Ferhat KENTEL
Kelimenin tam olarak sözlük anlamı çok kötü bir şey değil. TDK’ya göre, “seçkin”, “benzerleri arasında niteliklerinin yüksekliğiyle göze çarpan, üstün, mümtaz, güzide, mutena, elit” demek... “Benzerleri arasında”... bir “nitelik” farklılığına sahip kişi... Yani doğuştan ya da kazanılan bir “kimlik” sıfatıyla “üstün” olan değil.
Aslına bakarsanız, herkeste başkalarına ve benzerlerine göre bazı üstün nitelikler vardır. Bir zamanlar, hayvanlar suni ortamlara sokulup, kendilerine yabancılaşmadan önce, bizim köyün çobanı hayvanlarına en iyi otlakları bulurdu mesela... O “seçkin bir çoban”dı... Kimisi çok iyi şiir yazar; o“seçkin bir şair”dir mesela...
Onlar “ben seçkinim” diye bağırmazlar; seçkinliklerini parayla, güçle, silahla kabul ettirmezler. Biz onları “seçkin insan” diye kabul ederiz.
Ancak, günümüzdeki kullanımında kelimenin sözlük anlamı pek aklımıza gelmez. Nitelik sahibi “kişiler” değil, daha çok bir “zümre” canlanır gözümüzde. Sahip oldukları (güç, para, kimlik, silah vb.) bir farkla sınıfsal üstünlük kuran bir zümre... Onları ideolojik olarak kabul ederiz; siyasal, toplumsal, kültürel hegemonya ve araçları bize onları üstün görmemizi öğretir, benimsetir ve onların hükmü geçer.
Bu seçkin zümre, “sayıca azlığına oranla çok daha büyük bir ölçüde siyasal iktidarı veya refahı elinde tutan, kontrol eden küçük gruplar” olarak tanımlanır.
Bu “kontrol eden” güç sahipleri “seçkinleşirken”, diğerleri “sıradanlaşır”; diğerlerinin sahip oldukları farklı, üstün niteliklerin hükmü kalmaz.
Bu seçkinlerin en önemli özellikleri çokbilmişlik ve kibirdir.
Sahip oldukları iktidar avantajlarının, dolayısıyla “çokbilmişliklerinin” sürdürülebilmesi için, her zaman “dayandıkları” (ama icat ettikleri) hayalî bir kitle vardır.
Mesela bir zamanlar Kemalist kadrolar “Türk halkı”, “Türk ulusu”, “Anadolu insanı” laflarını ağızlarından düşürmezdi. Solcu jargonda bu kitle “halkımız” oldu; milliyetçiler ve ırkçılar için “Türk soyu”, “kahraman ırkımız”; ortalama sağcı zihniyet için “milletimiz”; Erbakancı zihniyet ve türevleri için ise “yüzde 99’u Müslüman olan Türk milleti” falan gibi toptancı tanımlar vazgeçilmez oldu.
Bütün bu seçkinci zihniyetin taşıyıcılarının hepsi alabildiğine popülizm yaptılar, ama aynı zamanda da kendi bildiklerinden şaşmadılar, doğruyu bildiklerinden asla şüphe duymadılar.
Kendi bildiklerini, kendi çıkarlarını, adına konuştukları o halkın üzerine örttüler. O “halk” ya da “millet” retoriği de kendi benmerkezciliklerini örttü.
Kemalistler, bu halkın, bir zaman sonra, bir türlü zapturapta alınamadığını fark edince, onun “gerici odakların tuzağına düştüğünü” ifşa ettiler. 70’li yıllarda bazı solcu grupların “halkın teoriye uymadığını” keşfederek, işin içinden sıyrılmaları gibi...
Her hâlükârda, seçkinler “her şeyin en doğrusunu kendileri biliyorlardı” ve geride kalan herkes ya “aldatan” ya “aldatılan”, ya “satılmış” ya da “hain” gibi sıfatlara layıktı.
Bugünün yeni seçkinleri de, sahip oldukları insani hasletlerden, benzerlerine kıyasla daha üstün olan niteliklerden ötürü değil; sahip oldukları iktidar, para ve kendilerine atfettikleri kimliklerle, yani bir zümrenin “seçkinlik” üreten kapasitesiyle, Kürt meselesinde, kadın bedeninde, sanatta en doğruyu bildiklerini kabul ettirmeye çalışıyorlar.
Şehirleri betona çeviriyorlar, kalkınmacı ve modernist bir zihniyetle çevreyi, yeşili, akarsuları talan edilecek, tepe tepe kullanılacak hammadde olarak görüyorlar. Bunu yaparken de “halkımızın”/ “milletimizin” adını payanda olarak kullanıyorlar. Fransız Jakoben ihtilalcileri gibi... Kemalistler gibi...
Oysa “Anadolu”, “halk”, “millet (ya da ulus)”, “Türkler” ya da “Müslümanlar” olarak tanımlanan insanlar hiçbir zaman seçkinlerin toptancı tanımlarına sığmadılar. Onlar sadece hayatta kalmaya, daha iyi yaşamaya, adam yerine konmaya çalıştılar.
Ancak, bütün ulus-devletler bir yanıyla güç ilişkilerinin dayatıldığı (diğer yanıyla olanaklarla dolu) küresel dünya düzenine cevap vermeye çalışırken, AKP yorumundan geçen bizim ulus-devletimiz de yeni duruma uyum sağlayıp, ayakta kalmaya çalışıyor.
Eskiden bizim ulus-devletimiz kafa göz kıra kıra, en ceberut usullerle tepemize binerdi. Ve devlet bizden ayrı bir şeydi.
Şimdinin seçkinleri daha rafine usullere geçti; ancak AKP ve de yükselen bir toplumsal (sınıfsal ve kültürel) hareketin iktidara taşıdığı seçkin zümre, son yıllarda, kendi hegemonyalarını kurmak için, bu “seçkinci” ruha sarıldı.
AKP başından beri bir Türkiye partisiydi. “Şeriat geliyor” yaygarası koparanların iddiasının tersine, zamanının partisiydi. Gerçek bir toplumsal dalganın sahile vurmasıyla ortaya çıkmıştı.
AKP bugün de tam bu zamanların ve bu devletin partisi olarak, bir sınıf hareketini temsil ediyor; ancakiktidara gelen her sınıf hareketi gibi, kendi içinde ayrışıyor ve hareket içinde bulunan insanlarla birlikte toptan iktidara gelemeyeceği için, gelebilenler seçkinleşiyor; kendilerini taşıyan mütevazı insanlarla ayrışıyor.
Yazarlar
-
Metin KarabaşoğluYönetilenlerin özgürlüğü yöneteni de özgürleştirir 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünEleştirelim ama plana da şans tanıyalım… 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolTrump Planı? 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞ“Ortaklaşmacı demokrasi” örnekleri: Fransa-Yeni Kaledonya özerk bölgesi 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURTrump’ın Gazze Planı’nın alternatifi ne? 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİHamas’ı kim silahsızlandıracak? 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYABarış ve Demokratik Toplumun İnşası İçin Meclis Adım Atmalı: Yasa Çıkarmalı, Komisyon Öcalan’ı Dinle 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilBeklenen Mesih: Kurtarıcı arayışının toplumsal anatomisi 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanS-400’leri ne yapabiliriz? 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEÖcalan’ın özgürlüğü 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciAsgari ücret 30.000 TL 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayArjantin’in çıkmazı: Şok terapi, bağımlılık ve ABD’nin gölgesi 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanJet motoru sıkıntısı: Tek geciken Kaan değil 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalKirk ve ICE vakaları ile faşizme doğru mu? 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
nevzat cingirtNeden Yazmıyorsun? 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUGazetecilik bir kez daha tartışılıyor 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZYeni Çözüm Süreci: Hakikatle yüzleşme 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasKendi uçağımızı kendimiz yaparken 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUKrallar ve ulus-devletler 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRMHP’li Yıldız’ın KON’u AK Partili Miroğlu’nun Roja Welat’ı… 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRTÜSİAD isyan etmişti: Ciner’e kayyumun gerekçesi o madde! 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRZeytinlik yasasından Akbelen ve İliç'e; enerji ve maden hikâyesinde kaybolan gelecek 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANGazetecilik can çekişiyor! 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞSİYASETÇİ ZENGİNLEŞİRKEN VATANDAŞ FAKİRLEŞİYOR, NEDEN? 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERSarkozy’nin tarihi mahkûmiyeti 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluTrump’a neler verdik, neler alacağız! 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİTrump-Erdoğan görüşmesine hile karıştı mı? 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUErdoğan’ın tercihleri 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇZaferden hapishaneye 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CAN“Trump’ın verdiği meşruiyet” notları 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYMutlakiyetçiler ve Cumhuriyetçiler 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunYazmak, ciddi bir iştir 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKSüreç Suriye’yi, Suriye süreci bekliyor. Peki bu kısırdöngü nasıl aşılacak? 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuBoeing - Gazze ilişkisi nedir? 26.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANAlev rengi hüznüyle sonbahar… 25.09.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNYetersiz bakiye! 25.09.2025 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaŞimdi de Mansur Yavaş hedefte 24.09.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
9.07.2024
16.04.2024
5.02.2024
12.07.2023
24.01.2023
26.11.2021
2.05.2021
16.04.2021
10.10.2020
9.09.2020