İsmet Berkan

İsmet Berkan
İsmet Berkan
Karar Tüm Yazıları
Suriye’deki PKK ne olacak? Bu kanaat önderleriyle işimiz çok zor…
27.11.2025
57

Meclis’teki süreç komisyonundan üç üye pazartesi günü İmralı Adasına oldukça mahçup bir ziyaret yaptı. Heyet üyelerinin en mahcubu, Ak Parti milletvekili Hüseyin Yayman’dı.

Bu sabah öğreniyoruz ki aslında Kürt sorununun çözümü konusunda kitapları da olan Yayman, pazartesi günü Nefes gazetesi yazarı Deniz Zeyrek’in telefonuna çıkmış ve İmralı’da olmadığını, o an hastanede röntgen çektirmekte olduğunu söylemiş, “Salı veya çarşamba gideceğiz” demiş ama sonra anlaşılmış gibi İmralı Adasına sabah saat 11.00’de varmış, öğleden sonra 15.00’te de ayrılmışlar.

Bu yalana neden ihtiyaç duyulmuş bilmiyorum ama bu sabah öğreniyoruz, üç milletvekilinin Abdullah Öcalan’la görümesi 2 saat 50 dakika sürmüş; doğal olarak daha çok Öcalan konuşmuş, milletvekilleri sorular sormuş. Bazı haberlere göre içeride MİT görevlisi bulunmamış, başka bazı haberlere göre “Tutanak için MİT’in imkanlarından yararlanılmış.” Yine bazı haberlere göre görüşmenin ses kaydı yapılmış ama içeride fotoğraf çekilmemiş.

Her neyse bunlar çok da önemli değil. Heyet görüşmesinin tutanaklarını (ses kaydının çözülmüş hali herhalde) komisyona sunulacak, umarım kamuoyuna da açıklanacak bu tutanak ve biz de konuşulanları öğreneceğiz.

Öcalan SDG için ne dedi?

Ama dünden beri içeride komisyonun ne konuştuğu, Öcalan’ın ne dediğiyle ilgili bir sürü “kulis” haberi yayıldı.

Malum, Öcalan’dan beklenen en önemli mesaj, Kuzey Irak ve Türkiye’deki PKK’ya verdiği “Kendinizi fesh edin ve silahları bırakın” mesajının Suriye’deki PKK için, yani YPG ve onun üst kuruluşu olan SDG ile siyasi kanat PYD için de geçerli olup olmadığıydı. Acaba Öcalan zamanında bir devlet yetkilisine Mazlum Abdi için söylediği, “O benim çocuğum gibidir, sözümden çıkmaz, esas zor olanı Kandil’i ikna etmek” cümlesini bugün de aynen kuruyor muydu? Suriye’deki YPG’nin onun talimatıyla silah bırakacağına hala inanıyor muydu?

Biliyorsunuz, Öcalan’ın mesajının Suriye’deki YPG’yi de kapsayıp kapsamaması bizde çok tartışılıyor. Örneğin Devlet Bahçeli kapsadığını düşünüyor.

Aynı zamanda Suriye’deki YPG’nin ne yapacağı konusu Türkiye ile ABD arasında bile pazarlık konusu. Şam rejimi ile SDG de görüşüp duruyor. Biraz sonra bunlara gireceğim.

İç kamuoyunda Öcalan’ın Meclis aracılığıyla Suriye’ye bir mesaj gönderip göndermeyeceği merak edilirken sağolsun Hürriyet’ten Abdülkadir Selvi bugünkü yazısında bu merakımızı gidermeye yeltenmiş, aynen şöyle diyor:

“Ben en çok SDG’ye mesaj verip vermediğini merak ediyordum. O nedenle ulaşabildiğim yerlere bunu sordum. Öcalan, SDG’nin Suriye’ye entegre olması konusunda net mesaj vermiş. SDG’nin, Suriye ordusuna entegre olmasını isterken bunu gerekçelendirmiş. Yeni Suriye’nin bir parçası olmanın önemine değinmiş. Öcalan’ın 27 Şubat’taki çağrısının SDG’yi kapsayıp kapsamadığı tartışılmıştı. İmralı heyetinde yer alan rahmetli Sırrı Süreyya Önder, SDG’yi de kapsadığını açık bir dille ifade etmişti. Ama Şam yönetimiyle 10 Mart’ta yaptığı mutabakata rağmen SDG şimdiye kadar ipe un sermeyi tercih etti.”

Ne anlıyorsunuz bu cümlelerden? Ben şunu anlıyorum: Öcalan SDG’ye “Silahlarınızı bırakmayın, silahlarınız ve disiplininizle Suriye ordusuna katılın” demiş TBMM heyetine.

Suriye’yi yakından izlemeye çalışan herkes gayet iyi biliyor: SDG komutanı Mazlum Abdi ile Şam’daki Ahmet Şara yönetiminin zaman zaman ABD’yi de yanlarına alarak yaptığı pazarlık tam bu konuda: YPG birliklerinin bugünkü mevcut komuta yapılarıyla Suriye ordusuna katılmasını istiyor Mazlum Abdi, üstelik bu YPG tümenlerinin halen SDG kontrolunda olan bölgelerde konuşlu kalmaya devam etmesini ve gerekirse bir iç güvenlik gücü gibi olmasını da istiyor. Şam ise şimdilik buna direniyor.

Suriye’ye ve Kürtlere gerçekçi gözle bakmak gerek

Suriye’nin nüfusu 20-22 milyon. Bu ülkede Kürtler yüzde 10’un biraz altında bir nüfusa sahip. Yapılan tahminlere göre 1,8-2 milyon kadar Kürt yaşıyor Suriye’de.

Bu kadar Kürt’ün tamamını temsil etme iddiasındaki YPG’nin askeri varlığının ne büyüklükte olduğu tartışmalı. Örneğin Wikipedia 100 bin kişilik bir güçten söz ediyor. Alman kamu yayıncısı DW, bir seferinde 40-60 bin kişilik güçten söz etmişti. European Council of Foreign Relations adlı düşünce kuruluşunun bir uzmanı, pek de tarafsız sayılamayacak bir makalesinde SDG’nin toplamda 250 bin kişiye maaş verdiğini söylüyor. Bunlar içinde YPG birlikleri de var.

İster 40 bin kişi olsun ister 100 bin, en fazla 2 milyon nüfuslu bir halk için oransal olarak çok büyük bir ordudan söz ediyoruz. 100 bin kişiyi gerçek kabul etsek, aynı oranı Türkiye’ye uygularsak 850 bin kişilik ordu eder. Oysa TSK mevcudu 350 bin kişi.

SDG DE YPG DE BARIŞ DÖNEMİNDE SÜRDÜRÜLEMEZ YAPILAR

Şunu demeye çalışıyorum: YPG olağanüstü şartlarda ortaya çıkmış ve bu yüzden çok da normal olmayan bir büyüklüğe sahip bir askeri grup.

Ülkedeki Kürt nüfusu 2 milyon kabul etsek, en düşük tahmin olan 40 bin kişilik YPG, kadınlı erkekli her elli Kürtten birinin YPG askeri olması anlamına gelir. Kürtlerin yetişkin ve askerliğe elverişli nüfusu diye bakacak olsak bu oran çok daha yüksek seviyelere gelir.

Bu rakamlarla neden oynadığımı da anlatayım: YPG esasen sürdürülebilir bir yapı değil. Zaten eğer gerçekten 250 bin kişiye (her sekiz Kürtten birine) her ay maaş veriyorsa SDG de sürdürülemez.

Kıyaslama için bir örnek daha vereyim: 16 milyonu aşkın nüfusu olan İstanbul’da 56 bin polis görev yapıyor ve iç güvenlik böyle sağlanıyor.

2 milyon nüfuslu Kürtler için 40 bin kişi barış döneminde çok fazla. SDG’nin bu 40 bin kişilik askeri gücü korumaya uğraşması, tek bir şeye delalet eder: Bu örgüt barışa hazırlanmıyor, yarın sabah Suriye’de yeniden savaş olacakmış, iç savaş yeniden alevlenecekmiş gibi davranıyor.

SDG kabaca Suriye topraklarının üçte birini kontrolu altında tutuyor. Bu da sürdürülemez bir şey; çünkü kontrol ettiği topraklarda Kürt nüfus çoğunlukta değil.

SDG BU SAATTEN SONRA SAVAŞAMAZ DA

Ayrıca SDG artık bütün dünya tarafından meşruiyeti kabul edilmiş bir yönetime dönüşen Ahmet Şara yönetimine karşı yeniden iç savaş da başlatamaz; başlatırsa sahip olduğu bütün desteği kaybeder.

Ben bunları söylerken öyle özel bir istihbara, derin bilgilere falan sahip biri olarak söylemiyorum: Görünen köy kılavuz istemiyor, mevcut SDG’nin sürdürülebilirliği sadece ‘meşru’ savaşın devam etmesine, Amerika’nın aynen yardım sağlamasına, Avrupa’dan para gelmesine ve SDG’nin Suriye’ye ait petrol gelirini çalmasına bağlı. Bu kaynaklardan biri aksadığı zaman SDG için işler çok kötüye gidebilir. Bir yıldır uzatmaları oynuyor SDG ve dışarı yansıdığı kadarıyla gerçekçi bir pazarlık pozisyonuna da sahip değil.

Bu hayaller dünyasına şimdi bir destek de İmralı’dan, üstelik TBMM’nin aracılığıyla gidiyor Abdülkadir Selvi’nin yazdığına göre, Öcalan SDG’ye “Silahları bırakmayın, Suriye ordusuna entegre olun” diyor. Yani manevi oğlu Mazlum Abdi’nin pazarlık pozisyonunu söylüyor.

Bu iş zor Yonca…

Bu köşenin sürekli okurları, benim son yürütülen süreci desteklediğimi, başarılı olmasını dilediğimi biliyorlar.

Ancak zaman zaman tepki çekmek pahasına da olsa, kişisel görüş ve yönelimimin sahadaki somut gerçekleri görmezden gelmesine izin vermiyorum. Türkiye bu sürecin sonunda bir yere varacaksa, bunu elbette iyimserlikle yapacak ama iyimser olmak somut gerçeklere gözümüzü kapatmayı gerektirmez. İhtiyatı hiç elden bırakmamak, sürecin başarısı için de geçerli.

Artık belki eskisi gibi değil ama adlarına “kanaat önderi” denen kişiler de bu süreçte ister istemez açıkladıkları görüşlerle etkili oluyorlar.

Eğer Abdülkadir Selvi’nin yazdığı doğruysa, Öcalan’ın Meclis heyetine söylediği SDG ile ilgili cümleler sürece olumlu katkı anlamına gelmez.

Az önce anlatmaya çalıştım, SDG sürdürülemez bir hayal dünyasında yaşıyor; lider ve akil insan olarak Öcalan’dan beklenen daha gerçekçi ve sürdürülebilir bir politikayı cesaretle önermesiydi ama o bunu yapmadı.

Suriye mozaiğinin önemli bir parçası olan Kürtler elbette gelecekte kendilerini güvenceye almak istiyor, geçmişin acılarını yeniden yaşamak istiyorlar ama bunun yolu artık silahtan geçmiyor, demokratik katılımdan geçiyor. Aynen Türkiye’deki gibi.

Süreci desteklemekle eleştirel tutumdan ayrılmamak bana göre aynı anlama gelen şeyler. 2013-15 arasındaki çözüm süreci biraz da bu eleştirel tutumun bilinçli biçimde ortadan kaldırılması yüzünden çöktü, çünkü sürecin siyasi aktörlerine gerçeği hatırlatan kimse kalmadı.

Aynı hatayı tekrar etmemeli Türkiye.

BERAAT ETMİŞ ÖZGÜR BİR FATİH ALTAYLI

Bugün Fatih Altaylı ikinci kez yargı önüne çıkıyor.

Fatih, 22 Hazirandan beri, yani 158 gündür hapiste.

Bana soracak olursanız en ufak bir suçu bile yok.

Savcılar onun Cumhurbaşkanını tehdit ettiğini öne sürüyor. Üstelik Altaylı’nın sadece tehdit etmediğini, Cumhurbaşkanına fiili saldırıda bulunduğunu iddia ediyor.

Savcılara göre Altaylı bu suçları YouTube’da konuşarak işlemiş.

Konuşarak tehdit etmeyi anlayabilirim ama konuşarak fiili saldırıda bulunmayı aklım havsalam almıyor. Kaldı ki Altaylı konuşmasında tehdit de etmiyor zaten. O sözleri tehdit olarak algılamak bir hayli tartışmalı bir tutum.

Aslında Altaylı’nun geçen ay, daha ilk duruşmasında beraat etmesini bekliyordum. Ama bir gün önce Ayşe Barım’ı serbest bırakma kararı bir üst mahkemeden dönen 26. Ağır Ceza Fatih’i bir aydan daha uzun süre daha hapiste bıraktı, davayı bitirmedi, bugüne erteledi.

Bugün ben Fatih’in sadece tahliye edilmesini değil, beraat da etmesini bekliyorum.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar