Elif ÇAKIR
Siyasal partiler seçim kampanyalarında politik pazarlama sürecinin bir öznesi olarak “seçmen”in dikkatini çekebilmek ve ikna edebilmek için başta medya olmak üzere, gazete, radyo, internet, broşür, miting, esnaf ve ev ziyareti gibi propagandanın her türlü yöntemini, argümanını ve aracını kullanırlar.
Ancak siyasal partiler, kendi seçmen kitlelerini hatta tutacak, kendilerine oy vermeyen potansiyel seçmen kitlelerinin ise kalbini kazanacak seçim sloganlarını hazırlarlarken propagandalarını sağlam temeller üzerine oturtmalıdırlar. Seçim kampanyalarında kullandıkları sloganlar kendileriyle çelişmemelidir. Toplumun talepleriyle ve ülkenin içinde bulunduğu konjonktürel durumla örtüşmesi gerektiği gibi bütün bunlarla birlikte propagandanın da bir sınırı olduğu bilinmelidir. Yani “propaganda gömleği” siyasi partilerin üzerinde iğreti durmamalı, iyi oturmalı, yani söylemleriyle eylemleri arasında bir çelişki olmamalı ki sorgulamalara yol açmamalı ve rakip partinin eline koz vermemelidir.
Mesela, Türk siyasal iletişim tarihin ilk ve en etkili sloganlarının başında yer alan “Yeter Söz Milletindir” sloganını 1950 seçimlerinde CHP kullanmış olsaydı olur muydu? Demokrat Parti’yi iktidara taşıyan o slogan CHP’ye seçim kazandırır, CHP’nin de ezici bir çoğunlukla sandıktan çıkmasını sağlar mıydı?
Mesela, AK Parti’yi 2002’de tek başına iktidara getiren “Her Şey Türkiye İçin”sloganını AK Partinin dışında hangi parti kullansa, seçmen üzerinde aynı pozitif etkiye sahip olurdu? Kamu bankalarının büyük açıklar verdiği, bankalara el konulduğu, piyasaların kontrol edilemez bir hal aldığı, ekonomik krizin olduğu, işsizlik oranının yüzde 11’lerde olduğu, esnafın Başbakan’a yazar kasa fırlattığı, ülkenin bir yarısında OHAL’in olduğu, faili meçhul cinayetlerinin yaşandığı, terörün kol gezdiği, temel hak ve özgürlük alanlarının hepten daraldığı, iş dünyasının “yeşil sermaye” diye fişlendiği, ülkenin koalisyonla yönetildiği o süreçte DYP’den MHP’ye DSP’den CHP’ye hangi siyasi parti “Her Şey Türkiye İçin” diyebilirdi? DSP ya da DYP’nin “Her Şey Türkiye İçin” demesi seçmenin zihin dünyasında nasıl çağrışımlar oluştururdu?
Sanırım meramımı anlatabildim.
O yüzden siyasi partiler için seçim stratejileri hayati öneme sahiptir. Siyasi partiler politik pazarlama süreçlerinde aleyhlerine dönüşmesini sağlayacak eylem ve söylemler konusunda dikkatli olurlar.
Mesela... Ramazandayız. Siyasetçiler doğal olarak halka şirin görünmek sempati toplamak ve halka “halkın içindeniz” mesajı vermek için seçmen ziyaretleri kapsamında doğal olarak evlere gidiyorlar. Ya iftar sofralarına denk geliyorlar ya sahur sofralarına...
Yıl 2019. Ve bir dünya şehri olan İstanbul... Yani Türkiye’nin herhangi bir şehri değil. İstanbul gibi bir şehirden şöyle hane manzaraları ortaya çıkmaya başladı. Yoksulluğun sınırında bir ev. Ortaya sofra bezi serilmiş. Sini yok, yer sofrası yok. Bildiğiniz sofra bezinin üzerinde yenilmiş yemek... Üzerinde birkaç yemek tabağı... Çorba kaseleri ayrı ayrı ama ana yemek birkaç kaptan yenmiş... Kaşıklar birkaç yemek tabağına sallanmış... Arkada iki tane tahta beşik...
Yine İstanbul gibi dünya markası bir şehirden başka bir ev manzarası... Yine yoksul bir ev... Belli ki geçinme güçlüğü çekilen bir hane... Yine odanın orta yerinde bir sofra bezine kurulmuş iftar sofrası... Yine birkaç yemek tabağı... Kanepede bir adam yatıyor...
Şimdi mesela politik pazarlama sürecinde böylesi görüntüler iktidar partisine ne kazandırır? O sofraya bağdaş kurup oturan iktidarın siyasetçisi verdiği böylesi bir fotoğrafla partisinin hanesine artı mı yazdırır yoksa eksi mi?
Bir propaganda yöntemi olarak kamuoyuna sunulan bu fotoğraflar İstanbul halkını bir kenara koyalım Türkiye’nin en ücra köşesindeki bir vatandaşın duygu dünyasında nelere sebep olur?
Mesela “ne güzel halkın içinden bak ne güzel, bir vatandaşın evine gitmiş, bağdaş kurup sofrasına oturmuş mu, der? Yoksa iktidarın 17 yılda yoksulluk sorunu neden çözemediğini muhalefetin de güvenilir bir çözüm programı sunmadığı gerçeğini mi düşünür?
1961’lı yıllarda Güney Kore’de fert başına milli gelir altmış yetmiş dolar civarındaydı, güney-kuzey diye ikiye bölünmüş bir ülkeydi. Bugün Güney Kore ekonomide olduğu gibi demokraside de dünyanın en gelişmiş ülkelerinden biri. Dünya çapında markalar üretiyor yüksek teknoloji ihraç ediyor. Türkiye’ye gelince 1960’lı yıllarda milli gelir kişi başına yüz elli iki yüz dolar civarındaydı. Bugün milli gelirimiz krizin de katkısıyla 10 bin doların altındadır. Bazı iktisatçılar sekiz bin dolara indiğini söylüyorlar. Teknoloji ihracını geliştirmek için hükümet teşvik tedbirlerini daha bir hafta önce açıkladı.
Şu parti bu parti şu iktidar bu iktidar, bir şeyleri beraberce yanlış yaptığımızı göstermiyor. Bazıları tek partili devrimci cumhuriyet döneminde iktisadi mucize yaşadığımızı sanıyor olabilirler. Halbuki Türkiye’nin iktisadi gelişmesindeki yavaşlıktan bizzat Atatürk’ün ciddi yakınmaları vardı.
Artık Türkiye’nin iktisadi kalkınması için hukukun üstünlüğünü ve ekonomide verimliliği esas alan bir zihniyet hepimiz için gerekli değil mi? Adayların İstanbul için söylemlerine bakıyorum boş propagandadan başka bir şey değil.
İstanbul gibi Türkiye ekonomisinin kalbinin attığı ve dünya markalarıyla yarışacak potansiyele sahip bir şehirde siyasetçiler sofra bezlerinde yemeklerin yendiği tahta beşiklerin olduğu evlerden fotoğraf veriyorlar.
Ekonomik krizin yaşandığı, işsizliğin her geçen gün arttığı bu dönemde, işsizlik ve yoksulluk gibi sorunların çözümünde büyük katkı sunabilecek İstanbul’un göbeğinden verilen bu fotoğraflar seçmeni nasıl etkiler? Şehirlerin olanakları etkin bir şekilde kullanıldığında ve adaletli ve eşitlikçi bir yönetim anlayışı hakim olduğunda böylesi evlerin olmayacağı da bir gerçek. Özellikle sosyal belediyecilikten söz eden ve dillendiren bir siyasi partinin seçim sürecinde propaganda kapsamında böyle bir fotoğraf vermesi, kamuoyu ile paylaşması iktidar partisinin sorgulanmasına yol açmaktan başka bir şeye yaramaz. Böylesi fotoğrafları muhalefet partileri paylaşsa seçmen üzerinde bu kadar olumsuz bir etkiye yol açmaz. Haksız mıyım?
Yazarlar
-
Ali BAYRAMOĞLUÖzel ve CHP’ye dair son gözlemler 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluÇözüm sürecinin CHP’si daha merkezde 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURAK Parti üzerine doktora yapmış bir CHP lideri…. 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerPATRON KİM? 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRBakın Şahan'ı şikayet eden kimmiş? Her balkona havuz yapan müteahhit savcıya koştu! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİddianamenin ruhu siyasi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİREN“Boğazımdan tek kuruş geçmedi” 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDEN"Arananlar" zulmü ne zaman son bulacak? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuSuriye’de ‘altın oran’ nedir? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAİmamoğlu'na istenen 23 asırlık tarihi ceza: Roma İmparatorluğu kurulduğunda hapse girseydi hala ceza 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNECumhurbaşkanı adayını suç örgütü liderine dönüştürmek mümkün mü? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİÖzgür Özel'le kahvaltı: CHP nereye böyle? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZBir iddianameden fazlası: CHP’yi dizayn girişimi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolCHP nereye? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçCHP hakkında kapatma davası açılır mı? Yok artık, daha neler! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBelediyenin açıklaması gerçekleri gizliyor mu? 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraMemnuniyetsizler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORU‘Masumiyet karinesi’ mi, o da ne ki? 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERDemokrat Kral’ın anıları 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciBir iddia-nağme 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞBir “yalanlama” yalanı: CHP üyeliği ve Kanada’ya iltica meselesinde gerçekler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİKemalizm’in dindarlarca rehabilitasyonu 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNYerel yönetimlerle işbirliği kültür politikası için hayati 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZÇÖZÜM SÜRECİ KOMİSYON VE EKMEN 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünBaşarılı bir diplomasi örneği… 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYAEnternasyonalizm ve Demokratik Toplum Çağrısı... 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYeşil sarıklı hocalar bize böyle anlatmamışlardı 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRAK Parti’nin 23 yılı: Kitle partisinden devlet partisine, siyaset dilinden güvenlik diline bir dönüş 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUKürtler davete icabet ediyorlar 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNAkdeniz’den Hazar’a hizalananlar ve Colani’nin Beyaz Saray günü 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞÖcalan 70’lerde mi kalmış? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRHSK neden suskun? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalSosyalist yükseliş dağınık ama yine de oligarşiye bir darbe 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasDüşmanımız kimdir bizim? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞİŞ CİNAYETLERİ VE CİNAYET EKONOMİSİ… 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilModernlik, gelenek ve Türkiye’nin zihinsel coğrafyası 9.11.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKBaşkanlık monarşisi (presidential monarchy) meselesi: Teorik bir izah 8.11.2025 Tüm Yazıları






































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
5.11.2025
17.10.2025
8.10.2025
7.10.2025
4.10.2025
30.09.2025
24.09.2025
19.09.2025
14.09.2025
9.09.2025