Hasan ÖZTÜRK

Hasan ÖZTÜRK
Hasan ÖZTÜRK
Tüm Yazıları
İLK AŞK
13.05.2013
2429

 Elvan, onu soğuk bir kış günü sokakta bulduğunda henüz bir aylık kadardı. Bir çatı katında kiraladığı küçük dairesinde yalnız oturuyordu Elvan. Üniversite son sınıfa giden kız, sokakta gördüğü ağlar gibi miyavlayan bu terk edilmiş kedi yavrusuna kıyamamış, onu kucaklayıp getirmişti eve. Sağ ön ayağının patisi bir tuhaftı bu yavrunun. Patiye dikkatlice bakınca Elvan, bu tuhaflığın bir tane fazla parmaktan geldiğini hayretle gördü.


İlk baştan ondan ürken yavrucuk daha sonraları yavaş yavaş Elvan’a alışıp, en sonunda da kızın kucağından inmez olmuştu. Bu beyaz benekli sarı erkek yavruya Kerem adını verdi Elvan. Kerem bir yıl önce vurulup ölen sevgilisinin adıydı. Aynı üniversitede okuyan ve son sınıfa giden nişanlısı, gençler arasında çıkan bir çatışmada vurulmuştu.

Evine Elvan’ı ziyarete gelen arkadaşları da yavruyu çok seviyordu... Bazısı, seninki onunkinden daha çok kedi adına benziyor derler ve gülüşürlerdi. Özel olarak Kerem’le oynamak için gelen arkadaşları bile vardı. Saatlerce onun soytarılıklarını izleyip eğlenirlerdi.

Birçok zamanlar kendi yemeğini unutan Elvan, evden dışarıya çıkarken kedisinin mamasını ve suyunu hiç unutmazdı. Dışarıdayken de Kerem’i özler, eve geldiğinde ilk işi onu kucağına alıp sevmek olurdu. Telaşlı olduğu bazı günler sevmeyi unuttuğunda ise Kerem gidip onun bacaklarına sürtünür tuhaf sesler çıkarırdı. Geceleri de Elvan’la Kerem aynı yatakta yatarlardı.

Aradan bir yıla yakın bir zaman geçmişti. Kerem, sevgi dolu mutlu bir yaşam sürüyordu. Bir mart günüydü, Kerem dışarıda kuşkanadı yağan karı seyrederken karşıdaki evin çatısında bir kedi gördü. Gördüğü bu tekir kedi gerçekten çok güzeldi. Boynunda tasmaya benzer bir şey, onun ucunda da mavi bir boncuk vardı. O da pencereden kendisine bakan Kerem’i görmüştü. Bakışlarından ve tavırlarından onun dişi bir kedi olduğunu anlamıştı Kerem. Yıldırım aşkı mıydı bu neydi; Kerem çarpılmıştı sanki; gidip yakından görüp tanışmak için can atıyordu mavi boncuklu dişi kediyle. Dışarı çıkabileceği hiçbir yer yoktu. Kapılar ve pencereler sıkı sıkıya kapatılmıştı bu kış gününde. Kedi güzeli seçilebilecek kadar çekici bu komşu kedisinin yanına gidemezdi Kerem. Sağ ön patisini cama yapıştırıp bir süre salladı Kerem. Karşı çatıdaki kedi de gördüm dercesine patisini salladı. Aniden çekti cama yapıştırdığı sağ ön patisini Kerem. Aklına, eve gelen herkesin bakıp güldüğü fazla parmağı gelmişti.

Elvan evine gelen arkadaşlarına onun bu fazla parmaklı patisini gösterir, görenler katıla katıla gülerlerdi. Bu patisinde bir tuhaflık olduğunu anlamıştı Kerem. Onu sallarken komşunun dişi kedisi, fazla parmaklı patisini görüp kusurunu anlamasın diye ayağını hemen camdan çekmişti. Kerem, yağan karı falan unutmuş komşunun çatısındaki kediye bakıyordu. O, hayran hayran bu kedi güzelini seyrederken karlı çatıya başka bir kedi geldi. Bir süre birbirlerini süzüp daha sonra da karşılıklı olarak öfkeli öfkeli hırlamaya başladılar. Sonunda karların üstünde bir kavga başladı. Kerem, olduğu yerde duramıyordu; sanki sevgilisini elinden alıyorlarmış gibi geliyordu ona. Olduğu yerde çaresizce hoplayıp zıplayan Kerem, belki karşıdaki erkek kedi, sesini duyup korkar diye avazı çıktığınca bağırıyordu. Sonunda erkek kediyi kaçırmıştı, Kerem’in sevgilisi olarak düşündüğü ve renginden dolayı ona Tekir adını taktığı kedi. Bir süre sonra da kedi güzelinin o başarısından dolayı sevincinden yerinde duramayan Kerem’e patisini sallayıp Tekir de ayrıldı çatıdan; giderken de iki kez arkasına dönüp gözlerini süzerek bakmayı unutmamıştı. “Yarabbi, ne bakıştı onlar” diye geçirdi aklından Kerem.

Ne yapabilirim bu durumda diyordu Kerem. Bir süre, dışarı çıkabilmesi için açık bir yer bırakmasını, Elvan’a nasıl anlatabileceğini düşündü. Daha sonra da bunu asla beceremeyeceğini anlayıp üzüldü. Niye insanlar konuşup isteklerini herkese anlatabiliyorlar da biz bunu niye beceremiyoruz, büyük haksızlık bu, diye geçirdi aklından.

Aradan beş gün geçmişti. Karşıdaki çatıya kedi güzeli Tekir her gün gelip Kerem’e bakıp göz süzmüş, giderken de patisini sallayıp gözlerini süzerek bakmıştı ona. Dayanılacak gibi değildi bu aşk. Bir yaşında sağlıklı bir erkekti Kerem. Aşk yaşamanın kendisinin de hakkı olduğunu düşünüyordu. Üstelik her gün ve gece çatılarda buluşan kedilerin seslerini dinliyordu. Ne yapıp edip başarmalıydı bu buluşmayı. Aklına gelen çareyi bu akşam Elvan eve geldiğinde uygulayacaktı. Sahibim bile demeyip arkadaşım dediği Elvan anlayışlı bir kızdı; ona bu yaptığı kaçamak için hak vereceğine kesin gözüyle bakıyordu Kerem.

Asansörün sesini dinlemeye başladı. Akşam olmuştu, bu saatlerde gelirdi Elvan. Asansör çatı katında durunca hazırlığını yaptı. Elvan kapıyı açınca aradan fırlayıp hızla merdivenlerden inmeye başladı Kerem. Bu duruma çok şaşıran Elvan, hiç böyle şeyler yapmayan kedisinin arkasından bağırıyordu: “Kerem, nereye gidiyorsun, dursana? Ne oldu sana böyle? Gel buraya? Hiç böyle şey yapmazdın sen?” deyip arkasından o da koşmaya başladı merdivenlerden aşağıya doğru. Fakat Elvan’ın şaşırıp da bir an duraksamasından yararlanan Kerem arayı epeyce aşmıştı; üstelik de merdivenlerden hoplaya zıplaya beşer altışar ayak iniyordu. Sokak kapısına indiğinde, şansının yardım ettiğine inanan Kerem, dışarıdan gelen birisinin kapıyı açmasıyla dışarıya fırladı. Elvan bir süre baktı kapının önlerine, kediye benzer bir şey görünmüyordu ortalıkta. Aslında Kerem, çalıların arasına büzülmüş, kendisini arayan Elvan’dan saklanıyordu. Yapacağı bir şeyin olmadığına, Kerem’in dönüp dolaşıp eve geri döneceğine inandığı için asansöre binip yukarıya çıktı. Çatı katına gelip asansörün kapısını açtığında karşı dairede oturan yaşlı kadına rastladı. Birbirlerinin hatırını sorduktan sonra Elvan, Kerem’in yaptığını anlattı yaşlı komşusuna, belki bir akıl verir kendisine diye. Kadın: “Doğaldır kızım, Mart ayında olur böyle şeyler, benim kedi de üç gündür eve girmiyor” dedi.

Elvan bunu düşünemediği için kendisine kızdı. Sevgilisi vurulalıdan beri Elvan, öyle şeyler düşünmemişti hiç. Kerem’in sağlıklı bir kedi olduğu, Mart aylarında ara sıra dışarılara çıkması gerektiğini bilmeliydi. Üstelik de geçen Pazar, onun karşıdaki çatıda duran bir kediyle bakıştığını görmüştü...

Kerem bir süre çalının dibinde saklanıp Elvan’ın içeriye girmesini bekledi. Elvan içeriye girince de karşıdaki apartmanın çatısına bir yolunu bulup çıktı. İlk ve büyük aşkı Tekir’in nerelerde olduğunu bilmediği için miyavlayıp ona sesini duyurmaktan başka çare yoktu. Başladı bağırmaya Kerem. Kendi sesini nasıl tanıyacaktı kedi güzeli Tekir? Gelen giden yoktu. Gidip dairelerin hepsinin kapısında bağırmayı düşündü ama sesini tanımayan sevgilisine kavuşmak için bunun da geçersiz bir yöntem olduğuna karar verdi.

Kar yağmaya başladığından kuru soğuk biraz yitirmişti etkisini. Bu kez de yoğun kar yağışı nedeniyle ıslanmaya başlamıştı Kerem. Gece gelmeyen Tekir, her günkü gibi yarın kesin olarak gelecekti ama ertesi sabaha kadar aç susuz ve bu soğukta nasıl bekleyecekti o. “Sevda kolay değil, hele benimki gibi kara sevda” diye düşündü Kerem. Bekleyecekti, ertesi gün saat kaçta gelirse gelsin kedi güzeli Tekir’ini bekleyecekti. Gidip ıslanmayacağı, kendisini biraz da soğuktan koruyan bir yer bulmaya karar verdi. Lapa lapa yağan karı ve bacadan tüten kalorifer dumanını arkasında bırakarak geldiği yoldan aşağıya indi. Kendi apartmanlarının kapısına gidip bir süre bekledi. İlk gelen kişiyle birlikte girdi apartmandan içeriye. Adam, “pist” diye bağırdı, tekme atarak dışarıya çıkarmak istedi ama Kerem bunlara hazırlıklı olduğu için tekmeyi savuşturarak aşağıya, kapıcı dairesine doğru fırlayıp kaçtı. Geceyi kapıcının temizlik yapmak için kullandığı, içinde büyükçe bir paçavra olan kovanın içerisinde geçirdi. Sabah uyandığında karnı acıkmıştı. Yapacak bir şeyi olmadığı için aç karnına sokağa fırlayıp yandaki apartmanın çatısına çıktı. Yağan kar dinmişti. Çatıda dün akşam yağıp biriken bir karış kar vardı.

Bacayı siper alarak beklemeye başladı Kerem, soğuk bir poyraz esiyordu. Aradan iki saat kadar geçtiği halde Tekir’i halen gelmemişti. Kerem, bir an için büyük aşkı Tekir’in başka bir kediyi sevebileceğini düşünüp sarsıldı. Buna dayanamam diye geçirdi içinden. Onun için kendisini böylesine seven, ona güvenen, tek arkadaşı Elvan’dan kaçarak buralara gelmişti. Dün akşamdan beri çektikleri hep Tekir’in aşkı yüzündendi. Aç susuz, bu soğukta onu bekliyordu. Bir an Elvan’ın yüzüne nasıl bakacağını düşündü Kerem. Gerçekten iyi yapmamıştı; kim bilir şimdi nasıl merak ediyordur kendisini Elvan. Belki de kendisini düşündüğü için sabaha dek uyku uyuyamamıştır. Bunları düşünüp üzüldü Kerem. Onun kendisini ne kadar çok sevdiğini çok iyi biliyordu. Bir an, eve dönüp Elvan’ın bacaklarına sürtünüp kendisini bağışlamasını istemeyi düşündü. Vakit geçmişti, bu saatte çıkmış oluyordu evden Elvan. Onun için de bekleyip görecekti Tekir’i. Daha sonra sürtünüp gönlünü alırım Elvan’ın diye düşündü.

Bir saat kadar daha bekledi, soğuğa alışkın olamadığı için üşümeye başlamıştı. Bugüne dek dışarıya hiç çıkmamıştı. Dışarısı diye çıktığı yer ya balkon olurdu, ya da kapı açık olduğunda dairelerinin önü. Bundan sonra fırsat yaratıp ara sıra dışarıya çıkması gerektiğine karar verdi. Bunu bir biçimde anlatacaktı Elvan’a. Anlayışlı kızdı Elvan, kendisine hak vereceğine inanıyordu. Bunları düşünürken yüreğinin aniden küt küt diye attığını duydu. Karşıdan salına salına geliyordu kedi güzeli Tekir. Kerem de ona doğru yürüdü. Yan yana gelince de bir süre bakıştıktan sonra Kerem, Tekir’in yanaklarını yaladı. Daha sonra da karşılıklı yalamalar başladı. Bu yalamalar ve sürtünmeler sürerken ikisi de çok mutluydular. Tekir’in yaşı biraz büyük olduğu için daha önce kendisinin birkaç sevgilisi olmuştu; Kerem ilk kez bir sevgili bulmuştu; onun için de heyecandan kalbi fena halde çarpıyordu. Üstelik de Tekir çok güzeldi. Bir an fazla parmaklı patisi aklına geldi. Acele karların içine gömdü onu. Bu hareketini Tekir görmüştü. Karları eşeleyip Kerem’in o ayağını ortaya çıkardı. Bunun bir kusur olmadığını genç sevgilisine anlatmak için eğilip bir güzel yaladı fazla parmaklı patisini.

Bu zamana dek Tekir’i burada beklemekle iyi yaptığını düşündü Kerem. Deminki evden kaçmakla yaşadığı pişmanlığı çoktan unutmuştu.

 

“İyi ki vermişim buluşma kararını” deyip keyifleniyordu. Kar yeniden yoğun biçimde yağmaya başladığı için görüş uzaklığı pek fazla değildi. Tekir’e pati salladığı kendi apartmanlarındaki pencereye baktı. O zaman düş gördüğünü sanıyordu, şimdi ise gerçeğin tam ortasına düşmüştü. Bunları düşünüp yeniden yaladı Tekir’i. Tekir’in de mutluluğu gözlerinden okunuyordu. Kedi güzeli sevgilisi öyle işveli bakıyordu ki, bu bakışlar Kerem’in aklını başından alıyordu sanki. Aşk sarhoşluğundan olacak, biraz da yoğun kar yağışındandır belki, birkaç metre kadar yanlarına sokulan üç erkek kediyi görememişti Kerem. Tekir’in onların geldiği yöne arkası dönük olduğu için üç erkek kediyi görmemesi doğaldı. Kerem’in bakış yönünden gelmişlerdi kediler. Geçenlerde, Kerem camdan Tekir’e bakarken gelip onu rahatsız eden erkek siyah kediydi gelenlerden biri. Onun yanında gelen iki kediyi tanımıyordu Kerem ama Tekir çok yakından tanıyordu o gelenleri de. Daha önceki yıllardaki sevgilileriydi gelen diğer iki kedi.

Üç kedi Kerem’e bakıp kabararak bağırmaya başladılar. Akortsuz orkestra gibi ses çıkartıyorlardı. Bir an düşündü Kerem; bırakıp kaçsa rezil olacaktı, üç kediye karşı koyması da olanaksızdı. Ne yapmalıydı bu durumda. Üstelik gelenlerin daha önceki yıllardan deneyimleri olmasına karşın Kerem daha hiç kavga etmemişti. Televizyonda bir kez gördüğünü saymazsa, gerçek kavga da görmediği için bu işin nasıl yapılacağını bilmiyordu. Yine de ne olursa olsun ölümü göze alarak dövüşmeye karar verdi. Sevgilisini kimseye kaptırmayı düşünmüyordu. Sevgilisini elinden alacak olan onun cesedinin üzerinden geçmeliydi. Ancak bir sevgili bulabilmişti, üstelik de kedi güzeliydi o...

Tekir de Kerem’le birlikte olmuş gelenlere hırlıyordu. O da, yıllardır kavgalarına tanık olduğu üç kediye karşı bu işin güç olduğunu bildiği halde aşağıdan alıp teslim olmuyor, yeni sevgilisine yanında olduğunu gösterip cesaret veriyordu. Sonunda, geçen gün Tekir’i rahatsız eden siyah kedi saldırıya geçti. Kerem’e attığı pençe gerçekten yamandı. Sersemleyen genç âşık, bilinçsizce pençelerini sağa sola sallamaya başladı. Onun yerini bulmayan çabalarına karşı beyaz erkek kediden de ikinci bir pençe yedi Kerem. Bu pençeler sürerken Tekir elinden geleni yapıyor, ancak erkek kedilerden birinin darbelerinden önleyebiliyordu Kerem’i. İki usta dövüşçü olan diğer erkek kediler Kerem’in canını çıkarıyorlardı. Her şeye karşın yılmıyordu Kerem, tüylerinin rengi, kendisinden akan kanlardan kırmızıya dönmüştü. Dövüş yirmi dakika kadar sürmüş, sonunda Kerem’in gücü tükenip boylu boyunca karların üstüne uzanmıştı...

Üç erkek kedi, sevgilisi Kerem’i bu hale getirdikten sonra Tekir’den bugünlük bir hayır gelmeyeceğini bildiklerinden, çalım satıp bıyık bükerek uzaklaşmışlardı oradan. Tekir, baygın halde yatan Kerem’in kanlarını yalayıp, karlar üzerinde boylu boyunca yatan sevgilisinin kendine gelmesi bekledi. Bir saat kadar sonra kendine gelen Kerem, sevgilisi Tekir’in yardımıyla çatıdan indi. Komşu apartmanın bahçesinde siper bir yer buldular. Tekir’in kendi evlerinden ağzıyla getirdiği büyükçe bir parça mancayı zorla yedi Kerem. Ağzı da yaralandığı için rahat yiyememişti Tekir’in getirdiği mancayı. Karnı doymuştu ama üşüyordu. Sevişip koklaşacak hali de kalmamıştı. Kanlar kurumuştu ama yara yerleri çok acıyordu. Bir an önce Elvan’ın gelmesini bekliyordu. Karanlık basana dek Tekir de bekledi onun yanında. Elvan’ın geleceği saatte apartmanlarının önüne kadar yürümesi için de yardım etti Kerem’e. Elvan gelirken onun yoluna çıktı Kerem, halsizlikten sallanıyordu kedicik. Elvan rengi değişen ve ayakta zor duran Kerem’i ilkin tanıyamamıştı. Sesini duyunca tanıyabildi ancak. Kedisini o halde görünce keskin bir çığlık atmaktan alıkoyamadı kendisini. Elvan az daha düşüp bayılacaktı. Kanları kuruyan ancak yaraları çok kötü görünen kedisini kucakladı. Apartmandan içeriye girmedi Elvan; doğru veterinerin yolunu tuttu. Geri dönüp giderken bir ara gözüne boynunda mavi boncuk olan Tekir ilişti. Bir Pazar günü karşı apartmanın çatısından kendi evinin penceresindeki Kerem’le bakışırken gördüğü kedi oydu. Durumu anlar gibi olmuştu Elvan...

Kerem’in durumunun iyi olmadığını gören veteriner onu yaralarını temizleyip gerekeni yaptıktan sonra ölümcül bir durumunun olmadığını söyledi. Yaralarının mikrop kapmaması için yazdığı ilaçları almasını ve kullanılma biçimini anlattı Elvan’a. Üniversite harçlığının bir bölümünü veterinere ve ilaçlara veren Elvan, kucağında sevgili kedisi Kerem ile eve döndü. Evin önüne geldiğinde boynunda mavi boncuk olan, Kerem’in, adını Tekir taktığı kediyi gördü. Hayvan onları görünce öyle bir miyavladı ki; sanki: “Nasıl tehlikeli bir durum var mı?” diyordu gelenlere. Elvan kucağındaki Kerem’i yavaşça onun önüne indirdi. Tekir, Kerem’in yanaklarını yaladı. Canını acıtmamaya çalışarak süründü ona. Bu sırada onbir-oniki yaşlarında bir oğlan çocuğun, biraz ilerideki apartmanlarının önünde birisine bir şeyler sorduğunu duydu Elvan. “Boynunda mavi boncuk takılı tekir bir kedi gördünüz mü acaba buralarda? Eve dönmedi de.” diyordu çocuk. “Görmedim,”diye yanıtladı onu bir erkek sesi.
Çocuğun, veterinerden dönmelerini bekleyen bu kediyi aradığını anlamıştı Elvan. Biraz ileriye doğru yürüyüp seslendi: “Aradığın kedi burada, gelir misin?” Çocuk, koşarak geldi. Kediyi çok sevdiği belli oluyordu. Onu görünce: “Nerelerde kaldın Aslı?” deyip kucakladı kedisini. “Karşıdaki apartmanın kaç numaralı dairesinde oturuyorsunuz siz?” diye sordu Elvan, çocuğa. Kerem’in bu aşkı böyle bitsin istemiyordu anlaşılan. “Yedi numarada,” deyip, kucağında kedisiyle hızla uzaklaştı oradan çocuk. Ama çocuk, oradan uzaklaşırken Aslı’nın Kerem’e bakıp niye miyavladığını, Kerem’in de miyavlayıp ona niye karşılık verdiğini bilmiyordu...

 

Elvan mart ayında diğer erkek kedilerin fena halde dövüp hırpaladığı sevgili kedisi Kerem’i, veterinere götürüp yaralarını sardırdıktan sonra evine getirdi. Kerem durup durup acıyla inliyordu. Buna karşın kedinin gözlerinde pırıltı ve mutluluk vardı. Bunun nedenini anlıyordu Elvan, kedisi sevda yüzünden böylesine dayak yiyip hırpalanmıştı. Ne olursa olsun bu hale gelmesinin nedeni aşktı, üstelik de ilk aşk; onun için de acıdan kıvranan Kerem’in gözlerinde pırıltı vardı. Boynunda mavi boncuk olan, komşularının “Aslı” adlı tekir kedisini görmeseydi anlayamazdı belki bunu. Gerçekten güzel kediydi Aslı; böyle bir kediye âşık olunca Kerem, başına birçok bela geleceğini de bilmiş olması gerekirdi. Aslı kadar güzel olanın arkasından giden çok olur, belki genç olduğu için anlayamamıştı bunu Kerem...

Aradan bir hafta kadar geçmiş, Kerem’in yaraları iyileşmeye başlamıştı. Elvan, onun aklının dışarıda, sevgilisi Aslı’da olduğunu çok iyi biliyordu. Kerem diğer erkek kedilerden dayak yiyip bu hale geldiğinden beri, Aslı düzenli olarak her sabah karşı apartmanın damına çıkarak karşıdan ona bakıp durmuştu. Elvan bu durumu bildiği için, kedisine pencerenin önünde yumuşak bir yer yapıp onun da Aslı’yı görüp karşıdan karşıya bakışmalarını sağlamıştı. Kerem’in iyileşmesini bekliyordu Elvan ama bir yandan da ikinci kez böyle dayak yemesine de gönlü razı olmuyor, ikisinin nasıl buluşması gerektiğini düşünüyordu.

Birkaç gün daha geçip Kerem’in yaraları iyice iyileştiğinde onu kucağına alıp karşılarındaki apartmana gitti. Aslı’nın sahiplerinin yedi numarada oturduğunu daha önce öğrendiğinden kapıyı çaldı. Kapı açıldığında karşısına nasıl birinin çıkacağını bilmediği için biraz heyecanlanmıştı. Kedi seven birileri olduğuna göre iyi insanlardır diye düşünüp kendisini rahatlatmaya çalıştı. Kapıyı orta yaşlı bir kadın açtı. Güler yüzlü biriydi. “Buyurun ne istemiştiniz?” diye sordu Elvan’a. “Ben efendim” dedikten sonra bir süre düşündü Elvan. Gelirken kadınla ne konuşacağını, söze nasıl başlayacağını hiç düşünmemişti. Kendi kendisine kızıp bir an önce söze başlamanın gerekliliğini düşünerek kafasını toparlamaya çalıştı. Zaman kazanmak için, “Bir şey konuşmak istiyorum sizinle, beni içeriye alabilir misiniz acaba?” diye sordu. Daha baştan yeni tanıştığı bu kadına: “Benim kedim sizin kedinize âşık” deyip onun karşısında gülünç duruma düşmeyi istememişti. “Buyurun, girin içeriye” dedi, orta yaşlı, güler yüzlü kadın Elvan’a. “Sanıyorum karşıda oturuyorsunuz, sizi birkaç kez gördüm o apartmana girerken” diye sorunca Elvan sevinmişti. Kadının kendisini tanıması olayı anlatmasını biraz daha kolaylaştıracaktı. “Evet efendim, karşıdaki apartmanın çatı katında oturuyorum” diye yanıtladı kadını Elvan.

Kadının karşısına oturan Elvan bir süre hal hatır sorulup, biraz da havadan sudan konuştuktan sonra asıl konuya girmenin zamanının geldiğinin ayrımındaydı. Tam bu sırada Kerem’in ilk aşkı, mavi boncuklu kedi odalardan birinden çıkıp salona gelmişti. Bunu gören Kerem, Elvan’ın kucağından atlayıp koşarak onun yanına gitti. İki kedi sürtünüp daha sonra da karşılıklı olarak birbirlerinin tüylerini yalamaya başladılar. Ev sahibi kadının bu durum dikkatini çekmişti. “Dişi mi erkek mi kediniz?” diye sordu Elvan’a kadın. “Erkek” dedi Elvan. “Sanki tanışıyorlarmış gibi nasıl koştular birbirlerine gördünüz mü?” diyerek gülümsedi kadın.

“Tanışıyorlar zaten.”
“Aaa, bilmiyordum!”
“Ben de onun için gelmiştim size” dedi Elvan. İşi biraz kolaylaşmış gibiydi, şimdi daha rahat anlatabilirdi buraya geliş nedenini. “O ikisi birbirlerine âşık, sizin kedinin yüzünden on gündür yatıyordu benimki. Diğer kediler fena halde dövmüşlerdi Kerem’i Aslı’ya sevdalı diye.”
“Adını da biliyorsunuz.”
“İnsan gelininin adını bilmez mi hanımefendi?”
“Siz kız istemeye mi geldiniz yoksa buraya?”
“Evet, onun için geldim sayılır. Daha doğrusu buluştuklarında yine diğer kediler yaralamasın Kerem’i diye yanlarında bulunmak istedim. Kavga etmesini de bilmez benim kedim.”
“İyi yapmışsın. Onlara aralarında özlem giderirken ben size bir kahve yapayım?”
“Zahmet etmeyin lütfen. ”
“Zahmet mi olurmuş, dünürler arasında bir kahvenin lafı mı olur” diyen kadın mutfağa gitti. Elvan birbirlerini baygın gözlerle süzüp, sürtünen iki kediye bakıp bir yıl önce vurularak ölen, üniversite son sınıfındaki sevgilisi Kerem’i anımsadı. Yüreğinin büyük bir acıyla burkulduğunu duyumsadı o an. Ne yiğit gençti nişanlısı; sağ olsaydı bu yıl evlenmeyi düşünüyorlardı. Kadının içeri elinde iki fincan kahveyle girip “Kahven hazır dünürcüm” demesiyle, eski anılarına dalan acılı Elvan, korkup irkildi. “Sağ olun, size zahmet oldu” dedi kendisini toparlayarak.
“Afiyet olsun, zahmet olur muymuş hiç.”

Karşıki apartmana bu gidiş gelişler birkaç kez yinelendi. Kadın da geliyordu Elvan’ın evine, iki dost yapmıştı onları kedilerinin aşkı. Kerem’le Aslı’nın mutluluğuna diyecek yoktu. Üstelik bu aşklarını bir gebelikle de taçlandırmışlardı. Kerem’le Aslı yavru bekliyorlardı yakında. Kediler de insanlar gibidir genellikle, bazılarının doğuştan başlar mutlu yaşamları. Bir zengin evinde doğmuşsan ve üstelik o evde bol sevgi varsa çocukluğunda ve hatta daha ilerideki yıllarında mutlu bir yaşam sürersin; yok eğer bir yoksul evde doğmuşsan çilen başlamış demektir. Hele bu yoksulluk senin cami avlusuna bırakılmana ya da çocuk esirgeme kurumuna verilmene neden olmuşsa, aynen kedi yavrularının sokağa atılması gibi çekilmez çilelere düştün demektir. Kerem’i bir aylıkken, Elvan’ın sokakta bulup onu evine getirmesi, çile çekmesini önlemişti.

Rahat bir çocukluk geçiren Kerem şimdi ne yapacaktı? Durum değişiyor muydu ne? Kerem bir yandan Aslı’yla büyük bir aşk yaşarken, arkadaşlığın en güzelini kendisine yaşatan Elvan’ı polisler götürmüşlerdi, evin altını üstüne getirip. Elvan giderken, kedisine bolca yiyecek ve içecek bırakıp balkonun kapısını da aralık bırakmıştı onun dışarıya çıkıp hava alabilmesi için. Ne zaman döneceğim belli olmaz diye düşünmüştü kız. Kerem’i kucağına alarak öpüp okşamış, kediyle örgütsel bir ilişkisi olamayacağını bildikleri için, Elvan’ın onu sevmesine karışmamıştı polisler. Giderken de Elvan, “Yaramazlık yapmadan beni bekle, yakında gelirim bir tanem” demişti ona.

Gideli bir hafta olmuş Elvan gelmemişti. Yemeği ve suyu biten Kerem aç kalmıştı. Balkonun yanındaki atık su borusundan çatıya çıkıp karşıya, Aslı’nın yanına gitmenin bir yolunu aradı ama bulamadı. Tehlikeyi göze alarak borudan tırmanmıştı, bin bir güçlükle çatıya terasa ulaştı. Ancak dışarıya çıkabilecek bir delik bulamadığı için akşama dek bekledi terasta, ne gelen vardı ne giden. Çaresiz, yine evlerine dönüp Elvan’ı beklemeye başladı. Karşıdan, karnı yerlerde sevgilisi Aslı, onun çaresiz durumunu anlamış, yardım edememenin sıkıntısı içerisinde kıvranıyordu. Aradan bir hafta daha geçtiğinde açlıktan ve susuzluktan bacakları titremeye, tüyleri parlaklığını yitirip dökülmeye başlamıştı Kerem’in. Elvan’ın geldiği de yoktu onu bu durumdan kurtaracak.

Elvan mahkemeye gönderilmek üzere tutuklanmıştı. Gözaltına alındığı günün ertesi kirayı yatıracaktı. Tutuklanmış olması bu işi engellemişti. Ev sahibi, televizyon haberlerinde çok sevdiği, genç bir hanımefendi dediği kiracısının tutuklanma haberini duyup, kendisini de ekranda görünce çok şaşırmıştı. Bir türlü inanamıyordu. Emniyet Müdürlüğü’ne dek gitti yaşlı bir avukat olan ev sahibi. Görüştürmediler onu Elvan’la. Ev sahibi, kızın durumunu incelediğinde kiracısının epeyce bir süre çıkabilme olasılığının olmadığını anladı. Kızın kişisel eşyasını toparlayıp kendi evine götürmeyi, mobilyalı olarak Elvan’a kiraladığı çatı katına başka bir kiracı bulmayı düşündü. Bu düşüncesini de çok çabuk gerçekleştirip daireyi kiraya verdi. Kızın kişisel şeylerini toparlayıp ayırması için yeni kiracısının eşine ricada bulundu.

Yeni kiracılara evi gösterdiğinde ev sahibi, içeride ölmek üzere olan bir kedinin olduğunu görüp şaşırdılar. Önüne yiyecek koyduklarında Kerem onları çiğneyecek gücü kendisinde zor buluyordu. Zor da olsa karnını daha çok sütle doyurup kana kana su içmişti. Yeni kiracıların eve yerleşmelerini izledi. Adam kendisini pek horlamıyordu ama evde daha çok birlikte oldukları yeni kiracı kadın, bu zayıf kediye, her yanından geçişte terliğinin ucuyla dürtüp “Uyuz kedi, ayakaltında dolaşma” diyordu. Kerem daha uyuz olmamıştı ama zayıflıktan kemikleri çıkmış, tüyleri seyrelmiş, parlaklığı gitmiş ve iyice çirkinleşmişti. Biraz kendini toparlayıp Aslı’nın yanına gitmek istiyordu. Çok özlemişti onu. Birkaç gündür de çatıya çıkmamıştı Aslı. Bu durumda, büyük bir olasılıkla babası olduğu yavrularını doğurmuş olduğunu düşünüyordu Aslı’nın.

Aradan onbeş gün kadar geçmişti. Eski gücüne kavuşamasa da Aslı’ya görünebilecek duruma gelmişti. Yavrularını öylesine merak ediyordu ki, daha fazla beklemeyeceğini anladı. Bu arada bol bol yalanıp tüylerini biraz olsun parlatmıştı. Ev sahibi kadın kapıyı açtığında dışarı fırlayıp merdivenlerden hızla inmeye başladı. Kadın onun arkasından bakıp, öfkeli bir sesle Kerem’e seslendi: “İnşallah bir daha gelmezsin buralara, anladın mı uyuz kedi?” diyerek içindeki nefreti ortaya koydu.

Kerem’in de istediği oydu ama bu haliyle kim beğenip alırdı ki onu evine. Eski hali olsa belki birileri, en azından Aslı’nın kedi seven sahibi eski tanıdığı olduğu için alabilirdi onu. Aslı’nın bulunduğu apartmana girip daire kapılarının önüne gitti. Sesine acıklı bir ton vererek miyavlamaya başladı. Bir süre miyavladı, ne gelen vardı ne giden. Bir süredir görünmeyen Aslı’nın, ev sahiplerinin başka bir yere taşındığına karar verip tam döneceği zaman içeriden bir miyavlama duydu. Bu Aslı’nın sesiydi. Sanki ona bir şeyler anlatmak istiyordu. Karşılıklı miyavlamaların bir işe yaramadığını, kapıyı açacak olan ev sahiplerinin bir yerlere gittiğini anlayan Kerem, daha sonra gelmek üzere oradan ayrıldı. Kapı önlerinde biraz zaman geçirip Aslı’nın sahibi kadını bekledi. Hava karardığı halde gelmemişti kadın. Karnı acıkan ve susayan Kerem evin yolunu tutmaktan başka çare olmadığını anlayıp kendi apartmanlarının kapısında beklemeye başladı.

 

Çok geçmeden, yeni ev sahibi olan adamın karşıdan gelmekte olduğunu gördü. Adam apartmanın önüne geldiğinde Kerem’i görüp tanımıştı. Birlikte içeriye girdiler. Dairelerinin önüne gelip zili çaldığında eşi açtı kapıyı. Kocasının yanında Kerem’i görünce yüzünü buruşturan kadın: “Niye getirdin bu uyuz kediyi eve?” diye sordu. “Zaten bizim evde yaşamıyor mu bu kedi?” diyerek soruyla karşılık verdi adam.
“Bu sabah çıkıp gitti diye sevinmiştim ben.”
“Biraz daha idare et bakalım, belki sahibi gelip alır. Ev sahibi bu kediyi sahibinin çok sevdiğini söyledi.”
“Hapisten çıkacak da, gelip kedisini alacak. Ölme eşeğim ölme” dedi kadın.

Ertesi gün yine çıkıp gitti Kerem, Aslı’nın kapısının önüne. Yine bağırdı içeriye acıklı acıklı. İçeriden miyavlayan Aslı’nın umut kırıcı sesini duyup üzülen Kerem, bu yetmiyormuş gibi içine bir başka acı düşüren ikinci miyavlama duydu. Bu Aslı’nın, yani kendisinin babası olduğu yavrulardan biriydi. İkinci kez miyavladığında yavru kedi, içeriden gelen seslerin birden çoğaldığını duydu. Kediler orkestrası gibi olmuştu Kerem’in önünde durduğu kapının arkası. Bu sesleri duyup bir yandan mutlu olan Kerem, diğer yandan da yavrularını ve sevgili Aslı’yı göremediği için çok üzülüyordu. Yavruların sesi kesilene dek bekledi orada. Daha sonra da Aslı’yla birkaç acılı miyavlamadan sonra ayrıldı kapının önünden. Giderken bir yandan da düşünüyordu Kerem; ev sahibi giderken kedilerine yiyecek su bırakmış mıdır diye. Bu düşüncesi yersizdi onun, Aslı’nın sahibi kedilerini çok seven, iyi yürekli bir kadındı. Yavrular şimdilik annelerini emip doyururken karınlarını, Aslı’nın da yiyeceklerini ve içeceklerini bırakmıştı. Annesi hasta olduğu için iki günlüğüne onun yanına gitmişti dün sabah erkenden, yarın sabah da gelecekti kadın.

Kendi apartmanlarına giren Kerem, gözü arkada kalarak dairelerinin önüne gelmişti. Birkaç miyavlamadan sonra içeriden gelen bir ses duydu: “Seninki geldi” dedi evin hanımı. Biraz sonra da kapıyı açtı. “Gel bakalım uyuz” deyip içeriye aldı Kerem’i. İçeriye giren Kerem, mama kabının olduğu yere doğru gitti. Kadın arkasından homurdandı: “İşi gücü boğaz, bu uyuz kedinin” dedikten sonra kocasına dönüp sordu: “Haydi, çabuk hazırlan da götürelim şunu?” “Biraz daha beklesek?” dedi kocası. “Bir gün daha beklemeye dayanamam, bugün izinlisin, götürüp bırakalım şunu bir daha buraya gelemeyeceği bir yere.” “Gelecek haftaya götürelim öyleyse?” diyen adamın bu işi yapmak istemediği anlaşılıyordu. Kadın çok kararlıydı Kerem’den kurtulmaya.
“Hayır Burak, hemen hazırlan, biraz sonra götürüyoruz bu kediyi.”
“Uzak mahallelerden birine götürüp bıraksak?”
“Kedi, evinin nerede olduğunu çok kolay bulur aynı şehirde olduktan sonra derdi rahmetli babaannem. Onun için çok uzaklara bırakmalıyız bu uyuzu.”

Kadının bu kararlılığını gören Kerem, bir an kaçıp saklanmak istedi ama bunun için kapının açılması gerekiyordu. Balkon kapısına baktı, zor da olsa oradan çatıya tırmanabilirdi, o da kapalıydı. Bir kendisine yaşam veren Elvan’ı gözlerinin önüne getirdi, bir de yaşamı kendisine zehir etmek için uğraşan yeni ev sahibi kadına baktı. İkisi de insan bunların, niye birbirlerine hiç benzemiyorlar diye düşündü. Üzerinde eşofmanları olan adamın soyunup elbiselerini giymeye başladığını gören Kerem’in umutları yavaş yavaş sönüyordu. Adam son bir kez daha bu istemediği işi yapmamak için karısına dönüp: “Birkaç gün daha dursa şu kedi?” diye sordu.
“Bu küçücük dairede ayağıma takılan bu kediyi istemiyorum, anladın mı Burak?” diye bağırdı kocasına kadın.
“Büyük dairede otursak yine atarsın sen bu kediyi, nedir senin bu nefretin kedilerden?”
“Ben kedilerden nefret etmiyorum, bundan nefret ediyorum, anladın mı beni?”
“ Niye nefret ediyorsun bu zavallıdan, söyler misin?”
“Zavallıymış, şu sağ ön ayağının patisine bakar mısın sen” deyip Kerem’in fazla parmağını gösterdi kadın kocasına. Adam hiç önemsemedi karısının söylediklerini.
“Biliyorum, ben de gördüm onu. Ne varmış patisi öyleyse hayvanın?”
“Bunun uğursuzluk olduğunu bilmiyorsun demek?”
“Nereden çıkarıyorsun bunun uğursuzluk olduğunu? Ben inanmam öyle şeylere.”
“Bizim de öyle bir kedimiz vardı, o doğduktan sonra ailenin başına gelmeyen kalmadı.”
“Ne ilgisi var be karıcım? Nasıl inanıyorsun böyle saçma sapan şeylere?”
“Saçma falan değil Burak, doğruyu söylüyorum ben. Fazla konuşma da söyle bakalım, ben mi yoksa bu uyuz kedi mi?” deyip son sözünü söylemişti kadın. Kocası onun bu tavrına çok şaşırmamıştı, karısını iyi tanıyordu. Karı kocanın kendisi için tartıştıklarını tavırlarından anlıyordu Kerem. Sonucun nereye bağlanacağını merakla bekliyordu.

“İlle de dediğini yaparsın değil mi karıcığım? Hazırlan da gidelim bakalım, götürelim zavallı kediciği uzak bir yere” diyen adam gerçekten üzgündü. Ama yine de fazla bir şey yapamıyordu, karısını bir kediye değişmenin bedelinin pahalı olacağını biliyordu. Kadın kocasına arkasını dönmüş, utku kazanmışçasına gülüyordu. Kocası bunu görmedi ama Kerem durumun ayırtındaydı. Daha önce hazırlığını yapmış olan kadın, Kerem’i içine koyduğu çuvalın ağzını sıkıca bağladı…

    

Kerem’i koyduğu çuvalın ağzını sıkıca bağlayan kadın, isteksizliğine karşın, kocasını zorla, kediyi komşu kente kadar götürüp bırakmaya razı etmişti. Çuval içerisindeki Kerem’i bagaja koyarak yola çıktılar. Adam, eski sahibi gelip alıncaya dek bir kediye bakamadıkları için üzgün, kadın ise “uyuz kedi” dediği Kerem’den kurtulacağı için çok sevinçliydi.

Kerem kapatıldığı çuvalın ağzı da bağlandıktan sonra sıkıcı bir karanlık içerisine düşmüştü. Bu yapay karanlık onu çok ürkütmüştü. Niye bir çuvalın içerisine kapatılmıştı; üstelik de sıkıca bağlanmıştı çuvalın ağzı? Bunun nedenini düşünmeye başladı Kerem. Kadının kendisine gösterdiği acımasız tavırdan buralardan sürgüne gönderileceğini düşündü ve yüreği burkuldu. Seyrek dokunan çuvala sızan ışık biraz olsun avutuyordu onu. Gözleri de yavaş yavaş alıştığı için görme yeteneği de artmıştı. Son bir kez görmeye çalıştı çocukluğunu ve gençliğini geçirdiği evi ve Elvan’ı düşündü. Buralardan ayrıldığında mavi boncuklu sevgilisi Aslı’yı ve yüzlerini görmediği yavruların babasız büyüyeceklerini düşündü. O bunları düşünürken ev sahibi adam Kerem’in içerisinde bulunduğu çuvalı alıp eşiyle birlikte arabalarının olduğu yere getirdi. Bagaja kapatıldığında ise dünyası iyice kararmıştı. Arabanın homurtulu sesini duydu Kerem, daha sonra da kendisi için bir bilinmeze doğru yola çıktı otomobil.

Üç saat kadar sürmüştü araba yolculuğu. Arabayı durdurup Kerem’i çuvaldan silkeleyerek çıkardığında ev sahibi kadın, sanki özel olarak onun düşmesi için uğraşmıştı. Kendini toparlamaya vakit bulamadan sırt üstü yere düşen Kerem, atik bir devinimle kendisini toparlayıp dört ayağı üzerinde durdu. Kadın’ın yüzüne, onun gözlerinde ne göreceğini bildiği için hiç bakmadı. Adamın yüzüne baktığında onun gerçekten üzgün olduğunu gördü. O adama bakarken kadının:
“Ne bakınıyorsun uyuz kedi” deyip karnına yapıştırdığı tekmeye karşı önlem alamamıştı. Top gibi havaya zıplayan Kerem, yeniden dört ayağı üzerine düştü.
“Hem sokaklara atıp, açlığa terk ettin zavallıyı, bir de tekme atıyorsun hanım. Neden böyle acımasızsın sen?”
“Senin gibi merhametli ve sulu göz olmamı mı istiyorsun? Hayatta acımasız olmazsan herkes tepene biner. Kaç yıldır bir müdür olamadın bankada. Herkes hakkını yiyor, sen sesini çıkaramıyorsun bile. Mıymıntılığın yüzünden hakkını yediriyorsun herkese. Bu kediye bari hakkını yedirme. O küçücük evi bununla bölüşüp ikide bir kedi maması, manca alıp boşu boşuna para ödemenin gereği var mı?”

“Yaşam senin anladığı kadar basit değil” deyip arabasına doğru yürüdü adam. Arabaya binerken de kendilerinden uzaklaşmaya başlayan Kerem’e bakıp: “Haydi hoşça kal kedicik” dedi. “Gidişi olsun da gelişi olmasın inşallah” diye nefret dolu bir ses tonuyla konuşan kadın da kocasının arkasından arabaya doğru yürüdü.

Kerem’i kentin içerisine bile bırakmamışlardı, herhalde kadının işidir bu diye düşündü kedicik. Varoşlara doğru yürürken karnı da acıkmıştı. Bir kilometre kadar yürüdü, evlerin yanına gelmişti. Çevresine bakındı, kedi göremedi; birkaç köpek vardı başıboş dolaşan. Birinin önünde küçük bir çöp yığını vardı, orada yemek için bir şeyler arıyordu. Yavaşça sokuldu çöplerin olduğu yere doğru Kerem. Köpek onun geldiğini görmüş, başını kaldırıp Kerem’e bakmıştı. Kerem korkmuş ve oraya daha fazla yaklaşmadan durmuştu. Yemek için orada bir şey bulup bulamayacağını bilmiyordu, bir kavgayı göze almanın gereği var mıydı şimdi? Köpek zayıftı ama iri bir şeydi. Kedilerle bile kavga etmesini bilmeyen Kerem, bu koca köpekle nasıl kavga edebilirdi. Korkmuştu doğrusu. Orada durup köpeğin gitmesini bekledi, o ayrıldıktan sonra çöplerin yanına kendisi gidecekti.

Bu siyah tüylü köpek bir süre baktı Kerem’e. Kerem korkmuştu köpeğin kendisine saldıracağını düşünüp. Dikkatli bakınca koca köpeğin bakışlarında her hangi bir düşmanlık izi göremediği gibi, dostça pırıltılar fark etti. Köpek üç dört metre kadar geri çekilip çöplerin yanından ayrılmıştı. Bakışlarında, “Gel sen de bir karıştır çöpleri, belki bir şeyler bulabilirsin” der gibi bir anlam vardı. Yavaş adımlarla oraya doğru yaklaştı Kerem. Çöpleri karıştırdı ama işine yarar bir şeye rastlayamamıştı. O da birkaç metre uzaklaştı çöplükten. Köpek onun korkutmamaya çalışarak yanına yaklaştı, bir şeyler anlatmak istiyordu. Biri köpek, diğeri kedi olduğu için aynı dili konuşamıyorlardı. Köpek kente doğru birkaç adım atıp durdu ve Kerem’e baktı. Kerem onun ne anlatmak istediğini düşünürken köpek yine birkaç adım atıp geriye dönüp ona baktı. Kerem, kendisinin peşine takılmasını anlatmak istediğini anladı köpeğin. Koşarak yanına gitti. İkisi birlikte varoşları geçip kentin içlerine doğru ilerlediler. Çevreyi denetleyen köpek kimsenin olmadığını görüp burnuyla bir çöp bidonunun kapağını açtı. Bidonunun kapağını kaldırmayı başarmıştı ama bu arada burnu da kesilmişti. Kanayan burnuna baktı Kerem, yalamak istedi kanı ama buna razı olmadı Köpek ve onun bir an önce çöp bidonuna atlamasını istedi; hatta burnuyla da bidonun içerisine girmesine yardımcı oldu. Bu sırada Kerem’in tüyleri kanlanmıştı. Çöplerin içerisindeki naylonları pençesiyle yırtan Kerem birinin içerisinden çıkan fazla sıyrılmamış tavuk kemiklerindeki etleri yemeye başladı. Öyle dalmıştı ki aç karnını doyurmaya, kendisine bu iyiliği yapan köpeği unutmuştu. Utandı kendisinden. Dişlerinin arasına aldığı, içerisinde tavuk kemikleri olan poşetle fırlayıp çöp bidonundan dışarıya çıktı. Köpekle birlikte yemeye başladılar tavuk kemiklerini. Bugüne dek hiç yememişti böyle uğraştırıcı bir yiyecek Kerem; yine de çok hoşuna gitmişti. Karnını doyururken bir yandan da yeni arkadaşına bakıyordu göz ucuyla.

Bu keyifleri çok uzun sürmedi. Yoldan geçmekte olan iki yetişkin çocuk bir yerlerden buldukları taşları, mermi gibi köpeğin üstene yağdırmaya başladılar. Bu saldırıdan Kerem de hakkına düşeni fazlasıyla almıştı. Birlikte koşarak oradan uzaklaştılar. Biraz gittikten sonra arkalarına baktıklarında gelen giden yoktu. Bir kıyıya çekilip dinlendiler. Köpek gündüz vakti bidonları açıp içinde yiyecek aramanın tehlikesini biliyordu. Kedinin kötü durumda olduğunu anlayıp böyle bir şeye girişmişti bugün. Bu işi gece, kimselerin ortalıkta olmadığı zamanlarda yapardı o. Birlikte karanlığın çökmesini beklediler. Gece olunca da yine kentin ve sokakların yabancısı olan arkadaşını peşine takıp çöp bidonu bulmak için yola koyuldular. Buldular da, hele bidonlardan birinde bütün bir ekmek vardı; biraz bayattı ama onlar için hiç önemli değildi, sorunları aç karınlarını doyurmaktı. Bir güzel yediler ekmeğin yarısını. Diğer yarısını da ağzında, yatacakları kuytu yere kadar getirdi köpek. Daha önceden bulmuştu burayı, kente bırakıldığından beri orada yatıyordu köpek. Yıkık bir evin çökmemiş kısmında, içine birkaç da paçavrayla yayıp kendisine bir yer yapmıştı Kerem’in yeni arkadaşı. Bu yeni arkadaşına, kendisine gösterdiği yakınlıktan dolayı “Dost” adını taktı Kerem...

Dost’la Kerem yazı birlikte geçirdiler. Yıkık evdeki yuvaları, yerine apartman yapılmak üzere yıkılıncaya dek yer sıkıntısı çekmemişlerdi. Dozerlerin yuvalarını yıkışını birlikte izleyip yeni bir yer aramaya başladılar. Bunun için kent dışına çıkmaları gerekti. Bu da, her gece çöp bidonlarında yiyecek aramak için uzun bir yol yürümelerine neden oluyordu. Varoşlarda da birkaç bidon vardı ama içlerinde yemek ve ekmek artığı bulmak çok zor oluyordu. Kemikler sonuna dek sıyrılıyordu, yemekler yiyenlere az geldiği için artırılması söz konusu değildi; onun için de şehir merkezine gitmek zorundaydılar Dost’la Kerem. Karınlarını doyurmak için bunu yapmaları gerekiyordu. Dost’un üstü başı Kerem’le tanıştıklarında da pisti ama şimdi iyice değişmekteydi rengi. Kerem ise ne kadar yalanırsa yalansın üstündeki kirleri çıkaramıyordu. Eskiden tertemiz olan tüyleri, kirden, bakımsızlıktan ve zayıflamaya başladığından parlaklığını iyice yitirmişti.

Her türlü zorluğa katlanarak süren yaşamları birden kararmaya başlamıştı. Kentin belediyesi bidonların yerine tüm kente konteynır denilen çöp kapları koymaya başlamıştı. Bunları burnuyla açamıyordu Dost. Bu durumda açlık günleri başlamış oluyordu iki arkadaş için. Birlikte hırsızlığa çıkmaya karar verdiler. Açlık hiçbir şeye benzemiyordu; ancak üç gün dayanabilmişlerdi midelerinin kazınmasına. Bir gün fırından dönen küçük çocuğun elinden ekmeği çalıp kaçmıştı Dost. Daha sonraki gün büyükçe bir balık çalmıştı tezgâhtan Kerem. Bu durumlara alışkın olmayan Kerem’e çok zor geliyordu başkalarına ait şeyleri çalmak. Yerken boğazına diziliyordu çaldıkları. Zaten ikinci gün gittiğinde başka bir balıkçı tezgâhının yanına, kocaman bir taş yemişti, az daha kırılıyordu bel kemiği. Barınağa kadar zor yürüyebilmişti o halde. Şimdi de kendilerine yuva edindikleri kötü bir ağaç kovuğunda yatıyorlardı. Dost yalnız başına ikisinin karnını da doyurmak için uğraşıyordu. Daha çok fırınların yakınında pusuya yatarak küçük çocukların ve yaşlı insanların elindeki ekmeği çalıp kaçıyor; bununla kendi karnını doyurup bir bölümünü de arkadaşı Kerem’e getiriyordu.

Sürgün günleri iki arkadaş için de çok zorlu geçiyordu. Önleri de kıştı. Kışın barınmak ve karınlarını doyurabilmek yaza göre daha zor koşullarda olacaktı, bunu iyi biliyordu Kerem’in arkadaşı Dost. Yine de morali bozulmasın diye bu durumu Kerem’e hiç belli etmiyordu. Böyle kötü günlerde yaşamını sürdürenler ne denli az şeyi kendilerine dert edinirlerse o kadar az üzülürler; böyle şeyleri çetin yaşam koşullarında öğrenmişti Dost. Kerem, beline yediği taş yüzünden kötü barınaklarda geçirdiği bir haftada canı çok sıkılarak vakit geçirmişti. Yaşam savaşını verirken ayrılmak zorunda kaldığı sevgili Aslı’yı pek fazla getirememişti aklına. Hareketsiz kaldığı o bir hafta boyunca durmadan Aslı’yı düşündü. Onu hiç aramadığı için, kendisi için kim bilir neler demiştir mavi boncuklu güzel Aslı’sı. Onun ne kadar hayırsız olduğunu, çocuklarını bile bir kez olsun görmeye gelmediğini söylemiştir yetim büyüyen yavrularına. Haksız da değil diye düşündü Kerem. Hatta kendisinden öç almak için başka bir sevgili bulmasına bile hak verdi Aslı’nın. Hak verdi vermesine ama yüreğinin acıyla burkulduğunu duyumsadı o an. Onu sürgüne gönderen ev sahibi kadına bir kez daha kızdı. Kızmaktan başka bir şey yapamıyordu. İnsanlar olsa ne biçim söverlerdi öyle bir kadına; Kerem kedi olduğu için ne küfür bilirdi ne de kötü bir söz. Sokağa kedi köpek atmasını da bilmezdi hayvanlar. Ev sahibi kadının konuklarına söylediklerini duyduğunda çok korkmuştu insanlardan Kerem. Kadın, Elif’in tutukluluğu konuşulduğunda neler demişti öyle? Avukat’ın söylediğine göre öyle kötü şeyler yapmışlardı ki Elvan’a, inanılacak gibi değildi. İnsanın insana, hele bir kadına yapılmayacak eziyetlerdi bunlar. Ne biçim işler bunlar böyle, hem aklı, hem beceriyi bunlara verdikten sonra niye böyle korkunç işler yapmalarına izin veriyor Tanrı diye düşündü.

Belinin ağrısı geçtiğinde bir haftalık sıkıntısını gidermek için dışarılara çıkmıştı Kerem. Sonbahar gelmiş, yapraklar yavaş yavaş sararıyordu. Güneş bulutların arkasından çıkıp, kendisini biraz gösterdikten sonra yeniden kayboluyordu. Biraz yürüyüp sokakları dolaşan Kerem yorulduğunu anlayıp geri dönmeye karar verdi. Bel kemiği ağrımış, o kadarcık yol bile onu halsiz düşürmüştü. Derme çatma barınaklarına geldiğinde çok yorulmuştu. Uzanıp biraz dinlenmek üzereyken dışarıda tuhaf bir soluma sesi duydu. Meraklanmıştı; duyduğu bu sesin ne olduğunu görmek için başını barınak kapısından dışarıya uzattığında gözlerine inanamadı. Arkadaşı Dost, sürünerek kulübeye yaklaşmaya çalışıyordu. Koşarak ağzından salyalar akan Dost’un yanına gitti Kerem. Başıyla ve gövdesiyle iterek ona yardım etti ve barınaklarına girmesini sağladı.

Kerem arkadaşına ne olduğunu anlayamamıştı. Zavallı Dost, hayatında ilk kez el kadar bir et parçası görünce gözleri parlamış, bu ziyafete bir an önce konmak için de kısmetinin üzerine tüm hızıyla gitmişti. Bunun ölüme gidiş olduğunu bilmiyordu zavallı. Yemeğe başladığında, bir köpek için tadına kolay kolay doyulamayacak bu et parçasının sonlarına gelmişti. Tam bu sırada kader arkadaşı Kerem’i anımsadı. Kalan eti dişlerinin arasına kıstırıp barınaklarına doğru yürümeye başladı. Çok geçmeden başı dönmeye, içi bulanmaya başlamıştı Dost’un. Yolda iki köpek ölüsü görmüş, morali bozulmuştu. Büyük bir gayret göstererek kulübeye yaklaştığında bacakları titremeye başlamıştı. Son gayretle birkaç adım daha attı ve yere yıkıldı. Anlamıştı öleceğini Dost. Ölmeden önce arkadaşına son bir kez görerek bu dünyadan öyle ayrılmak istiyordu. Kerem’den başka dostu yoktu, onun için öldüğünü anladığında son olarak bir dostun gözlerinin içine bakarak bu dünyaya hoşça kal demeyi düşünüyordu. Kerem’in yardımıyla barınağa girdiğinde arkadaşının gözlerinin içine bakarken tuhaf bir ses çıkardı. “Ölüyorum arkadaşım” mı diyordu, yoksa “Yaşamım boyunca güzel bir gün göremedim” mi diyordu. Belki de: “Kırk yılda bir, el kadar bir et parçası buldum, o da boğazımda kaldı” mı diyordu bunu anlayamadı Kerem. Anladığı bir şey vardı, ölecek olan arkadaşı, her şeye karşın kendisini zorlayarak, onu son bir kez olsun görmeye gelmişti. Dostunun yüzüne baktığında Kerem’i en çok şaşırtan şey, onun göz pınarlarında biriken sonra da süzülüp toprağa düşen gözyaşlarıydı. Ve Kerem, “Demek köpekler de ağlarmış” diye düşünmekten kendisini alamadı.

Bu olay Kerem’i çok etkilemişti. Arkadaşının ölüsünü birkaç gün bekledi ve aynı barınakta kaldı onunla. Daha sonra Dost’un ölüsü kokmaya başlamıştı; bu arada sinekler de üşüşmeye, Kerem’i de rahatsız etmeye başlamıştı barınakta. Oradan ayrılmak zorunda kaldığında nereye gideceğini bilemeyen Kerem, bir sağa bir sola yürüdü. Yavaştan çiselemeye başlayan yağmurda ıslandığını görünce bir barınak bulmak için hızlı hızlı yürüyüp sığınacak bir yer aradı. Yoktu, kendisini yağmurdan koruyacak bir barınak bulamıyordu. Bir evin yağmur almayan, üstü örtülü kapısının önünü görünce koşup oraya büzüldü. Bu geçici çare ona pahalıya mal olmuş, apartmanın kedi sevmeyen kapıcısı elindeki faraşı gücünün yettiği kadar sallayarak kafasına indirmişti. O da ”Uyuz kedi” demişti kafasına faraşı indirirken. Yine sokaklara düştüğünde yağmur azalmıştı; biraz sonra da dindi. Arkadaşının acısından açlığını birkaç gündür unutan Kerem, şu anda anımsamak zorunda kalmıştı, çünkü bağırsakları guruldamaya, bacakları da dermansızlıktan titremeye başlamıştı. Biraz ileride kalın bir su borusu gördü. Gidip denedi, rahat girebiliyordu içine. Burada kalabilirim daha sonra deyip karnını doyurmak için yollara bir kez daha düştü. Yiyecek bir şey yoktu. Bir bahçeye girip orada bulunan otları yemeye başladı, açlığı geçer gibi olunca da gidip daha önce gördüğü su borusunun içine girip uykuya daldı. Çok geçmeden karın ağrısıyla uyandı, yediği otlar karnını ağrıtmıştı. Sabaha dek karın ağrısıyla kıvrandı.

Ertesi sabah uyandığında soğuk bir hava vardı. Koşup ısınmak istedi, gücü yetmiyordu buna. Zorunlu olarak, yavaş yavaş yürüyerek kentin merkezine geldi. Bir kasabın önünde durup ağzının suyu akarak vitrindeki etlere baktı. Yanında iki kedi daha vardı onun gibi ağızları sulanarak vitrine bakan. Baktı ki vitrindeki güzellikleri izlemenin bir yararı yok, kendisine gidip yiyecek bir şeyler bulmak için yürümeye başladı. Sokaklarda hiç köpek kalmamıştı, belediye hepsini zehirlemişti arkadaşı Dost’la birlikte. Yolda atılmış ya da düşmüş, biraz da çamurlanmış, yarım simit parçası gördü Kerem. Hemen durup ağzına alarak kimse görmeden yiyebileceği bir yere götürdü. Simidi yiyince birazcık gücü yerine gelmişti. Yiyecek aramaktan, ya da denk getirebilirse çalmaktan başka çare yoktu.

Elvanla birlikte geçen o mutlu günleri daha çok anımsamaya başlamıştı bu son günlerde. Gözaltına alındıktan sonra tutuklanmıştı Elvan. Altı ay kadar hapis yattıktan sonra, tutuksuz yargılanmak üzere salıverilmişti. Annesinin babasının oturdukları kente gidip bir süre dinlenmiş, daha sonra da geçen yıl okuyamadığı ve son sınıfına gittiği okuluna devam etmek için hazırlık yapıyordu o gün. Çarşıdan birkaç parça bir şey almak için çıkmıştı dışarıya. Karşıdan gelirken onu görüp hemen tanıdı Kerem. Bir an düş görüp görmediğini düşündü, o da Elvan’ı düşünüyordu o an. Düş değildi, gerçekten çok sevgili arkadaşı Elvan geliyordu karşıdan. Koşarak Elvan’ın yürüdüğü yana gelirken az daha bir taksinin altında kalıp ezilecekti. Bu durumu Elvan görmüş ve bir çığlık atmıştı. Zayıf kedi ondan hiç umulmayacak bir çeviklikle kendisini kurtarıp Elvan’ın ayaklarının dibine düşmüştü. “Sokak kedileri böyle çevik oluyor demek? Benim Kerem olsaydı kurtulamazdı” diye düşündü Elvan. Kediyi sevmek istedi ama baktı ki çok pis bundan vazgeçti ve yürüyüp gitti. O daha yanından ayrılmaya başladığında Kerem acı acı miyavlamaya başladı. Elvan irkilerek durdu ve arkasına döndü; bu, sesi tıpkı Kerem’e benzeyen kedi onun babası olmasın sakın diye geçirdi aklından. Sonra bunun saçma bir düşünce olduğunu, böyle bir şeyin olamayacağını düşündü. Hem, olsa bile ne işe yarar böyle bir yakınlık deyip yeniden yürümeye başladı. Kedi, hem arkasından koşuyor hem de ona bir şeyler söyleyecekmiş gibi bağırıyordu. Yoldan geçenler de kedinin yaptıklarına ilgisiz kalamıyordu. Elvan durup kendisine iyice yaklaşmış olan kedinin gözlerine bir süre baktı. Kerem de umutla ona bakıyordu. Gözler aynıydı ama Elvan’ın tanıdığı Kerem’in gözlerini içi her zaman gülerdi, bu kedininkilerse yaşlıydı. Komşu kedilerden dayak yiyip veterinere gittikleri gün bile gülüyordu onun gözlerinin içi. Gittikçe daha fazla ağlamaya başlamıştı bu sokak kedisi, hem de Elvan’ın hiç görmediği biçimde, gözyaşlarını çeşme gibi akıtarak yapıyordu bunu.

Ne rengi, ne iriliği Kerem’e benzeyen bu kediye acıyarak bakan Elvan, şu anda bu sokak kedisini alabilecek durumda değildi. Akşama okulunun olduğu kente gitmek için otobüse binecekti. “Birkaç gün daha olsaydı buradan gidişime alırdım seni zavallı kedicik” deyip, gözpınarlarında biriken iki damla yaşı kimseye göstermemeye çalışarak ellerinin tersiyle silip, yeniden yürümeye başladı Elvan. Bir türlü arkasını bırakmıyordu onun Kerem, bu benim son şansım yeniden mutlu olmak için, yoksa kimse beni sokaktan evine alıp karnımı doyurmaz. Bir daha beni hiç kimse kucağ

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar