Fehmi KORU
Türkiye’ye dışarıdan bakanların epey bir zamandır ülkemizdeki siyasi sisteme yapıştırdıkları sıfat sonunda bizde de geniş kabule kavuştu. Yönetime ‘otoriter’ sıfatı yakıştırılıyor ve meydana gelen her yeni gelişme o tespit ışığında değerlendiriliyor.
Son birkaç yıl içerisinde elimden geçen çok sayıda yabancı yayında -kitap ve makalede- gördüğüm şu: Dünyada neredeyse moda haline gelen ‘otoriter’ yönetimlere örnek verilmesi gerektiğinde mutlaka Türkiye’nin adı da geçiriliyor.
O kitaplarla makalelerin yazılmasına sebep olan Donald Trump’ın dört yılında ABD de aynı yolda bir ülke olarak görülüyordu.
Trump gitti, fakat Avrupa da dahil farklı coğrafyalardaki ‘otoriter’ yönetimler varlıklarını sürdürüyorlar.
‘Otoriter yönetim’ denildiğinde akla yalnızca ‘tek adam rejimi’ gibi genel-geçer yakıştırmalar gelmemeli. Rejimin otoriter olması için başta bütün ipleri elinde tutan bir tek kişinin bulunması gerekmiyor; daha önemli olan o kişinin veya kişilerin yönettiği halkın ne hissettiği…
Demokrasilerde varlığına alışılmış özgürlükler alanının ülkelerde daralması yönetimin ‘otoriter’ özelliği ile ilgili sayılıyor…
Güçlü lidere sahip olduğu halde halkın kendisini haklardan mahrum hissetmediği ülkeler de olabilir ve onlardan ‘otoriter’ olarak söz etmek doğru değildir.
Ayrıca her güçlü liderin bütün yetkileri elinde toplama arzusuna sahip olduğu ve iktidardaki ömrü uzadıkça o arzusunu hayata geçirmeye kalkışacağı da bir kural sayılmamalı.
Hiç ilgisi yok.
Ülkemizde siyasetin yeni bir zemine oturmasını getiren ‘Cumhurbaşkanı Hükümet Sistemi’ne geçilmesi Türkiye’ye dışarıdan bakan ve gördüklerini ‘otoriterlik’ ile değerlendiren yorumculara haklı çıktıklarını düşündürdü.
Referandumla değiştirilen anayasa maddeleri cumhurbaşkanına olağanüstü yetkiler vermekte. ‘Kuvvetler ayrılığı’ ilkesini ortadan kaldıran, Meclis’in işlevini azaltan, hem bakanlar kurulunu hem de bakanların başında bulundukları bürokrasiyi sadece cumhurbaşkanına hesap verir hale getiren yeni sistem ‘otoriter’ bir yapının varlığına işaret ediyor dışarıdan bakanların gözlemine göre.
Konuyu ele alışımın sebebi bir süredir zihnimde taşıdığım bir kuşku.
Artık iktidar cephesinde en yetkili ve etkili makamlarda bulunanlar ile görev tanımlarında “İktidarın her yaptığını desteklemek” yazan yorumcuların da kabul ettikleri, ekonomide herkesi etkileyecek boyutlara ulaşan sıkıntıların ‘otoriterlik’ gölgesi altında bulunulmayan bir ortamda yaşanmayabileceği kuşkusu bu.
Türkiye bugünküne benzer ekonomik sıkıntıları benim gözlemcisi olduğum başka dönemlerde de yaşamıştı. 1980 öncesinde, 70 sente muhtaç olduğumuz, bizzat dönemin başbakanı tarafından itiraf edilmişti. 5 Nisan 1994’te herkesi yarı yarıya fakirleştiren yüzde 40 devalüasyon kararı alınmasına kadar geçen süreçte faizlerin gecelik yüzde binlere ulaştığı oluyordu. 2001’de üç partili koalisyon ülkemizi IMF kapısında el açmaya ve yurtdışından kurtarıcı ithaline mecbur bırakmıştı. “Teğet geçti” denilse bile dünyayı etkisi altına alan 2008 global krizi bizde de dengeleri sarsmıştı.
Ancak hepsinin ardından krizin üstesinden gelinmesini sağlayan iyileştirmeler yaşanabilmişti.
Sonuncusu, yani AK Parti’nin iktidarda bulunduğu 2008 yılında ABD’de başlayarak dünyanın başka ülkelerine de sıçrayan global ekonomik kriz aslında Türkiye’yi de vurdu. O zamana kadar istikrarlı büyüyen Türk ekonomisi (büyüme 2007’de yüzde 5 idi) 2008 yılında sıfır büyümeyle yeniden tanışmış, bir sonraki yıl ise büyüme eksi 4.7 olarak gerçekleşmişti.
AK Parti’nin ilk yıllarında uygulanan ekonomik program sayesinde tek haneye düşen enflasyon 2008’de çift haneye (10.1) çıktı ama ertesi yıl yeniden tek haneye (6.8) geri döndü.
Dolar da krizin ortasında bile 1.50 TL olarak sabit kalabildi.
O günleri herkes tedirginlikle geçirdi. Ancak, alınan tedbirlerle, dönemin başbakanına “Kriz başka ülkeleri sarsarken bizi teğet geçti” övüncünü kamuoyuyla paylaşmayı sağlayacak şekilde düze çıkılabildi.
Muhtemelen o kriz döneminin üstesinden gelinmesinde kişilerin de rolü büyüktür, ancak onların o başarıyı göstermesini sağlayan iyi çalışan bir mekanizmanın devrede bulunuşunun daha önemli olduğunu düşünmemiz için pek çok sebep var.
İktidar-muhalefet ilişkileri bile bugünkünden farklıydı 2008-2009 döneminde.
Hükümette ve bürokraside görev alanlar halkın kendilerinden başarı beklediğini biliyor ve bunun için çaba gösteriyorlardı.
Ülkede mevcut her eğilimin görüşlerini serbestçe ifade edebildikleri medya da yol ve yön gösterici yayınlarıyla yanlış yapılmasına müsaade etmiyordu.
Meclis’te o iki yılın bütçe görüşmelerinde partileri adına konuşanların katkıları şimdi yeniden gözden geçirilse, tartışmalardaki seviyenin bugünkünden çok yüksekte olduğu görülecektir.
2008 krizi ve ardından yaşananlar ile bugün meydana gelen gelişmeler arasında ne fark olduğu yukarıdaki kısa özetten anlaşılabilir.
O gün sorunun farkındaydık, ancak üstesinden gelinebileceğine güvenimiz vardı.
Bugün eksik olan o güven.
Güvenin yokluğu ise 2018’de geçilen yeni sistemle ilgili.
Yeni sistemin ön tanıtımı sırasında propagandası yapıldığı üzere şimdi kararlar çok daha kolay alınıyor. Kararı alanın kimseye hesap vermesi gerekmediği gibi, sürecin içerisinde yer alan herkes ona hesap vermek zorunda. Konuya eleştirel yaklaşabilecek ve öngörüleri dinlense yapılan yanlışlıklara düşülmekten kurtulunabilecek uzmanların görüşlerini aktarabilme imkanı ise sıfır; merkez denilen medya onlara geçit vermiyor.
Sistem bunalım üretiyor.
‘Otoriter yönetim’ tespiti işte bu gerçek ışığında önemini yitiriyor.
Kendilerinden ‘otoriter’ olarak söz edilmeyi hak eden ülkelerde ekonomik sıkıntı yaşanmıyor.
Tam tersine, ABD’de Trump, iş başında bulunduğu dört yıl içerisinde, ekonomiyi canlandırmayı başarmıştı ve ‘Korona’ derdi çıkmasaydı bugünlerde ikinci dönemine devam ediyor bile olabilirdi; bütün nefret uyandıracak yaklaşımlarına rağmen seçimi çok az farkla kaybetti Trump.
AK Partililer şapkalarını önlerine koyup “Tam unutulmaya yüz tutmuşken şu sistem değişikliği işini başımıza kim sardı, neden?” diye düşünmeli.
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURSessizlik neden en büyük tehdittir? 25.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSaldırılarla İran’a ‘‘Ölümlerden ölüm beğen’’ denildi 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciHer şey yolunda ise bu fahiş faiz nedir? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDış Cephe ateş altında iken İç Cephe ne durumda? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanFatih Altaylı’yı hapse atacağız diye hukuku dibine kadar zorladılar 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazFıkra gibi ülke ama gel de gül! 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanWashington’un İran takıntısının şifreleri 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇSavaşın meşruiyeti ve ahlaki üstünlük meselesi 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞUCUBE SİSTEM CEHENNEMİ… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNİran'ın zor seçimi: Topyekûn savaş ya da taksitle ölüm 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞDoğru, ülke güvenliği demokrasisiz de sağlanabilir fakat bunu durmaksızın tekrarlamakta bir sorun va 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRİDAMCI İRAN, SOYKIRIMCI İSRAİL DEVLETİ Mİ? 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluYeryüzü artık bir Vahşi Batı… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA"Masada Milyonlar Var;"Barış, Özgürlük ve Demokratik Toplum İçin Örgütlenmeliyiz 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYRusya, Suriye’den sonra İran’ı da kaybedebilir 22.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUKürt meselesinde CHP’nin yakın dönem öyküsü 21.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTürkiye için bir fırsat: CHP’de yeni kuşak siyaseti 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Neo-Mussoli’nin “Havuz Medyası” 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunDevlet “devletimiz” olur mu? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖcalan İsrail için ne dedi? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERZeytin ağaçları ve şirketokrasi 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBahçeli'ye muhalefet ikna oldu da ortağı olmadı mı? 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUYeni milliyetçilik ve Öcalan 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçaySıcak yaz 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRNihai hedef Türkiye mi? 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünOyun içinde oyun… 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye ne yapmalı? 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİModern katil 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEDaha kötüsü her zaman mümkün 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRMHP’nin yeni anayasa hamlesi, köklü bir rejim düzenlemesini mi işaret ediyor? CHP ne yapmalı? 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNÖzgür Özel’in İmtihanı 15.06.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
20.06.2025
19.06.2025
16.06.2025
10.06.2025
8.06.2025
5.06.2025
29.05.2025
26.05.2025
22.05.2025
18.05.2025