Akın ÖZÇER
“Demokratörlük” sözcüğünü Fransızca “democrature” kelimesinden türettim. Bunu yapan ilk ben değilim aslında. İnternette yaptığım küçük bir araştırmadan 7 Temmuz 2012 tarihli Radikalgazetesinde, Pepe Escobar’ın imzasını taşıyan, “demokratörlük ülkeleri” başlıklı bir haberin yayımlanmış olduğunu gördüm. Ayrıca İshak Beyazay’ın 8 Nisan 2014 tarihli Milli Gazete’de yayımlanmış “bu bir seçim değil demokratür oyunudur” başlıklı yazısına rastladım. Bu sözcük Türkçede iki şekilde kullanılabiliyor demek ki.
Sözcüğü özgün haliyle ilk defa 1992’de bu yıl yaşamını yitiren Uruguay’lı gazeteci yazar Eduardo Galeano kullanmış. Tahmin olunacağı gibi, bunu İspanyolca “dictadura” ile “democracia” sözcüklerinden “demokrasi görünümlü diktatörlük” rejimini betimlemek için türetmiş. Aynı anlama gelen bir sözcük daha var: “dictocracia” ya da Türkçe olarak “diktokrasi”. Bu sözcüğün geçtiği bir yazıya rastlayamadım ama bazı Türkçe sözlüklerde yer alıyor.
Bunları anlatmamın nedeni, 7 Haziran seçimlerini “demokrasinin zaferi” olarak alkışlayan uluslararası medyanın, izleyen beş aylık dönemde diktatörlüğe dönüştürdükleri rejimimizi 1 Kasım seçimlerinin ardından “demokratörlük” veya “diktokrasi” olarak tanımlamaya başlamaları. İktidara yakın medyamızın 1 Kasım seçimlerini gören uluslararası medyanın AK Parti’ye yaklaşımında olumlu yönde bir değişiklik olduğuna ve olacağına ilişkin iyimserliğine katılmıyorum.
Genelleme yapmak doğru değil elbette ama videosunu izlediğim France 5 TV kanalında 2 Kasım Pazartesi akşamı yayımlanan Yves Calvi’nin sunduğu “Türkiye’nin sahibi Erdoğan” başlıklı tartışma programının bu konuda ciddi bir referans oluşturduğunu düşünüyorum. Zira France 5, tümüyle devlete ait France Télévisions grubunun bir kanalı. Yayınları kuşkusuz Fransız hükümetinin resmi görüşlerini aktarmıyor ama Fransa’nın bir kamu diplomasi aracı olmadığını düşünmek ne kadar mümkün?
Bir tartışma programını tüm ayrıntılarıyla bir köşe yazısına aktarmak mümkün de, önemli de değil. Asıl önem taşıyan husus, programın Fransız kamuoyuna nasıl bir Türkiye imajı vermek istediği. O bakımdan konuyu, bu imajın ileride Fransa’nın Türkiye politikasına olumlu ya da olumsuz yönde yapacağı katkıyı göz önüne alarak değerlendirmekte yarar var.
Buraya kadar anlattıklarımdan anlaşıldığı gibi, bu programın ana fikri, Erdoğan Türkiye’sinin demokrasi değil, demokratörlük ya da diktokrasi olduğu. Uluslararası ilişkiler uzmanı Prof. Frédéric Encel, uzman gazeteci Pierre Servant, Fransız Uluslararası İlişkiler Enstitüsü (IFRI) Türkiye programı yöneticisi Dorothée Schmid ve Matignon’a (Başbakanlık) bağlı France StratégieEnstitüsü’nün ekonomi birimi CEPII uzmanı Deniz Ünal’ın katıldığı bu program ortalama Fransız’ın Türkiye hakkında böyle bir imaj edinmesini hedefliyor belli ki.
Entelektüel düzeyi oldukça yüksek olan programda katılımcıların üstenci bir yaklaşımla çizdikleri Erdoğan profili ve Türkiye imajı, tahmin olunacağı gibi, pek olumlu değil. İlk söz alan Prof. Encel’e göre, Erdoğan Yeni Osmanlıcı vizyona sahip “Müslüman muhafazakâr” (İslamo-conservateur) bir siyasetçi. Encel, Yeni Osmanlıcılığı, İmparatorluk özlemiyle iç politikaya olduğu gibi dış politikaya da “İslamcı değil ama Müslüman” bir boyut eklenmesi olarak tanımlıyor. Bu bağlamda, Erdoğan’ın içerde Atatürk’ün laikliğini adım, adım sildiğini, dış politikada da “Sünni Müslümanlık” eksenine yaslanan “milliyetçi”, hatta “panturkist” ve “panislamist” –ki bu iki unsur da İmparatorluğa özgü elbette- bir politika izlediğini öne sürüyor.
Profesör Encel, laiklikten uzaklaşmayı Türkiye’nin Arap Dünyası’nda ve Türkçe konuşan Asya Ülkeleri’nde etkisini arttırmak istemesine bağlıyor. Bu açıdan bakıldığında laiklik ilkesinin “din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması” tanımının ötesinde bir anlam içerdiği sonucuna varmak mümkün. Eğer laikliğin Türkiye’nin dış politikada kendi başına etki alanı yaratmasını engellemeye yönelik “yazılmamış ve bizlere öğretilmemiş” bir boyutu da varsa, Kurtuluş Savaşı ve Lausanne Barış antlaşması da dâhil Türkiye Cumhuriyeti tarihini yeniden araştırmamız gerekir. Şu sorunun yanıtı havada kalıyor çünkü: Türkiye, Lausanne barış müzakerelerinde karşı tarafa Arap Dünyası ve Orta Asya’da tek başına etkili olmamaya söz mü vermişti?
Profesör Encel, Erdoğan’ın AB ile ilişkilerini ise “ekonomik yarar” bağlamında gördüğünü, Türkiye’nin bugün AB’nin ayrıcalıklı ihracatçısı ve ithalatçısı konumunda olduğunu ve tam üyeliği istemediğini ileri sürüyor. Avrupa açısından bu “istenmeyen durum” ise, AB’nin Türkiye’yi bir an önce tam üye kabul etmesi için elinden geleni yapması gerekir. Oysa böyle bir durum söz konusu bile değil. İlginçtir ki programda Encel’e, AB ya da en azından Fransa bakımından bir özeleştiri niteliği taşıyacak böyle bir soru yöneltilmiyor.
Çalışma alanı olduğu için Türkiye’ye sık, sık gelen Dorothée Schimid, Erdoğan’ın öncelikle politikayı iyi bilen zeki bir devlet adamı olduğunu, bu seçimler, AGİT gözlemcilerine göre, siyasi eşitlik bağlamında sorunlu görülse bile ardı ardına seçim kazanmasının büyük bir başarı olduğunu kabul etmek gerektiğini söylüyor. Sunucu, Schimid’ in çizdiği bu portrenin aslında Erdoğan’ın Fransız kamuoyundaki “diktatör” veya en azından “otokrat” imajıyla çeliştiğine dikkat çekiyor.
Konuşmasından ana muhalefet partisi seçmeni olduğu anlaşılan Deniz Ünal da, Erdoğan’ın çok zeki bir politikacı olduğunu onaylıyor. Ama aynı zamanda “iktidarı sevdiği ve bırakmak istemediği” gibi tuhaf bir şey de söylüyor. Sanki başarılı olduğu halde yaş haddinden ya da başka bir nedenden ötürü artık bırakması gerekirmiş gibi. Ünal devamla, Erdoğan’ın Putin gibi halkın yarısı tarafından çok sevildiğini ama öteki yarısının da kendisinden çok korktuğunu ileri sürüyor. Bu açıdan bakıldığında Erdoğan’ın Türkiye’yi böldüğüne, bugün biri Avrupalı gibi düşünen ve yaşayan, diğeri ise aynı eğitimi almamış (cahil demeye dili varmıyor) daha yoksul kesimleri içeren iki ayrı Türkiye olduğuna işaret ediyor. Erdoğan’ın başarılı ekonomi ve sosyal politikalarıyla bu ikinci Türkiye’yi zenginleştirdiğinin altını çiziyor.
Programda Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın artı hanesine Türkiye’nin 13 yılda sadece ekonomi değil ayrıca sosyal güvenlik alanında sağladığı büyük ilerleme, özellikle kişi başına milli gelirin üç kart artması yazılıyor. 1 Kasım seçimlerini AK Parti’nin kazanmasının ardında da bu gerçeğin olduğu özellikle vurgulanıyor. Bu, programda doğru olan belki de tek saptama ne yazık ki.
Programda gösterilen bir vtr’de Prof. Ahmet İnsel AK Parti’nin seçim zaferinde elbette rol oynamış olan “kaos korkusu” üzerinde duruyor. Artan şiddetin ve kapıya dayanan kaosun orta sınıfı AK Parti saflarında birleştirdiğini söylüyor. Ancak İnsel bu birleşmenin “ otoriteye boyun eğme” şartıyla olduğu gibi bana tuhaf gelen bir yaklaşımı dile getiriyor. Tuhaf çünkü Erdoğan sonuç itibariyle seçilmiş bir Cumhurbaşkanı. Ama vtr’de “otoriteye boyun eğmenin” muhalefetin susturulması anlamına geldiği vurgulanıyor ve bu bağlamda Koza grubuna ait iki televizyon kanalının kapatılması “muhalif seslerin susturulması” olarak sunuluyor.
Bu çerçevede altı çizilmesi gereken hususlardan biri, Gülen Cemaati’nin sadece muhalif bir grup olarak kabul ediliyor olması. Hal böyle olunca medyasına yönelik yargı müdahalesi de “ifade özgürlüğünün ihlali” olarak sunuluyor. Bununla da yetinilmiyor, ayrıca seçimlerin “eşit koşullarda yapılmadığı” iddialarına da temel oluşturuyor. Programda göreceli olarak en fazla Türkiye lehine tutum alan konuşmacı olduğunu söyleyebileceğim Dorothée Schimid bile bu konuda kategorik bir yaklaşımla Türkiye’de medyanın tümüyle hükümet tarafından kontrol edildiğini öne sürüyor.
Türkiye’de ne olduğunu öğrenmek için Schimid yabancı basını, Ünal Cumhuriyet, Hürriyet ve Sözcügibi “muhalif gazeteleri okumak gerektiğini dile getiriyor. Ancak uluslararası medyada olsun, adı geçen gazetelerde olsun birçok konuda “gerçek olamayacak” kadar yanlış haber ve analizler yayımlandığı için bu görüşün son derece yanlı olduğuna inanıyorum. Bu görüşe kimse karşı çıkmadığı için de programın objektifliğine ihtiyatla yaklaşmak gerektiğini düşünüyorum. Ama Fransa gibi AB’nin iki büyük ülkesinden birinde yayımlanan Türkiye ile ilgili tartışma programlarına gözlerimizi kapatmak gibi bir lükse de sahip değiliz elbette.
Programda en son söz alan Pierre Servant da özellikle dikkat çekmek istediğim iki konuya olumsuz yönde önemli katkılarda bulunuyor. Bir kere, yukarıda belirttiğim gibi, Türkiye’de “paralel yapı” olarak adlandırılan ve terör örgütü olarak tanımlanan derin devlet odaklarını sadece muhalefet cephesi olarak görüyor. Grubun sadece medya ayağına değil, aynı zamanda finansal merkezine yönelik operasyonları da bu nedenle eleştiriyor. Türkiye hakkında her ayrıntıyı bilenlerin en azından objektif olmak için AK Parti hükümetinin ve yargının bu yapıyı nasıl gördüğünü anımsatması gerektiğinden hareketle, bu noktaya değinmemenin bilinçli bir tercih olduğu kanısını taşıyorum. O bakımdan yanıtını aramamız gereken bir soru daha var. O da şu: sivil toplum görünümlü derin devlet yapıları başka ülkelerin siyasetini yönlendirmek için yaygınlaştırılan ve insancıl hukuka göre geçerli de olan “demokrasi lehine” içişlerine müdahale yöntemi mi?
Servant’nın dile getirdiği ikinci konu Türkiye’nin geçen yaza (İncirlik’in açılmasına) kadar IŞİD’e yardım ettiği tezi ve bu tez üzerinden Dorothée Schimid’in olumlu yönde müdahale etmesine karşın, PKK ile mücadelenin aslında kültürel haklarını arayan Kürtlerle Türkler arasında bir çatışma olduğu iddiası. Bu bağlamda cevaplanması gereken soru da şu: “PKK gerçekten de “yoldan çıkmış” Türkiye’yi hizaya getirmek için aynı çevrelerce kullanılan bir örgüt mü?
Bu soruları bir çırpıda yanıtlayabilmek mümkün değil belki ama 1 Kasımda yeniden tek başına iktidar olan AK Parti’nin bu tablo karşısında yapması gereken şeyler var kuşkusuz. Bunları da bir sonraki yazımda ele almaya çalışacağım.
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURHavf ve reca arasında yeni bir yıla... 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEBölücüler ve Ülkücüler 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ocaktan2026’da deliler çağına karşı bir umut ışığı yanar mı? 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİVicdansız senenin kelimesi dijital vicdanmış 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciOkudukça yoksullaşan bir ülkeyiz 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA2026’ya Girerken; Barış, Demokratik Toplum ve Enternasyonal Özgürlük Yürüyüşü... 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünGemini’ye göre 2026’da Türkiye… 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolKara bir yıl 2025 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKErken Cumhuriyet dönemi eleştirileri: Revizyonizm mi, Türk usülü “woke” mu? 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENNasıl anılmak isterdiniz? 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZTürkiye’ye özgü sürecin muhasebesi 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞBarış Akademisyenleri'nin göreve iadesine istinaf engeli: Daire, Danıştay kararına direndi 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNAfrika Boynuzu’ndaki oyun: İsrail kime şah çekti? 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORU2026: Beklentiler, beklentiler… 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUÇözüm için mücadele demokrasi için mücadeledir 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİktidar medyası infilak etti 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞYENİ YILDA DA KURU EKMEK BİZİ BEKLİYOR… 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRUyuşturucu dosyasındaki sürpriz isim! "Cumhurbaşkanımızın tensipleri ile…" 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçLeyla Zana ve Gözde Şeker ne yaptı? 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞUlus devlet, milli egemenlik, çevre, insan hakları, uyuşturucu ve Venezuela 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBir fotoğraf karesinden çok daha ötesi... 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRTürkiye'de davaların portresine kısa bir bakış: Hâlâ en güçlü ortak talep neden adalet? 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇER23 yılın en kötüsü 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENRaporların Gösterdiği 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRAN11. YARGI PAKETİ, YENİ ADALETSİZLİK VE EŞİTSİZLİKLER YARATTI 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa PAÇALRTÜK ve basın özgürlüğüne geçit yok… 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CAN2025 giderken 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUÜlke siyasetin neresinde, hangi evresinde? 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraYılın Kelimesi 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İlhanKararsızlığın Erdemi: Kesinliğin Gölgesinde Düşünmek 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTİslamcılık Öldü mü? 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuSuriye, güvenlik ve 15 milyon bağımlı… 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalSovyetler ve Bookchin 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yetvart DANZİKYANLeyla Zana vakası bir gösterge. Ama neyin? 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTAN100 Bin Dolar Kazanan “Yeni Yoksul” Mu? 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa Karaalioğlu‘Entegre strateji’ varsa, niye tek yönünü görüyoruz? 25.12.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanKomisyonda uzlaşma çıkmazsa süreç yine de ilerler mi? 24.12.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilGüvenlikten kimliğe, inkârdan yurttaşlığa 24.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİSekülerleşme sorunu veya Müslümanlar nasıl modernleşecek? 23.12.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEYüzdük yüzdük 22.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayPax Americana sonrası Almanya: Yeşil dönüşümden askeri Keynesçiliğe 21.12.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasAK Parti hariç herkes CHP 19.12.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarThank you Ahmed 19.12.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNKüfürbazlar ve ötesi 19.12.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselPara politikasında sınav zamanı 18.12.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakNüfusumuz dibe vururken! 18.12.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKEN"O Yıl", hangi yıl? 15.12.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRBu durumda AİHM yetkilileri de Trump’tan yardım istesin… 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldız ÖNENGüney Amerika’da büyüyen gölge 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞEntelektüel üretimin kaybı-Rejimin vesayeti-Siyasetin iflası 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin Sönmezİktidar politikası ters mi tepiyor, tersine mi işletiliyor? 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAKANBahis oynayan bakan kim?.. CASUS KİM?.. 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezOrta sınıf nereye gitti? 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇHakim sınıfın iki zümresi 11.12.2025 Tüm Yazıları
-
SİBEL HÜRTAŞCHP programı halka ne vadediyor? Nasıl bir parlamenter sistem? 9.12.2025 Tüm Yazıları
-
Selva DemiralpHissedilemeyen büyümenin anatomisi 9.12.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKİmralı için CHP’yi sıkıştırmaya gerek var mı? 5.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYTürkiye İçin Irak Peşmergeleri Sorun Olmuyor da Rojava neden Sorun! 4.12.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRPOLEMİK SENDROMDA 4.12.2025 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYOrta Doğu, Trump Amerika’sına Uyum Sağlıyor 3.12.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYŞu meşhur “İznik Konsili” 1.12.2025 Tüm Yazıları
-
Zekeriya KurşunDağıstan Cumhuriyeti ve Ayna Gamzatova 1.12.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKEve siyaset için dönüş öncesi bir mıntıka temizliği gerek 1.12.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMABD’de bir şeyler oluyor: Nick Fuentes 30.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaAK Parti çekingen 26.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerÇÖZÜM, BARIŞ VE KARDEŞLİK GETİRECEK Mİ? 23.11.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİCHP modernizmi ve faşizmi... 23.11.2025 Tüm Yazıları
-
Necati KURÇOCUK HAKLARI EVRENSEL BİLDİRGESİ 19.11.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNEmeğin Sosyolojisi ve Kapitalizmin Geleceği: Marx vs. Marx 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDEN"Arananlar" zulmü ne zaman son bulacak? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAİmamoğlu'na istenen 23 asırlık tarihi ceza: Roma İmparatorluğu kurulduğunda hapse girseydi hala ceza 14.11.2025 Tüm Yazıları








































































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
21.12.2025
13.12.2025
6.12.2025
1.12.2025
13.11.2025
6.11.2025
30.10.2025
19.10.2025
14.10.2025
8.10.2025