Ümit Fırat

Kürdistan Referandumu 1 yaşında
908

 Bir konu hakkında yorum veya bir değerlendirme yapıldığında, insanlar büyük çoğunlukla duymak istedikleri şeylerin konuşulmasını tercih ederler. Hatta bazı dönemlerde duymak istemedikleri şeyler konuşulduğunda çok sert tepkiler de gösterebilirler. İşte şu an içerisinde yaşamakta olduğumuz dönem, tam da duymak istenmeyen şeyler kulağa geldiğinde, düşmanca tepkiler ve kavgalar yaşanabilmekte. Bugün Türkiye’yi yönetenlerin büyük bir çoğunluğu ve resmi çevreler, Kürtler ve Kürdistan hakkında bir şey konuşulmasını istemiyorlar veya konuşulanları da dinlemek istemiyorlar. 

İbn-i Haldun 700 sene evvel “Coğrafya kaderdir” demiş. Bilindiği gibi, kader dediğimizde, insan ve toplum hayatındaki olayların akışına dair her şeyin bir ilahi güç tarafından belirlenmiş bir alın yazısı anlaşılır. Evrendeki her olay ve gelişme, ilahi bir güç tarafından önceden belirlenen bir çizgide gelişip sonuçlanır ve insanlar bu çizgiden farklı bir kader belirleyemezler. Amentü duasındaki “Ve bil kaderi hayrihi ve şerrihi minallahi teâlâ...”  (kaderin, hayır ve şerlerin, hepsinin Allahü teâlâdan olduğuna) iman edilen ifadesindeki gibi.

Kader veya alın yazısına, sadece dini inanç gereği iman edilmez. Mesela, Karl Marx’a ait olduğu söylenen ve yıllardır sık sık duyduğum, "Tarihte ne olmuşsa, öyle olması gerektiği, başka türlü olamayacağı için öyle olmuştur"  diye bir söz vardır. Sayıları ve etkinlikleri sınırlı da olsa, varlıklarını koruyan ve kendilerini komünist veya Marksist-Leninist olarak tanımlayan birtakım insanlar, bu sözü tartışılmaz bir gerçeklik olarak kabul ederler. Kendilerini kadercilik karşıtı olarak görseler de içinden çıkılabilmesi için epey kafa yorulması gereken olayları yorumlarken, hemen bu kaynağa başvurarak işi çözmüş olduklarını düşünürler. Bir yandan self determinasyon hakkını dillerinden düşürmezken, diğer yandan emperyalist ABD ve İsrail destekli ilan ettikleri Kürdistan bağımsızlık referandumu karşısında yer alabilirler.

İbn-i Haldun’un ünlü “Coğrafya Kaderdir” sözünde, insanın iradesi dışında tespit edilmiş, değiştirilemez bir alın yazısına gönderme yapılmaktadır. Kulağa da hoş gelen bu sözü, ifade edildiği dönem ve şartlardan kopararak, sadece kaderci bir yorumla yola çıkarak bugünkü insan ve coğrafya ilişkisini ele alırsak çok tuhaf sonuçlara da ulaşabiliriz. Bu durumda, anayurtlarından göç ederek kendilerine yeni yurtlar edinen halkların kaderlerini hangi coğrafyaya bağlamak gerekir?

Örnek verecek olursak, İnsan hayatı için pek de fazla bir cazibesi olmayan İzlanda, coğrafi olarak İzlanda halkı için kötü bir kader olarak ele alınmayabileceği gibi, mutluluk verici bile sayılabilir. Eşsiz zenginliklere ve güzelliklere sahip Amerika kıtasının coğrafi kaderi, asırlarca o topraklarda yaşamış Amerikan yerlilerinin neredeyse tamamına yakınının yok edilmiş olmaları ile ilişkilendirilebilir mi?

Keza doğal güzelliklere ve binlerce yıldır süren yaşam için elverişli şartlara sahip olan Kürdistan’ın coğrafi konumu, asırlardır üzerinde yaşayan Kürtler için tarihte ve günümüzde, hiç de iyi bir kader olarak ele alınıp değerlendirilmeyebilir.

Öte yandan Kürtler coğrafyalarından kaynaklı bu kötü kaderlerinin erkenden farkına varıp, Ortadoğu’nun ortasında yaşamak yerine, Orta Asya’dan Anadolu’ya göç eden halkları taklit etseler ve yurtlarında kuraklık olduğunu iddia ederek topluca Balkanlar’da bir yerlere göç edip, kendilerine yeni bir yurt edinmiş olsalardı, hangi coğrafyaya bağlı bir kaderi yaşayabileceklerdi?

Elbette yıllardır kendi iradelerimizin bir mana ifade edip etmediğini, geleceğimize dair yapacak bir şeyimiz olup olmadığını sorgulamakta ve kafa yormaktayız. Ancak her şeyin kader olduğunu kabul etmeyip, kutsallara aykırı olup olmadığını pek de dikkate almadan, kendi kaderimizi/geleceğimizi belirlemek için isabetli veya isabetsiz çabalar içerisinde oluyoruz.

Kürtler, üzerinde yaşamakta olduğu coğrafyanın otokton bir halkıdır. Ama sanki haksız yollardan elde ettikleri bir servete sahip olmuşlar ve bu servetlerini devlet kurmak gibi maceracı ve tehlikeli bir amaç için kullanmak istiyorlarmış gibi değerlendiren bölge devletleri de aralarında birtakım ittifaklar oluşturarak, Kürtleri bu kötü yoldan vazgeçirmeye çalışmaktalar.  Yaşadıkları anayurtlarında herkesle eşit haklara sahip bir toplum olarak değil de sadece bir renk olarak ifade edilmekteler. Keza “benim Kürt kardeşlerim” denilerek, yine eşit haklara sahip bir toplum olarak değil de bir siyaset malzemesi olarak görülmekteler. 100 yıl önce askeri bakımdan güçlü olanların yarattığı bu siyasi çarpıklık Kürtlerin coğrafyalarına bağlı bir kader olarak açıklanabilir mi?

Toplumların anayurt olarak üzerinde yaşadıkları ülkelerinin coğrafi özellikleri, iklim şartları veya doğal kaynakları dikkate alınarak sosyal statüleri konusunda çok şey söylenebilir. Ama bir toplumun binlerce yıldır üzerinde doğup yaşadığı toprakları, kendi iradeleri dışında paylaşılmış ve hala da paylaşılmak isteniyorsa, burada çok daha farklı bir mesele var demektir.

Bir yıl önce, 25 Eylül 2017 tarihinde Kürdistan yönetimi kendi yurttaşlarının siyasi geleceğini belirlemek üzere meşru bir referandum düzenledi. Gerçekleşen referandumda, toplam 4 milyon 551 bin 255 seçmenden % 72.16 katılım oranı ile 3 milyon 305 bin 925 kişi oy kullandı. % 92.73 oranında insan bağımsızlığa 'Evet', yüzde 7.27 oranında insan da bağımsızlığa 'Hayır' dedi. Başta Türkiye hükümeti olmak üzere İran ve Irak hükümetleri yapılan referandum sonuçlarının gerçekleşmesini önlemek üzere, Kürtlerin kendi gelecekleri hakkında karar verme iradesini kırmak; Kürtleri yalnızlaştırmak ve dayatılan kaderlerine razı etmek üzere harekete geçtiler.

Ama tarihsel olarak Kürtler açısından referandumdan çıkacak sonuçtan çok daha önemli ve altı çizilmesi gereken şey, böylesi bir referandumu gerçekleştirme iradesine sahip oldukları konusunda ortaya koydukları iradeydi. Bu bakımdan Kürtler açısından esas önemi olan kendi kaderlerine dair ne düşündüklerinin tarihe geçmesiydi ve bu da başarıldı.

Kürtler, bölgesel ve milletlerarası desteklerden yoksun oldukları için, referandumda ortaya çıkan talebin gerçekleştirilmesini ertelediler ama bölgede kendilerinden önce kurulmuş olan yapay Arap devletlerinin aksine, meşruiyeti asla tartışılmayacak demokratik bir referandumla bağımsız bir devlet olma noktasına gelmiş olduklarını da bütün dünyaya ilan etmiş oldular.

 

*kurdistan24.net/tr’de yayımlanan yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Yazılar K24 Medya’nın kurumsal bakışıyla örtüşmeyebilir. Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir..

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar