Ümit KIVANÇ
Sebastian Haffner, Hitler’in siyasî tasavvur ve pratiğini anlatırken, Naziler ve Führer’leri üzerine kaleme alınmış incelemelerde genellikle anılmayan bir etkene büyük önem veriyor: Hitler’in bütün siyasî planlarını kendi ömrüyle kaim kılması. Yani hedef olarak -kendisinin ve güya ülkesinin- önüne koyduğu ne varsa bunlara kendisi dünyaya veda etmeden ulaşılmasına dair saplantı. Tabiî aksinin zaten mümkün olmadığına dair saplantı da buna eşlik ediyordu. Böyle muazzam bir ihtirasın bu liderin elinde yoğurulmaya hazır duruma gelmiş “siyaset” kavramını nasıl şekillendireceğini düşünmek bile ürkütücü. Haffner, korkunç ihtirasın yolaçtığı sonuçları bu psikolojik etkenle ilişkilendirerek ortaya koyuyor.
Yerleşik ataletin fırsat açıcılığı
Kudret sahibi tek-adamların kendilerini yalnız bir devlet-yönetim organizasyonunun değil, hükmettikleri hayatların da merkezine yerleştirmeleri ve yaşanan her şeyi kendileriyle ilişkisi, güvenlikleri, esenlikleri bakımından veya onlara tehdit oluşturup oluşturmamaları açısından değerlendirmeleri şüphesiz Hitler’e özgü bir hal değil. Hitler’in konumunu özgün kılan, devâsâ, hattâ fantastik birtakım hedefler koyup bunlara kendi ömrü tükenmeden ulaşmayı saplantı haline getirmesi. Ancak, hangi kudret sahibi tek-adamın hangi hedefleri kendi ömrüyle kaim kıldığını bilmek kolay değil. Haffner’in bu tesbitini bize sunduğu pek çok ikaz lambasından biri sayıp acil durumda ulaşılabileceği rafa kaldırmamızda sakınca yok. Zaman zaman indirip etrafa bunun ışığında bakmayı ihmal etmeden.
Eline siyasî boyutları bakımından sınırsız, askerî bakımdan muazzam kudret geçirmiş, kendisini dizginleyebilecek herhangi bir kurumun ve yasanın -hattâ anayasanın- baskısından kurtulmuş bir totaliter tek-adam olarak Hitler’in benmerkezciliği, günümüzün tek-adamlarına ne kadar yayılabilir, bilinmez. Lâkin hayatlarının bir dönemine kadar ummadıkları, beklemedikleri konumlara yükselen ezcümle kudret sahiplerinde benzer bir benmerkezciliğin teşhis edileceğine ihtimal verebiliriz. “İktidarsız olduğuna inanmak için yeterince sebebi olan bir adamın aniden, cinsel kudret bâbında mucizeler gerçekleştirebildiğinin farkına varmasının ona nasıl etki edeceğini tasavvur” etmemizi öneriyor Haffner. Hitler’in daha önce asker arkadaşlarıyla oturup bira içerken daha çok suskun kaldığını, sohbet konusu siyaset ve Yahudilere geldiğinde birden değiştiğini, “galeyana geldiğini”, “kendini çılgınca konuşma dürtüsüne kaptırdığını”, ancak bu şekilde insanlarda sadece “yadırgama duygusuna” yolaçtığını anlatıyor: “…bu yüzden de ‘antika adam’ olarak nam salmıştı. Şimdi bu ‘antika adam’ bir anda kendisini kitlelerin hâkimi, insanları harekete geçiren biri, ‘Münih’in kralı’ olarak buluyordu. Değeri anlaşılamamış Hitler’in sessiz ve buruk kibri, yerini başarılı politikacının mest olmuş özgüvenine bırakmıştı.”
Haffner, iki etkenin Hitler’e “bir tür eşi benzeri olmama hissiyatı bahşettiği”ne dikkat çekiyor. Bunlardan ilki, kendisinin “başka kimsenin yapamadığı birşeyleri yapmaya muktedir” olduğunu bilmesiydi. İkincisi, “aktörlerinden biri olacağı sağ politika sahnesindeki -bu başlangıç döneminde kendisinden çok daha şöhretli- politikacılardan hiçbirinin ne istediğini tam olarak bilmediğini fark [etmesi]”ydi. Yerleşik konumlar elde etmiş, başlıca hedefi ve işlevi bu konumları sürdürmek haline gelmiş politikacılar, genellikle istemeden, radikal hedefleri olan, girişken ve kararlı rakiplerin yükselişine basamaklık etme görevi yaparlar. Kendilerinin tasfiyesi, en azından astlaştırılması, tâbi kılınması pahasına. Elbette bu -neredeyse evrensel- olguyu yalnız müstakbel tek-adamımızın koşacağı -sağ ya da sol- kulvarla sınırlamamak gerekir. Bazen sağıyla soluyla bütün yerleşik siyaset tamamen anlamsız hale gelmiş olabilir. 2002 Türkiye’sindeki gibi.
Yerleşik yavanlığın cesaret vericiliği
Bu olgunun uzantısı saymak gereken bir başka -yine yaygın- hal, Hitler gibi, pek çok sert-gözüpek radikal liderin, önlerindeki hareket alanının sandıklarından çok daha engelsiz, geniş, ferah olduğunu düşünmelerine yolaçmıştır. Günümüzden pek çok benzerini bulabiliriz. Haksız çıkmamışlardır.
Haffner, hayatının bir döneminde Führer’liğe karar vermeden önce Hitler’in bazı yerleşik siyasetçilere ve devlet adamlarına saygı beslediğine, ancak bu saygının “bahsi geçen insanları yakından tanıdıkça kaybolduğuna” işaret ediyor: “Hiçbirinin sahip olmadığı, kitleleri kesin olarak hâkimiyeti altına alma yeteneğinin bilincine vardı Hitler; bu farkındalığın hemen yanıbaşına bütün olası rakiplerine karşı bir siyasî ve entelektüel üstünlük duygusu da adım adım gelip yerleşti.” Biz şüphesiz bu “entelektüel” sıfatının yerine bütün anlamlarıyla “manevî”yi geçirebilir, üstünlük duygusunu çeşitlendirebiliriz; psikolojik tahlili Hitler’le sınırlı olmaktan çıkarmak için.
Yerleşik siyasetin yavanlığından, kıpırtısızlığından, başarısızlığı, değişmemeyi kurumlaştırmış, iklimleştirmiş boğuculuğundan beslenen girişken yeni liderin tam da bu hantal kütlenin üzerine basarak yükselmesinde hayret edilecek bir yan yok, aslında. Ancak sözkonusu hantallık öyle bir ortam yaratır ki, birinin gelip onu sarsacağına kimse ihtimal vermez. Kıpırdamayan, sarsılmaz, değişmez görünür. Oysa ilk kararlı dürtmede o yapı enkaza döner, üzerine basarak birileri yükselir. Nitekim 2002’de Türkiye siyaseti böyle bir manzara arz ediyordu ve, bırakın o sırada iktidara gelip konumunu -yaygın ve güçlü kitle desteğine dayandığı için- şu ya da bu yolla bugüne kadar koruyan AKP’yi, hiçbir popüler câzibesi bulunmayan şaibeli bir işadamının partisi sırf “genç”liği ve yeniliğinin yüzü suyu hürmetine, olanca içi boşluğuna rağmen neredeyse yüzde on barajını aşacaktı. Yerleşik siyaset âlemini gerçekte düpedüz iktidarsızlık anlamına gelen o hantallık sardığında, gözüpek radikal liderlere gün doğar. Hitler’in elinde bundan fazlası vardı.
Biriciklik
Geleceğin lideri mevcut-yerleşik figürlere göre sahip olduğu -veya olduğunu vehmettiği- üstünlüklere kendini ikna ettiğinde, kimi tek-adamlara yeni bir varoluş tarzı bahşeden, kimileri içinse her şeye rağmen tam ulaşılamayan, hep kısmen özlem olarak kalan bir safhaya sıra geliyor: Müstakbel tek-adamın yarışta geride bırakması gereken rakipleriyle mücadelesi, bir tür “görev dağılımı” için, kimin daha büyük yetkilerle donanacağının, kimin altta kalacağının belirlenmesi için yapılmıyor. Müstakbel tek-adam sahnede belirdiğinde, bunlar artık önceki perdenin önemsiz hadiseleri sayılarak unutulup geçiliyor. Haffner’e göre “o zamana kadar gerçekten benzeri görülmemiş bir olgu”ydu, Hitler’in durumunda sözkonusu olan: “Her şeye hâkim, anayasa ya da kuvvetler ayrılığı ilkesiyle dizginlenemeyen, hiçbir yetki ve sorumluluk paylaşımıyla kısıtlanmayan, ebedî bir diktatör”lüğün pekâlâ mümkün olduğunun diktatör adayınca idrak edilmesi. İdrak süresi değişebilir, kimi zaman bu bilgiye veya vehme ulaşmak zaman alabilir. Buradaki “ebedîliğin” gerçekte tek-adamın ömrüyle sınırlı bir acayip “sonsuzluk” anlamına geldiğini unutmayalım.
Çünkü tek başına bir iktidar imkânını görebilmekten, bir sonraki adımı tasarlayabilmekten ibaret değil, burada sözkonusu olan. İlk safhalar için ihtiyaç duyulacak ekipler, ittifaklar, uyum gayretleri, tavizler bulunabilir. Ancak, Haffner’in tasvir ettiği “Hitler’in yolu”nda, bütün adımlar nihaî hedef için atılıyor, bütün duraklar o hedefe göre düzenleniyor: “…hiçbir zaman bir politbürosu olmadı ve tabiî bu politbüroda yetişen veliahtları da. Kendi hayatının ötesinde düşünmeyi ve geleceğe yönelik tedbirler almayı reddetti”. İşte bu yüzden, parti onun için “sadece kişisel olarak iktidarı ele geçirmesini sağlayacak araç”tı.
“Başkalarının ebediyete kadar vakti varken benim birkaç zavallı yılım var sadece,” demiş Hitler; Haffner aktarıyor. “Diğerleri birer halefleri olacağını da biliyorlar.” Oysa yazarımızın da işaret ettiği üzre, tek halefinin bile ortaya çıkamamasına yolaçan bizzat Führer’di.
Tek-adamlar için genel olarak geçerli iki kural buraya kadarki okumamızdan çıkıyor: 1. Tek-adamların partisi olmaz. 2. Tek-adamların halefi olmaz.
Açıklanmaları zor değil. Hitler, savaş kararının ertelenemezliğini generallerine izah ederken şöyle demişti: “Kimse benim daha ne kadar yaşayacağımı bilemez.”
Devam edeceğiz.
Yazarlar
-
nevzat cingirtNeden Yazmıyorsun? 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolDış politikada rasyonel zemin 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUKrallar ve ulus-devletler 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUGazetecilik bir kez daha tartışılıyor 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayArjantin’in çıkmazı: Şok terapi, bağımlılık ve ABD’nin gölgesi 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİÖzgür Özel’e saldırı aydınlatıldı mı şimdi? 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanJet motoru sıkıntısı: Tek geciken Kaan değil 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZYeni Çözüm Süreci: Hakikatle yüzleşme 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRMHP’li Yıldız’ın KON’u AK Partili Miroğlu’nun Roja Welat’ı… 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciAsgari ücret 30.000 TL 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalKirk ve ICE vakaları ile faşizme doğru mu? 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasKendi uçağımızı kendimiz yaparken 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANGazetecilik can çekişiyor! 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYATürkiye’nin Demokratikleşmesi ve Kürt Sorununun Çözümü: Ciddiyetin Tarihsel Zorunluluğu... 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURKomisyon Suriye’yi, Suriye İsrail’i, İsrail Trump’ı…. 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRZeytinlik yasasından Akbelen ve İliç'e; enerji ve maden hikâyesinde kaybolan gelecek 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞSİYASETÇİ ZENGİNLEŞİRKEN VATANDAŞ FAKİRLEŞİYOR, NEDEN? 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRTÜSİAD isyan etmişti: Ciner’e kayyumun gerekçesi o madde! 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇZaferden hapishaneye 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunYazmak, ciddi bir iştir 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKSüreç Suriye’yi, Suriye süreci bekliyor. Peki bu kısırdöngü nasıl aşılacak? 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİTrump-Erdoğan görüşmesine hile karıştı mı? 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEYargı CHP’ye çalışıyor 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CAN“Trump’ın verdiği meşruiyet” notları 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERSarkozy’nin tarihi mahkûmiyeti 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYMutlakiyetçiler ve Cumhuriyetçiler 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUErdoğan’ın tercihleri 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluTrump’a neler verdik, neler alacağız! 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuBoeing - Gazze ilişkisi nedir? 26.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANAlev rengi hüznüyle sonbahar… 25.09.2025 Tüm Yazıları
-
Metin KarabaşoğluHerkes sözünden sorumludur; 25.09.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNYetersiz bakiye! 25.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanBüyük Türkiye hayali böyle bir hayal miydi? 24.09.2025 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaŞimdi de Mansur Yavaş hedefte 24.09.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilFanatizm ve inancın siyasallaşması 24.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENKasabın bıçağını bileyen adam 23.09.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞBayrampaşa ve maskeli balo 23.09.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezGonca Kuriş’in kemiklerini, sevenlerin yüreğini sızlattılar 21.09.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraCumhuriyet-Halk-Parti 20.09.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRYANARDAĞ ÖZÜR DİLEMELİ 17.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMTERÖRSÜZ TÜRKİYE’YE GEÇİŞ SÜRECİ! 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENPogromlar, darbeler, acılar ayı Eylül.. 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçArşivden | 12 Eylülcüler nasıl bir ülke hayal etmişti? 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye’nin en iyi/kötü dönemi hangisiydi? 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBir 12 Eylül Sabahı 12.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNÖcalan, Erdoğan’a “Seni yine başkan yaptırırız” sözü mü veriyor? 11.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünSuriye’nin diğer dertleri… 10.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİN2016 belediye ablukaları ve 2025 darbesi 9.09.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNMesele CHP Değil! 8.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞCassandra Çığlığı* 7.09.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPalantir ve "Tech. Republic" 7.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBİR ÖĞRETMEN YETİŞTİRME HİKAYESİ 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAAçlığı yönetemeyenler aç hayvanlarla uğraşıyor: Ülke yangın yeri 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKENBarışı dilerken 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENRojava: Beklentiler, Gelişmeler, Olasılıklar 5.09.2025 Tüm Yazıları
-
İlnur ÇEVİKParti kapatma! Kayyum veya emanetçi ata yeter… 4.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezHangisi doğru? 3.09.2025 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYKüresel Güney Neden Çin’den Vazgeçmiyor 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANTürkiye’de ve Yunanistan’da Aleviler – Yeni Bir Tablo 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEMete Tunçay 25.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANÇÖZÜM NASIL GELİR! 20.08.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
31.01.2025
30.12.2024
24.12.2024
15.12.2024
1.12.2024
15.11.2024
21.10.2024
7.10.2024
22.09.2024
5.07.2024