Ferhat KENTEL

Ferhat KENTEL
Ferhat KENTEL
Tüm Yazıları
‘Devlet, benim!’
18.02.2012
3115

Fransa’nın bir İçişleri Bakanı var, adı Claude Guéant. İlginç ve samimi bir adam. Arada sırada kıymetli fikirleriyle Fransız kamuoyunda sıkı dalgalanmalar yaratıyor. Kendisini izlemekte yarar var; malûm, Fransa bizim modernizmimizin, çağdaşlığımızın, laikliğimizin, ulus inşamızın en önemli referanslarından biridir ve bu arkadaş da serdettiği fikirlerle Fransız modelini ithal eden başka ülkelerin seçkinlerinin ve yöneticilerinin fikir ve retorik dağarcığını ve tabii ki ihtiyaç duyulan savaş baltalarını epey güncelliyor.

Claude Guéant, daha önce dile getirdiği fikirlerin benzerlerini geçtiğimiz günlerde de tekrar etmiş ve şöyle demiş:

“Çok açıktır ki, bizim için her şey aynı değerde değildir. Bizim cumhuriyet değerlerimize göre, bütün medeniyetler, pratikler ve kültürler aynı değerde değildir.

“Bizim” dediği yani Fransız cumhuriyet değerleriyle aynı olmadığını söylediği medeniyet ise tabii kiİslam...

Sosyalistleri mat etmek için, ortalama Fransız vatandaşının korkularından iyi ekmek çıkacağını düşünen bütün ortalama sağcı politikacılar gibi, görüşlerini şu şekilde beyan etmiş:

“Solun rölativist ideolojisinden farklı olarak, bize göre, özgürlük, eşitlik ve kardeşliği savunan bir medeniyet, kadınları köleleştiren, bireysel ve siyasal hakları çiğneyen, sosyal ve etnik nefreti kabul eden, zorbalığa yol açan bir medeniyete kıyasla daha üstündür. Her halükârda kendi medeniyetimizi korumak zorundayız.”

Yani çok iyi biliyor ve kendinden emin. Hele “rölativizme” hiç yer yok onun zihninde. “Bizimki (yani Fransızlarınki) iyidir, onlarınki (yani Müslümanlarınki) kötüdür” bu arkadaşa göre... Net... Yani “her medeniyetin evrensel olana katkısı vardır ve her medeniyet evrensel olanın bir parçasıdır” türünden, “göreli” bir durum yok ona göre...

Dibine kadar parçalayıcı olmasına rağmen, “evrenselcilik” iddiasıyla, kapitalizme cilalı bir kılıf takan, “modern” insanı tanrı yerine koyan, ona diğer insanlar, medeniyetler ve doğa üzerinde her türlü tahakküm kurma hakkını veren, ilerleme ve (dogmatik bir) rasyonalite fikirleriyle bezenmişkibirli “ulus” hayaline ne kadar “medeniyet” denebilir, ayrı mesele...

Claude Guéant, Sosyalist Parti’ye ayrıca Ulusal Meclis’te başörtüsünün yasaklanması konusunda oylamaya katılmadıkları için de çok kızmış ve bir başka örnek daha vermiş: “Bir Sosyalist Parti sorumlusunun sokak namazlarının kimseyi rahatsız etmediğini söylediğini duydum; tabii ki evet, bu birçok Fransız’ı rahatsız ediyor. Özellikle bir ilkeyi, laiklik ilkesini rahatsız ediyor. Biz bir medeniyetin ifadesi olan sokak namazlarını yasakladık.

Aferin! Tabii, herhalde kamusal alanın nasıl tasarlanması gerektiğini çok iyi biliyor olmalı... Ve bildiğinin “en doğru” olduğunu da biliyor olmalı... ki, “yasaklamış”...

Geçen sene “Müslümanların sayısının artması ‘sorun’ yaratıyor”“eğitimdeki başarısız öğrencilerin üçte ikisi göçmen çocuklar” diye “analiz” buyurmuş... Neden acaba? Herhalde o çocuklar “kötü medeniyet” mensubu oldukları içindir...

Ne de olsa Guéant’ın ve “medeniyetdaşlarının” müktesebatında “Le Roi Soleil” (Güneş Kral) lakabıyla meşhur XIV. Louis gibi bir kral var. “L’État, c’est moi” (“Devlet, benim”) diyen, “yönetenin dini neyse, memleketin dini de odur” diyen; bu ilke ışığında Protestanların anasını ağlatan, onları din değiştirmeye (Katolikliğe) zorlayan (gayet “mütevazı”) bir kral ve onun mirası var! Fransız jakobenlerinin kurduğu “medeniyet”in çok başarılı bir şekilde adapte ettiği bir miras yani...

Guéant’ın lafları, “Güneş Kral” hikâyesi çok tanıdık değil mi? “Ben ki... diye hitaba başlayan, neredeyse “bu dünyaları ben yarattım” diyerek bitiren Osmanlı padişahlarından miraslanan Türk jakobenlerinden, Cumhuriyet mitingcilerinden, 28 Şubat kafalılardan, yeminli din düşmanlarından ne kadar çok duyduk buna benzer lafları...

Ama bu türden bir mirastan tek bir ayrıcalıklı kesim (hızlı olsun, “beyaz Türkler” diyelim) nasiplenmiyor; hepimize düşen bir pay var... Guéant’ın “değerli” bulmadığı “Müslümanların”, Güneş Kral’ın “gerçek din”e dönüştürmeye çalıştığı “Protestanların” yerine “Kürtleri”,“Alevileri”“Ermenileri”“Ateistleri” koyun... Ağaçları koyun, akarsuları koyun...

Şimdilerde “modernist” versiyonuyla tavan yapan bu sonsuz kibirde nasıl cumhuriyetçi, çağdaş, Atatürkçü biri karşısında bir Müslüman ya da başörtülü aynı değere sahip değilse, Türk karşısında Kürt; beton, para, kent rantı karşısında ağaç ve yeşil; HES’ler ve getireceği banknotlar karşısında akarsu aynı değere sahip değil.

Bir toplumda bu kadar kirlenmişlik, bu kadar kibir olabilir ancak... Solcusu, sağcısı, muhafazakârı hepsi başkalarına karşı aynı aşağılayıcı bakışa sahip, aynı nefreti taşıyor.

Ve tabii ki, inanılmaz bir kibirle toplumuna bakan seçkinlerin kurduğu bir devlet tarafından bu kadar yaralanmış ve kirletilmiş bir toplumda, “devlet” olmak, “devlet gibi” olmak tek geçer akçe...

Bu yüzden, şimdilerde devletin tepesinde “devletler” arası bir savaş yaşanıyor...


[email protected]

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar