyle ve sunduğu çağrışımlarla dünyayla ilişkimizi tazeleyen şey, sadece bir adresten ibaret değil. Tolstoy ondan, “hatırasıyla insanı bir tür şairane ve esrarlı duyguyla dolduran, ardından, büyüdükçe yitirilen şairane ve esrarlı duygu” diye söz ediyor.

Sanıyorsunuz ki sonsuzca öyle kalacak bildiğiniz, arasından koptuğunuz düzen. Siz giderek seyrelen arayıp sormalarınızın elbette haklılık payı olan açıklamalarını geliştireceksiniz bu arada. Nasılsa günün birinde temizliğinden sorumlu olduğunuz küçük havuz, bahçe kapısını açtığınızda mevsime uygun bir selamla karşınıza çıkacak. Tavuklar köşedeki kümeste bildik yaygarayı koparacak ayak sesleriniz yakınlaşırken. Zamanın öğüttüğü her şey aşina renkleriyle canlanarak geçmişin hatalarını düzeltme merasimine katılacak.

Bayram değil mi gelen? İşte solmaya, kurumaya yüz tutan her şeyi tazeleme fırsatı!

Dar bir sokağı aşmanız gerekiyor eve ulaşmak için. Hep böyle oluyor o şehirde, dar sokaklar bir o yana bir bu yana büküldükçe koparıyor insanı caddenin seslerinden ve nihayet bir geniş bahçeye ulaşıyor. Duvar dipleri üzüm asmalarıyla kaplı bir bahçe bu. Kışa dönerken mevsim, geç olgunlaşan cinsten üzüm salkımları bezden keseciklerle bir bir korumaya alınırdı. O keseciklerden her birinin üzerinde ailenin sevgili torunlarından birinin adı işlenmiş olurdu. Bağbozumu tarihinden çok sonra bir merdiven yardımıyla bir şamatayla açılırdı kesecikler ve üzümler sahipleri tarafından derilirdi. Biraraya gelip eğlenmek için en küçük sebebi bahane bilirdi hısım akraba.

Sıkıcı, tahammül edilmez bir yanı vardı o kalabalığın beri taraftan; kendine ait değerli bir şeyleri geliştirmeye izin vermeyecek gibi gelirdi. İlgileri boğuyor, sevgileri an geliyor diken diken batıyordu bakışlarından. Hem niye her an gözleri senin üzerinde olsun? Aniden bastıran kederli hâli bir dizeye ya da metne götürecek yoğunlaşma fırsatını olağan sesleri arasında kaybeden, dahası ilgileriyle kişiyi bütün hayallerinden vazgeçmeye değecekmiş gibi gelen bir rehavet bahçesine çekmeye uğraşan sevgili kalabalıktan uzaklaşmak öylesine güçlükle gerçekleşmiş olmalı ki geçen yıllar içinde her bayramda seyranda ileri sürülen ziyaret erteleme sebeplerinin sılada oluşturduğu yankılar bir paranteze alınmak suretiyle sürdürülebildi olağan telefon konuşmaları. Skype mı, Oovoo mu... Anneanne’nin irtibat yöntemleri olamaz bunlar ki telefonla aramalarda her zaman ölgün gelirdi sesi.

O evde, o yürekte azalan varlığınız, duvardaki resminizin de silikleşmesiyle can vermeye başladı belki de siz yıllar sonra yeniden kapıyı çaldığınızda. Feyza Hepçilingirler’in “Sevginin Eskimezliği”adlı öyküsünde anlattığı gibi... Yıllarca uğramadığı doğum yerine gelirken kendisini neleri beklediğini az çok bilse de kişi, kendini yeni hayal kırıklıklarına hazırlamalı. Oydu belki en sevgili torun olan, pek de haklı olmayan sebeplerle üstelik; ama artık her şey değişti, bunu sarsıla sarsıla görecek. Divan yüzleri Sümer basmasıyla yenilenmiş, raflarında nikâh şekerlerinin süs olarak yerleştirildiği, masanın üzerindeki sürahinin işlemeli bezle örtüldüğü bir evde her zaman yaşlı bir kadın olarak hatırlanan anneanne, yıllar sonra çıkıp gelen Salim’i nasıl ağırlayacağını bilemez gibi davranıyor işte! Daha doğrusu hatırladığı, umduğu anneanne sevecenliğini gösterecek, sesinin çocukluk masallarının sesiyle birleşmesine izin veren bir şeyler anlatacak yerde, onu bayramlarda uzak zengin akrabalara yaptığı şekilde ağırlamanın telaşına düşüyor. Yılların ardından geri dönen, evin zamanında el üstünde tutulmuş torunu Salim, oturduğu yerden karşı duvarda asılı resimler arasında kendi silikleşen resminin sebep olduğu hüznün soruları arasında kayboluyor. İhmal edilmiş yılların telafi edilmezliğini duvarda eksilen resminizden daha etkili bir şekilde kimden öğrenebilirsiniz ki...

Döndüğümüz yer bıraktığımız yer olmasa bile bir mucizesi var sıla-i rahimin.

Anneanne bir cümlenin ardından sarıp sarmalayan sevgisine geri dönebilir, kuruyan havuz sayenizde bir çiçek tarhı hâlinde canlanabilir, bir duvarda kuşların insafına terk edilmiş üzüm salkımı önünüze serilen bir seccadede nakış hâlinde çıkabilir karşınıza. Orada...


Zeki Bulduk dosyası


Yedi İklim
 bir Zeki Bulduk dosyasıyla yayımlandı ekim sayısında; buna sevindim. Bulduk’u popüler ve etkin gündemlerde yer bulma gibi bir kaygısı olmaksızın kendisi açısından yara ya da şifa olan konularda yazmayı sürdürmekte ısrar eden bir yazar olarak samimi bulur ve önemserim. Gür, akıcı ifadeleriyle okuru kendine çeken, hikâyelerine inandıran bir üslûbu var. Deli dolu akan bir ırmak, bozkırda koşturan kır at, kaybolmaya direnen bir geniş zaman efsanesi kahramanı misali cümleler kuruyor; metropolde tutunmaya çalışan kültür ekmeye devam eden Anadolu insanı kadar, Anadolu’da tutunmaya çalışan idealist gençleri de çarpıcı bir dille anlatıyor. Zeki Bulduk daha sık öykü yazsın, aslında hep roman yazsın; Yedi İklim dosyası bu temennimi dile getirmek için iyi bir vesile oldu.


[email protected]

twitter.com/chn_aktas

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar