Yıldıray OĞUR
…Ve İhtilal. Korkmayın henüz değil. Şimdilik sadece Kasım 2013’te çıkan Altan Öymen’in son kitabının adı bu. Ve’den önceki üç noktadan anlaşılacağı gibi kitap ihtilale giden yolu anlatıyor. O yolun sonunun 27 Mayıs’a çıkması tuhaf değil diyen bir malzeme eşliğinde.
Öymen’e göre 27 Mayıs tartışmaları uzun yıllar boyunca “Yassıada kararlarının gölgesinde kalmış” ve “herkesin çok üzüldüğü idamlara gösterilen haklı tepkiler yüzünden soğukkanlı ve objektif değerlendirmeler” yapılamamış.
Ne büyük bir haksızlık. Hele de 27 Mayıs gibi bir darbe için.
Neyse ki bu haksızlık, kitabı bitirirken herhalde ibret alınsın diye Gezi olayları sırasında Başbakan’ın gençlere yakın tarihi iyi bilin tavsiyelerini hatırlatan Altan Öymen’in soğukkanlı ve objektif kitabıyla giderilmiş.
Bir de 27 Mayıs sabahı ile başlayan kitabın o girişi olmasa:
“Evden çıkarken saat: 06.30’u geçmişti. Sokağa çıkma yasağı vardı ama, mahalledeki tüm apartmanların kapılarının önüne insanlar çıkmıştı…Sevinçliydiler…Önlerinden geçerken bana- daha doğrusu üniformama- sevgi gösterisi yapıyorlardı. Alkışlıyorlardı. “Türk ordusu çok yaşa” diye slogan atıyorlardı… Bir apartman kapısı önünde çaylarını içmem için ısrar ettiler…Alternatif olarak lokum ikram ettiler onu aldım….”
Evet, doğru tahmin. 27 Mayıs sabahı Olgunlar Sokak’tan Kızılay’a tezahüratlar arasında çıkan ilk asker o sırada yedek subay olan genç gazeteci Altan Öymen. Objektif ve soğukkanlı 27 Mayıs kitabının yazarı. Kötü bir tesadüf. Birkaç sayfa sonra üniformasıyla Milliyet gazetesine uğrayacak. Kapıda Silahlı Kuvvetler Temsilcisi gibi karşılandığını anlatıyor. Sonra Milliyet’in hemen karşısındaki CHP Genel merkezine geçmiş. Parti uzmanı Doğan Avcıoğlu da orada. Onunla arabaya binip sokağa çıkma yasağına rağmen bir Ankara turu atmışlar. Üniformasını gören askerler selam vermiş… Hikaye burada bitmiyor tabii. 10 yıl sonra o CHP’li uzman Avcıoğlu askerlerle kendi cuntasını kuracak, o genç gazeteci de müstakbel Baas hükümeti kabinesinde kendine bir yer bulacaktı. Sonra o gazeteci uzun süre gazetecilik yaptı, sonra CHP Genel Başkanlığı, sonra tekrar gazetecilik…
Tamam burada kesiyorum. Asker, gazeteci, CHP… Herşey birbirine karıştı değil mi? A, B’ye paralelse ve B de C’ye paralelse A da C’ye paralel miydi o formül? Ama galiba böylesine bir geçişkenlik teorisi ileri matematikte bile bulunamadı.
İşte Türk medyasını en iyi anlatan formül bu.
Medya baskı altında çığlıkları atanları anlatan en iyi formül de.
Türk medyasında yaşlılar CHP’li, gençler devrimci, patronlar iktidarlardan ama asıl esas patrondan ordudan yana oldu hep.
Halkın yüzde 70’ine karşıydı medya. Halkın yüzde 30’u ise bütün medyanın tamamına hakimdi.
Yüzde 60’ı temsil eden DP’nin resmi gazetesi Zafer’den başka medyası olmadı. Demirel bile neredeyse tamamı CHP’li olan bir medyayla (boşu boşuna tabii) boğuştu. Türk medyasının nefret figürü ise tartışmasız inandıkları her şeye ters Özal’dı. Ailesi hakkında Has Bahçede Sonbahar diye yazı dizileri yapıldı. Mesut Yılmazcı Hürriyet, Çillerci Sabah oldu ama Erbakan 28 Şubat’ta kartel medyasına karşı yalnız başına kaldı.
O manşetleri evet telefonla değil, genelde kendi rızalarıyla attılar. Ne yapmaları ve ne yapmamaları gerektiğini biliyorlardı. İşlerini severek ve özgürce yapıyorlardı.
Emin Çölaşan çok muhtemelen marşlarla, seve seve 12 Eylül cezaevlerine girip, “herkes kardeş, burası cennet” yazı dizisi yaptı. 28 Şubatın halkla ilişkiler bürosu çalışırken de gazeteciler çok özgürdü. Ahmet Kaya’yı linç ederken, Erdoğan’ı hapse gönderirken, haber için Merve Kavakçı’nın çocuklarını okuldaki arkadaşlarına yuhalatırken de…
Mehmet Y. Yılmaz’a Sahte Oruç, Kanlı İftar manşetini atarken, Özden Örnek Günlüklerini yalanlarken, başörtülü öğrencilere, Eren Keskin’e, Gülay Göktürk’e hakaret ederken, Kardak’a çıkarken Fatih Altaylı’ya kimse telefon açmadı muhtemelen…
Büyükanıt’tan, Başbuğ’dan hükümet aleyhinde demeç almak için basın toplantılarında yalvaran Ankara temsilcileri, Şener Eruygur’la karagahlarda hükümete karşı ne yapmak lazım başlıklı toplantılar yapan medya patronları özgürce, gönüllerinden geçtiği gibi işlerini yapıyorlardı…
Sevdikleri işi, sevdikleri için, istedikleri gibi…
Bu özgürlük ortamını AK Parti’de bozamadı uzun süre.
Gazete küpürleriyle ve merkez medyanın tezahüratları arasında kapatma davası açıldığında, 411 El Koasa kalktı başlıkları atılırken 8 yıldır iktidardaydı AK Parti. 2009’da Habur’daki barış havasını bozan başlıklar atılırken 7 Şubat 2012’de Hakan Fidan’ın ifadeye çağrılmasına eşlik eden iddianame sızıntılarını çarşaf çarşaf yayınlarken Habertürk’te aranacak bir Fatih yoktu anlaşılan….
Peki, o halde Fatih Altaylı’nın televizyonda medyaya baskıdan ağladığı tuhaf günlere nasıl geldik?
Toplum değişti, ekonomi değişti, Ankara’daki güç dengeleri değişti ama merkez medya aynı kaldı. Yani çatışmaların çıkmaması tuhaf olurdu.
Ne büyük tesadüf; AK Parti’nin askerleri kışlalarına doğru geri püskürtmesiyle, meyda patronlarından iktidara ilk jestler gelmeye başladı.
İktidarın gitmeyeceğinin ve kimseyle de iktidarını paylaşmayacağı anlaşıldıktan hemen sonra patronu Ertuğrul Özkök’ü görevden aldı. Zamanlaması sahiden manidar.
Sonra Başbakanın kendisine, seçmenlerine, annesine küfreden yazarlardan birkaçının yazılarına son verildi, manşetlerden artık Tayyip denmemeye başlandı falan…
Ama bunu yapmaları bile kolay olmadı. Bütün kadroları CHP’li, laik, solcu gazetecilerden, köşe yazarlarından oluşuyordu. Çatışmalar çıktı. Muhalif yayıncılık Sözcü olunca, Sayın Başbakan demek bile yandaşlığa yetti.
Sonunda patronlar hangi saikle o zarar eden gazeteyi, televizyonu finanse ediyorsa, o saiklerle de hükümetle iyi geçinmeye çalışıyorlar, çatışıyorlar ya da becerebilirlerse denge yapmaya çalışıyorlar. Ve bütün bunların hepsi gönüllü oldu, oluyor. Hükümetle kırmızı telefon hatları da zorla kurulmuyor.
2. Mahmud’un propaganda için Takvim-i Vekayi’yi çıkarmasından beri Türkiye’de medya dünyanın her yerindekinden daha fazla siyasi bir kurumdur. Gazeteciler, medya patronları da siyasal aktörlerdir.
Zaten, Patronlar bunun için zarar etmesine rağmen bir gazeteleri olmasını isterler. Köşe yazarları bu yüzden 10 milletvekili gücünde yazar, konuşur, muamele görür. Hükümetler de bu yüzden medyayı kontrol etmeye çalışır.
Korkmayın, hala kendine yakın işadamlarını gazete almaları için ikna etmeye çalışan bir iktidardan çok zorlasınız bile diktatör çıkmaz. Başlık için arandığınızda direnin, KJ’lerinizden taviz vermeyin. Gerçekten korkmanız gereken iktidarlar başlık ve KJ için aramaz çünkü, sen o başlığı atmaman gerektiğini bilirsin ve atmazsın zaten…
Kendinizi teskin edin; AKP 12 yıldır iktidarda ama hala gazetelerin yüzde 65’i hükümet muhalifi. Merkez medya neredeyse tamamen hükümet karşıtları tarafından yönetiliyor, jest olsun diye köşe açılmış birkaç yazar hariç köşeler onlara emanet…
Holding medyasında yüksek ücretlere tamah etmeyenler için Başbakan’a her gün eskiden olduğu gibi manşetten hakaret etmek de mümkün…
Endişe etmeyin, üç dönemdir karşı olduğunuz parti iktidarda olmasına rağmen Türk medyası hala yüzde 30’un elinde. İktidarın medyası hala yolun başında. Merkez medya olup, toplumun yüzde 70’nin politik, kültürel tercihlerini dikkate almamak, onlara satmamayı baştan göze almak gibi bir lüksünüz var hala. Hala düzenli gazete okuyan eğitimli insanların çoğu CHP’li. Gazetecilerin, televizyoncuların çoğu da…
Belki CHP, ordu, medya arasındaki eski geçişkenlikler azaldı. Göze batıyor artık diyelim.
Medyaya baskı da, medyanın direndiği değişen sosyolojiyle ve zamanla kavgasıdır belki de.
28 Şubat’ta kartelin neler yapabileceğini görmüş iktidar artık o travmadan kurtulması, bir başlığın, bir yazının, bir tv programının hiçbir şey ifade etmediğini anlamalı ve medyayı kafaya takmamayı öğrenmeli. Bu medyaya rağmen buralara geldiğini unutmamalı…
Tabii halkın medyayı pek kafaya takmadığını da…
Reuters Fatih Altaylı’nın itiraflarını Türkiye’de gazeteciler korku içinde başlığıyla vermiş. Peki, Reuters’in milyonlarca abonesini Türkiye’de halkın yıllarca medya tarafından korku içinde bırakıldığını nasıl anlatacağız…
Bu arada lütfen Fatih Altaylı’ya özgürlük…
Yazarlar
-
İbrahim KirasKafkasya ötesinde kanlı satranç 4.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEBahçeli’nin jeopolitik sorumluluğu 4.07.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuBenimki bir valiz hikayesi… 4.07.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞYangınlar yeniden başladı, Orman Bakanı ne yapacak ve George Orwell 4.07.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUOtoriterliğe dair bir hukuk manifestosu 4.07.2025 Tüm Yazıları
-
Taha Akyol‘Enflasyon düşüyor, müsterih olun’ 4.07.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERİklim adıyla sınai kirletmenin ticareti 4.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: “Kürt Sorununda atılacak ‘hayal gibi’ 9 adım…” 4.07.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciŞimşek görmüyor mu? 4.07.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKSıcak bir yaz, serin bir sonbahar ve belirsiz bir kış 1.07.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUNe de çabuk unutuluyor… Hatırlatıyorum… 1.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİİnsan yerin yüzüdür 1.07.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanÜç liderin 12 Gün Savaşı’nda karşılaştırmalı performansı 30.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEButlan 30.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞELLİ MİLYAR DOLAR DÜNYADAKİ AÇLIĞI ÇÖZÜYOR… 30.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanAK Parti, kendi eseri olan bu Türkiye fotoğrafına daha dikkatli bakmalı 30.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYAToplumsal Muhalefetten Demokratik Topluma: Halkların, İnançların ve Özgürlük Güçlerinin Birleşik Müc 30.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunDevlet, nasıl “devletimiz” olur? 30.06.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRTürkiye, sıcak savaşlara evrilen küresel paylaşım savaşının hem sahnesi hem öznesi 30.06.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURDemek ki “ideolojiler” henüz ölmemiş 30.06.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANDavalar, mahkemeler ve siyasi dizayn 30.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENSiyaset ırmağı kirlenirken… 29.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENOrtadoğu ve Kürtler CHP’yi Çağırıyor 29.06.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraAdalet ve Kalkınma Partisi’nin Ön Tarihinden 29.06.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞDemirtaş’a Kobane mahkumiyeti: Gerekçedeki “10 kusurlu hareket” 28.06.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNBarışı savunmayayım da ne yapayım! 28.06.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanŞaka değil, Kılıçdaroğlu sahiden gelip CHP’nin başında kalmak istiyor! 28.06.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluTonlarca hurdanın akıbeti belirsiz, ihaleler tartışmalı, işlem yok: Karayolları kimleri zengin ediyo 28.06.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
25.06.2025
21.06.2025
18.06.2025
16.06.2025
15.06.2025
11.06.2025
8.06.2025
4.06.2025
2.06.2025
1.06.2025