Ceren KENAR

Arap devrimlerinin hâlâ umudu var
16.07.2012
3045

 Arap devrimlerini tezahüratla izlemiş olsanız bile şu günlerde “Arap Baharı kışa döndü” klişesi size çekici mi geliyor? Kendinizi zaman zaman, “Olmasaydı daha iyi miydi” acaba derken mi buluyorsunuz? Sanırım yalnız değilsiniz…

Son derece hareketli, özgüvenin zirve yaptığı, beklentilerin en yüksek perdeden başladığı bir gecenin “akşamdan kalma” sancılarını yaşıyoruz belki de. Tunus’ta nüfusun ciddi bir kısmının devrilen Bin Ali’yi özlediklerine dair ama doğru, ama yanlış anket sonuçları geliyor. Mısır’da Mursi’nin başkan seçilmesiyle bazı “sekülerler” ana fikri “bu ülkede yaşanmaz” olan analizler kaleme alıyor. Libya’da “Devrimi biz başlattık” diyen Bingazililer yeterince temsil edilemediklerinden yakınıyor. Bahreyn’de göstericiler ve siyasi muhalifler ciddi hapis cezalarına çarptırılıyor. Yemen, Suudi Arabistan ve İran arasında gerçekleşen iktidar savaşı nedeniyle bir türlü dengeye oturamıyor. Ve Suriye…

Ki Arap devrimlerinin yan etkilerinden, yani Irak, Lübnan ve Mali’den bahsetmiyorum bile.

Coldplay’in o meşhur şarkısının içli sözleri sanki arka planda dönüyor: “Kimse kolay olacağını söylemedi,  kimse bu kadar zor olacağını da söylemedi… Hadi beni en başa al.”

İşi Arap devrimcilerden sokağa çıkıp son derece meşru haklarını arama cüretinde bulundukları için “özeleştirilerini” isteme noktasına getirmeden, özetle şunu diyelim: Evet, Arap devrimleri bir günde saadet ve istikrar getirmedi. Evet, yukarıda ismi zikredilen her ülkenin önünde değişen ölçülerde çözülmesi gerek uzun bir sorun listesi var. Evet, diktatörleri devirmekten daha zor olan şey sürdürülebilir, kapsayıcı ve çoğulcu bir demokrasi inşa etmekmiş.

Aslında işler göründüğü kadar kötü değil demekle başlayabiliriz. Seçim sandığından çıkan sonuçlar herkesi memnun etmeyebilir, siyasi belirsizlikler dikta rejimlerinin sağladığı daimi istikrardan çekici gelebilir ancak bir şekilde yavaş ve sancılı da olsa bu ülkelerde göz ardı edilmemesi gereken dönüşümler yaşanıyor. Tunus’ta İslamcılar ve sekülerler kolay olmayan koalisyonlarla güç paylaşımı nedir öğreniyor. Mısır’da İslamcılar askere karşı direnirken toplumun kendinden olmayan kısmına da seslenmesi gerektiğini idrak ediyor. Libya’da hayatında ilk defa oy kullanan kadınlar uzun kuyruklarda bekledikten sonra parmaklarındaki mürekkeple zafer işareti yaparak poz veriyor.

Diğer yandan şunu hatırlatmak da yararlı olabilir: Şu an bölgeyi saran çatışma hatlarının birçoğu, belki hemen hepsi Arap devrimlerinin sonucunda oluşmadı. Hâlihazırda var olan mezhepsel, etnik, ideolojik ayrışmalar Soğuk Savaş dengeleri ile dizayn edilmiş bir sistemin çökmesi ile birden, uzun süre önce süpürülmüş halının altından çıkıverdi.

Romantik bir devrim seviciliğine girmeden veya sinik bir karamsar tavır takınmadan mevcut zamanı geçmiş ve gelecek içinde, tarihsel süreci göz önüne alarak ve gelecek yansımalarını unutmadan düşünmekte fayda olabilir.

Bu noktada Lübnanlı akademisyen Elias Muhanna’nın, Qifa Nabki isimli siyasi blogunda hatırlattığı bir gözlemi akılda tutmakta var.

İngiliz tarihçi ve siyasetçi Thomas Babington Macaulay’in (1800-1859) Fransız Devrimi üzerine yazdıklarına bakalım ve şu an yaşadıklarımızla ilişkilendirmeye çalışalım. 

“Bir gezgin hayatında daha önce hiç görmediği bir meyveye rastlar. Meyveyi tadar ve beğenir; tatlı ve serinletici olduğunu düşünür. Bu çok beğendiği meyveyi daha önce bu meyvenin varlığından haberi olmayan ülkesine götürmeye karar verir. Fakat birkaç dakika sonra çok sancılı bir hastalığın pençesinde bulur kendini. Hastalıktan sarsılmış bir haldeyken meyve hakkındaki fikirleri de değişir elbette. Bu meyve artık onun için tadı güzel bir zehirdir. Meyveyi tattığı için kendini suçlar ve arkadaşlarını bu zehir konusunda uyarmaya karar verir. Uzun ve şiddetli bir mücadeleden sonra gezgin iyileşir, hastalığın sancılarından sersemlemiş bir haldeyken, birden daha önce hayatı boyunca kendisine bela olmuş bazı kronik sorunlarından kurtulduğunu fark eder. Ve yine meyve konusunda fikrini değiştirir. Bu meyvenin çok güçlü bir ilaç olduğuna ancak sadece çok istisnai ve aşırı vakalarda büyük bir ihtiyatla kullanılması gerektiğine kanaat getirir.

Bu tam da Fransız Devriminde yaşanan süreçti. Olayın kendisi başlı başına yeni bir fenomendi. İlk kertede onurlu insanlar adaletsizliği gidermeyi vadeden bu gelişmeyi alkışladılar. Sonra arbede, sürgün, yolsuzluk, iflas, infaz, iç savaş, dış savaş, devrim mahkemeleri, giyotinler geldi. Biraz sonrasında bu istikrarsızlık içinden bir askerî despotizm çıktı ve Avrupa’daki tüm bağımsız devletlere kabadayılık tasladı. Bunu eski hanedanın dönmesi ve kadim usulsüzlerine devam etmesi izledi.

Ama şimdi düşününce önümüzdeki resmin tamamına baktığımızda… Tüm suçlarına ve sorunlarına rağmen Fransız Devrimi’nin insanoğlu için kutsal bir kazanım olduğunu görüyoruz.”

Şu an içinde bulunduğumuz ânın tarihsel bir dönüşüm sürecinin neresinde olduğunu tesbit etmekte fayda var. Çok değil yakın bir gelecekte geriye dönüp bakıldığında bu geçiş dönemi, şu an hissettiğimiz kadar sancılı resmedilmeyebilir. On sene sonra atılacak manşetler, bugün atılanlardan farklı olabilir…

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar