Celal DENİZ

Biz Fidel’i çok sevsek de..
3.02.2016
2570

 1 Ocak 1959 yılında Küba’da başını Fidel Castro’nun çektiği gerilla güçleri adım adım şehirleri ele geçirince Küba diktatörü Fulgencio Batista ülkeyi terk ederek Dominik’e kaçar. 1953 yılında ki Moncado kışlası baskını ile başlayan süreç devrimle sonuçlanmış ve diktatör ülkesini terk etmek zorunda kalmıştır.

O yıllarda Küba devriminin etkisi bütün dünyada bir esin kaynağı olur. Ülkelerinde silahlı devrim hayalleri kuranlar, silahlı devrim için hazırlık yapanlar birçok ülkede ve ülkemizde de mücadelelere girişirler. Latin Amerika’da birçok ülkede gerilla hareketleri ülkelerinde silahlı bir savaşı başlatırlar.

Ben siyasetle tanıştığım yıllarda Küba devrimi 17-18 yıllık bir süreyi geride bırakmıştı. Fidel’in bir konuşması bizim o genç yüreklerimizi hoplatmaya yetiyordu. ‘’ Dünya dönüyor, hem de emperyalizme, faşizme vura vura dönüyor…’’

Devrim Küba’da ciddi kazanımlar sağladı. ABD emperyalizminin saldırılarına, ambargolarına karşı boyun eğmeden bir devrimi ayakta tutmak, halkın desteğini almak önemliydi. Eğitimden sağlığa ciddi başarılar kazanmış bir devrim vardı karşımızda. Küba’nın % 25’nin okuma yazma bilmediği bir süreçte okuma yazma oranı hızla en kırsala bile uzanarak yükseldi. Tıp alanında Küba bugün dünyaya ciddi kazanımlar sağlamış ve ciddi ilerlemeye kavuşmuştur. Küba’da eşitlik alanında ciddi kazanımlar yaşanmıştır. Bunlar olumlu devrimin sonuçları hanesine yazılmalıdır.

Ancak 1959 yılınca başlayan devrim o ülkede özgürlükleri sadece madalyonun bir yüzünü görerek sağlayamamışsa o ülkede devrim başarısız kalmış demektir. Küba devrimini yıkmak isteyen emperyalist güçlerin varlığı tartışma götürmez bir gerçekliktir. Ancak bunu bugün ülkemizde Kemalistlerin cumhuriyetin tek parti dönemine eleştirilere karşı savunmaları gibi ‘’dönemin koşulları öyle gerekiyordu’’ demek devrimin eşitlik ve özgürlük ideallerine bağlılık değildir.

Sorun sadece Küba’da değildir. Sovyetler Birliğinin dış politikasının ekseninde siyaset yapan tüm ülkeler ve komünist partiler tarihsel süreçte ciddi yanlışlar yaptılar.

Ülkemizde Sovyet ekseninde siyaset yapan benimde geçmişte içinde sorumluluklar aldığım tarihi TKP Kemalist rejime karşı mücadele ederken hep Sovyet dış politikasının paralelinden bir siyaset dili geliştirmiş, hatta Kemalist rejimin Kürt politikasına karşı kerhen bir destek sağlamıştır. Çünkü burada belirleyici etken Sovyet Devriminin çıkarları idi.

TKP, Komüntern’in yaklaşımları ışığında Şeyh Said ayaklanması için ’İngilizlerin kışkırtması ile Şeyh Said'in gerici bir kalkışma içinde olduğu" tespitini yapıyordu. Ayrıca Komüntern’in yayın organı Rundschau’nın 29 Temmuz 1937 tarihli sayısında ‘’iki ayı aşın bir zamanıdır Ankara hükümeti, Dersim bölgesindeki Kürt aşiretlerinin gerici ayaklanmalarını bastırmakla uğraşıyor. Feodal unsurlar Kemalist parti tarafından gerçekleştirilen reformlara rağmen, bugüne kadar ülkenin bu sapa bölgesinde barınmayı başarmışlardır (...) Bugün Kemalist hükümetin enerjik reformları yüzünden kendi iktidarlarını tehdit altında hisseden feodal unsurların ümitsiz direnişi ile karşı karşıyayız.’’ diye yazıyordu.(Komüntern belgelerinde Kürt sorunu)

Buradan yeniden Küba’ya dönersek, Fidel Castro anti emperyalizm adına Sovyetlerin Bağlantısızlar hareketi ile ilişkilerinin de etkisi ile Kürtleri defalarca katleden Saddam ile siyaseten yan yana durabilmiştir. Saddam ile veya diğer Baas partileri ile iyi ilişkiler kurmayı diplomatik bir ilişkiye indirmek çokta düşünülemez. Elbette ülkelerin dış politikalarında zorunlu diplomasi siyasetçileri liderleri yan yana getirir. Eleştirmeye çalıştığım konu anti emperyalizm siyaseti üzerinden halkların özgürlük taleplerini boğan diktatörlere siyaseten destek vermek devrimci bir duruş olamaz.

 

Fidel’in yaşamını yitirmesinden sonra HDP eski Siirt milletvekili Osman Özçelik twiteer hesabından ‘’1994 Küba'da bir konferansta Kürtçe konuşmak istemiştim. TC ile muhtemel ticari ilişkilerine zarar verebilir gerekçesiyle, konuşturmamışlardı’’ diye yazdı. Osman Özçelik’in bu savı yukarıda Sovyetlerin dış politika kaygıları ile hareket edilmişti düşüncemi destekler niteliktedir.

Küba’da 1990 yılından sonra eşcinsellere karşı baskılar azalmışsa bile, devrimin ilk yıllarında Hristiyan ahlakı Marksist ahlakla harmanlıyor ve eşcinsellere karşı bir baskı ortamı yaratılıyor. Kübalı gey yazar Reinaldo Arenas’ın kendi hayatından yola çıkarak kurguladığı romanından uyarlanan ‘’Karanlıktan önce’’filmi eşcinsel yazarlara nasıl bir baskı ve işkencenin olduğunu oldukça iyi anlatır.

Fidel Castro geçmişte eşcinsellere karşı baskıların sorumluğunu üstleniyor. Aslında baskının kaynağı kişisel olarak Fidel değildir. Birazda Marksizmin determinist politikalarının Küba devrimine yansımaları olarak bakılabilir. Marksist devrimler tüm ülkelerde ekonomik eşitlik üzerinden bir düzen kurguladılar. Ne bireysel hak ve özgürlükler ne doğa hakları birincil ödevler arasında görülmedi.

Tarih kesintisiz bir süreçtir. Tarihe eklektik yaklaşılmaz. Eğer 60 yıllık bir devrimi eleştireceksek elbette bütünsellik içinde ve kendi iç koşulları üzerinden değerlendirmeliyiz. Koşullar değişirken değişmeyen devrim devrim olarak kalamaz. Bu bütünsellik içinde başka bir dünya mümkün mü sorusuna cevap bulabiliriz.

Ancak sadece Fidel’in kahramanlığına ve dik duruşuna dikkat çekilerek devrim sürecinde yaptığı yanlışlarda eleştirilmezse gelecek için yolumuzu aydınlatamayız.

Evet tarih Fidel’i ‘’belki affedecektir’’ ama tarihe de Fidel ve devrimi için hep yukarıda ki benzeri eleştiri notları düşülecektir. Düşülmelidir de. Burjuva tarih anlayışı Kişi kültü yaratır. Biz ‘’Fidel’i çok sevsek de’’ Fidel’den bir kült yaratmaya hep itiraz edeceğiz.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar