Umut ÖZKIRIMLI

Umut ÖZKIRIMLI
Umut ÖZKIRIMLI
Tüm Yazıları
Köprüden önce son çıkış!
15.01.2014
2373

 17 Aralık yolsuzluk soruşturmalarıyla başlayan, daha doğru bir ifadeyle iyice açığa çıkan AKP -Cemaat savaşı üzerine yazılmadık kalmadı. Konu üzerine her gün onlarca yazı yayımlanıyor, analizler yapılıyor, ama bu analizlerin ömrü bazen 24 saat bile olmuyor. Sabah bir soruşturma başlatan savcılar öğleden sonra görevden alınıyor, bu arada yüzlerce bürokratın, polisin görev yerleri değiştiriliyor, aynı günün akşamında iktidar partisi yargıyı yürütmeye bağlayan, yani kimilerinin fiilen zaten olmadığını iddia ettiği kuvvetler ayrılığı ilkesini “resmen” ortadan kaldıran bir yasa değişikliği öneriyor. Kamuoyu bu sürreel tenis maçını izlerken, Roboski’de 34 sivilin hayatını kaybettiği son yılların en büyük katliamının failleri askeri mahkemece aklanıveriyor.

Gelinen noktada artık derinlikli analizler yapmanın anlamı yok. Zaman daralıyor; Türkiye kontrolsüz bir biçimde hızla uçuruma doğru ilerliyor. O nedenle bir an önce “Peki şimdi ne olacak?” sorusunu lafı eğip bükmeden cevaplamamız, buna göre tarafımızı seçmemiz gerekiyor.

Dört senaryo

Bu savaşın olası dört sonucu var gibi gözüküyor: 1. AKP kazanacak, 2. Cemaat kazanacak, 3. AKP ile Cemaat bir anlaşmaya varacak, 4. Savaş uzayacak, sonunda asker devreye girecek.

Birinci senaryo gerçekleşir, bu yazının yazıldığı sırada hamle üstünlüğünü ele geçirmiş görünen AKP, savaşı kazanırsa gücünü iyice konsolide edecek; yasama, yürütme ve yargı erklerini tamamen kontrolüne almış bir şekilde seçimlere girecek ve bu seçimlerden oy kaybına uğrasa bile galip çıkacak. Otoriterleşme eğilimi hız kazanacak. Muhalefet partilerinde aradığını bulamayan toplumun hoşnutsuz kesimleri çareyi sokağa inmekte bulacak. Hükümet barış sürecini ağırdan almaya devam ederse bir noktada Kürt hareketi de hoşnutsuzlara katılacak. AKP kontrolü elinde tutmak için daha da sertleşecek, ülke şiddet sarmalına saplanacak, ekonomi çökecek ve Türkiye dünyadan tamamen soyutlanacak.

İkinci senaryo gerçekleşir, ulusalcıların, AKP’den kurtulmak isteyen başka aktörlerin, belki askerin bir bölümünün desteğiyle Cemaat kazanırsa, Erdoğansız bir AKP ile yola devam etmenin yolları aranacak. Bu durumda barış süreci çökecek, yargı ve kolluk kuvvetleri cemaatin kontrolü altında kalacak, AKP ve toplum içindeki muhaliflere yönelik bir cadı avı başlayacak. PKK uluslararası konjonktürün lehine olması avantajını da kullanarak daha güçlü olarak sahaya geri dönecek. Ülke yine kaos ortamına sürüklenecek, ekonomi yine zorlanacak, dış politikada yaşanması muhtemel kısa süreli bahar, Kürt meselesi nedeniyle yerini yeniden kışa bırakacak. Türkiye 1990’lara geri dönecek.

Üçüncü senaryo gerçekleşir, AKP ve Cemaat anlaşmaya karar verirse, durum birinci ve ikinci senaryodan çok farklı olmayacak. İktidar bölüşülecek, AKP zaten isteksizce götürdüğü barış sürecini bir sonraki aşamaya geçirme zorunluluğundan kurtulacak, bunun sorumluluğunu da Cemaat’e yükleyecek. Cemaat, iktidarı güvenlikçi politikalara dönmeye zorlayacak. Bunun karşılığında AKP’nin iktidarını konsolide etmesine destek verecek. Kaybeden Kürtler ve demokrasi olacak. Belki ekonomik istikrar sürdürülecek ama Türkiye’nin uluslararası alandaki konumu AKP ile Cemaat arasındaki pazarlıklara, yani pamuk ipliğine bağlı olacak.

Dördüncü senaryo, kabul edelim, gerçekleşmesi en zor senaryo. Ama askerin siyasete müdahale ihtimalinin ortadan tamamen kalktığını söylemek de imkansız. Üstelik bu müdahaleyi AKP, Cemaat ya da toplumun hoşnutsuz diğer kesimlerinin rakiplerini ortadan kaldırmak adına destekleme olasılığı da yok değil. Askeri darbenin sonuçlarını tartışmaya ise fazla gerek yok sanırım.

Demokrasi mücadelesi

Özetle bu senaryoların hiçbiri bizi demokrat, çoğulcu, eşitlikçi, özgürlüklere saygılı bir Türkiye’ye götürmüyor. Peki kendini sağcı-solcu, dindar-laik, Türk-Kürt, Sünni-Alevi, vs. gibi sıfatlarla tanımlayan demokrat biri ne yapmalı? Kamuoyunda süren tartışmalara baktığımızda kabaca iki eğilimin öne çıktığını görüyoruz. Bir, seçim ittifakları, en çok oy alma potansiyeli olan adaya yönelme gibi stratejilerle AKP’ye seçim yenilgisi tattırma. İki, düşmanımın düşmanı dostumdur yaklaşımıyla çatışmanın taraflarından birini desteklemek, demokrasi mücadelesini tek cephede sürdürmek. Birinci seçenek Cemaat’i denklem dışı bırakmadığı gibi, büyük ölçüde onun desteğini gerektiriyor. İkinci seçenek ise Türkiye’yi içinde sürüklendiği kısır döngüden çıkarma potansiyeli taşımıyor. Askeri vesayete karşı da bu tür ittifaklarla mücadele edildiğini unutmayalım. Bugün geldiğimiz nokta ortada.

Yani ilkeli siyaset arayışı yalnızca bir “ilke” meselesi değil. Bugün stratejik olarak anlamlı görünen seçenekler uzun vadede bize bir şey kazandırmıyor. AKP Cemaat’ten, Cemaat AKP’den daha demokratik değil (birinin seçimle iş başına gelmiş olması da fark etmiyor, çünkü seçilmiş olmak, çoğunluğu temsil etmek o aktöre istediğini yapma hakkını vermiyor). AKP içinden çıkacak bir alternatifin ya da bugün tamamen ulusalcılara ve popülizme teslim olmuş görüntüsü veren CHP ’nin de daha demokrat olacağını söylemek zor. Askere -yine- hiç girmeyelim.

Ütopya değil

Bu koşullar altında en iyi seçenek sıfırdan başlamak, orta-uzun vadeli bir demokrasi mücadelesine girişmek gibi gözüküyor. Hemen belirtelim bu, kulağa ilk anda geldiği kadar ütopik değil. Bu toplum sistemi temsil eden tüm partileri tasfiye ederek, daha yeni kurulmuş bir partiyi iktidara getireli sadece 11 sene oldu. Kısa vadede yapılması gereken bugünkü savaşın aktörlerine karşı net, tavizsiz bir tutum benimsemek (altını çizelim, “tarafsız kalmak” demiyorum, iki tarafın da, bu kirli savaşın da karşısında olmak diyorum), her ne pahasına olursa olsun sandıktan çıkmayı değil, başka demokratik mücadele yolları (Gezi sonrası park forumları, şiddete başvurmayan sivil itaatsizlik eylemleri, vs.) geliştirmeyi de hedefleyen bir strateji benimsemek.

Uzun vadede yapılması gerekense toplumdaki tüm demokratik unsurların taleplerini dikkate alan ilkeleri, deyim yerindeyse minimum ortak paydayı belirlemek ve yeni bir toplumsal sözleşmenin temellerini atmak. Daha da önemlisi bu ilkeleri bir siyasi program haline getirmek ve AKP’nin, ondan önce de Refah Partisi’nin yaptığı gibi sabırla, kapı kapı dolaşarak bu programı anlatmak ve seçmeni ikna etmek.

“İyi hoş da, bu işler böyle olmaz, biraz gerçekçi ol” mu diyorsunuz? Peki “daha gerçekçi” yolları denedik de ne oldu? İttifaklar yaptık, içimize tam sinmeyen adaylara oy attık, elimize ne geçti (bu soruyu siz demokratlara soruyorum, yandaşlara değil)?

Köprüden önceki son çıkıştayız, bundan sonra dönüş yok. Soruyorum size, kaybedecek neyimiz var, her gün bizden biraz daha uzaklaşan özgürlüğümüzden başka?

Radikal 2

http://www.radikal.com.tr/radikal2/kopruden_once_son_cikis-1170643

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar