Hasan ÖZTÜRK
Yavru kedi ailesini hayal meyal anımsıyordu. Belki üç, belki dört kardeştiler. Annesi, kendisi gibi tekir olabilirdi. Nereden bilsin zavallı? Onu bu çimlerin üstüne bıraktıklarında ne sayı saymasını biliyor, ne de renkleri tanıyordu. En son onu buraya bırakan kocaman bir çift eli anımsayabiliyordu sadece. Bir pislikten kurtulmuşçasına ellerini birbirine sürtüp temizlemek isteyen bir çift el! Kendilerine en akıllı varlık diye dünya teslim edilmiş olan insanlar, sorumluluklarını böyle yerine getiriyorlardı işte. At kurtul, gözlerini kapatıp görme kurtul, öldür kurtul...
Minik kedi o güne dek annesini emmişti. Karın nasıl doyurulur, acıkınca anne sütü bulamazsa ne yapılır bilmiyordu. Sabah erkenden bu çimlerin üzerine bırakıldığında karnı toktu, şimdi ise öğlen olmuş karnı acıkmıştı. Çevresine baktı, annesini arıyordu gözleri. Birkaç kez “neredesiniz?” dercesine miyavladı, ne annesi ne de her gün birlikte oynadığı kardeşleri vardı etrafında. Karnım bari bu kadar aç olmasa diye düşündü içinden. Akşam olup hava kararmaya başladığında açlığı dayanılacak gibi değildi. Üstelik korkmaya başlamıştı. Çimlerin bittiği yerdeki duvarın dibine gidip büzüldü ve sabaha dek korkarak, açlık çekerek sabahı orada etti.
Sabah olup da etraf aydınlanınca gözleri yine annesini ve kardeşlerini aradı. Ne gelen vardı ne giden. Biraz sonra bir karga kondu çimlerin üzerine. Gagasıyla toprağı karıştırıp bir şeyler yiyordu. Onun bu hareketi, minik kedinin karnının iyice acıkmasına neden olmuştu. Karganın yanına yaklaşıp onun neler yediğini görmek istedi; hatta belki kendisine de verir o yediklerinden diye düşündü. Yavaşça karganın yanına yaklaşan minik kedi, onun ne yediğini görmeye çalışırken birden olan oldu. Karga yanına gelen bu zavallı yavrunun üzerine atlayıp, sol gözünü bir gaga darbesiyle yuttu. Çok canı yanıyordu küçük kedinin, dünyası kararan yavrucak o anda kaçıp diğer gözünü kurtarmak, aynı acıyı bir kez daha duymamak için koşarak oradan uzaklaştı. Bir duvarın dibine gidip bir çalının arkasına gizlendi. Tek gözüyle kargaya bakıyor, diğer gözünü de yitirmek istemiyordu. Çimdeki kargalar bir derken iki, iki derken üç olmuştu. Hepsi gagalarıyla bir şeyler bulup yiyordu. Yavru kedi bir türlü akıl erdiremiyordu karganın niye kendisine bu kötülüğü yaptığına. Canı çok yanıyor, açlıktan başı dönüyordu. Birden ayağının yanında bir hareket duyup irkildi. Baktığında büyükçe bir solucanın ayağına sürtünerek geçtiğini gördü. İlkin biraz uzaklaşıp solucandan gelebilecek zararı savuşturmayı düşündü ve öyle de yaptı. Eski günleri olsaydı onunla oynarlardı kardeşleriyle. Şimdi ise yalnızdı; ya kendisine kötü bir şey yaparsa bu yerde sürünen şey diye düşünüp, birkaç adım daha geriye çekildi solucandan. Solucanla ilgilenirken kargaları unutmuştu küçük kedi. İşte tam bu sırada hızla önüne konan bir karga yere basar basmaz minik kedinin önünden geçen solucanı gagasının arasına alıp, başını birkaç kez öne arkaya hareket ettirerek yuttu. Kalan tek gözünü fal taşı gibi açmış ona bakıyordu yavru kedi. Birden, bir gözünü başka bir karganın yuttuğunu anımsayıp koşarak oradan uzaklaştı.
O gün de akşam oluyordu ve yavrucuk ağzına bir lokmacık koymamıştı. Hava kararırken kargalar da çoktan gitmişlerdi. Kargaların karınlarını doyurdukları yere gidip merakla inceledi otların arasını. Onların neyle karınlarını doyurduklarına bakıyordu. Tam o sırada küçük bir böcekle göz göze geldi, o da hiç kedi yavrusu görmemişe benziyordu. Minik bir an onunla oynamayı düşündü. Karnı öylesine acıkmıştı ki, oyundan önce bir şeyler bulup yemek istiyordu. İşte tam bu sırada büyük bir kedinin gelip bir pençede kendisine bakan böceği yakaladığını ve ağzına attığını gördü. Büyük kedi, küçük kedinin şaşkın bakışları arasında biraz öteye gidip bir böcek daha yakalayıp ağzına attı. Büyük kedi çevrede böcek arayarak oradan uzaklaşırken, minik kedi düşünmeye başladı. Kendisi bakınırken karganın gelip solucanı, kedinin de böceği yutmasını düşündü. Karnını doyurması için onun da bir şeyler yapması gerektiğine karar verdi. Bu dünyada her canlının karnını doyuracağı bir şeyler vardı demek. Karanlık basmaya başladığından bu günlük bir şeyler yapamayacağını fark etti. Ertesi gün yemek için solucan, böcek gibi canlıları arayıp bulacak ve karnını doyuracaktı. O akşam hoşuna gitmese de biraz çim yiyip açlığını köreltmeye çalıştı. Gece karnı çok ağrımıştı ama yine de fazla açlık çekmemişti. Duvarın dibine büzülüp sabahı etmek için uyumaya çalıştı.
Ertesi sabah etraf aydınlandığında uyandı. Karga tarafından yutulan gözünün yeri çok acıyor, diğer yandan açlığa dayanamıyordu. Her şeye karşın yaşamak için savaşıp bu kötü durumdan kurtulmayı düşündü. Savaşırsa belki annesine ve kardeşlerine yeniden kavuşabilirdi. Çimlerin olduğu yere gidip araştırmaya başladı yiyecek bir şey var mı yok mu diye. Küçük bir böcek bulup ağzına attı. Bu ilk avı kendisini çok mutlu etmişti. Aç karnı için bu kadarcık yiyecek hiç yeterli değildi ama güzel bir başlangıçtı onun için. Böceğin tadı da hiç fena değildi. Tam ikinci böceği yakalayacağı sırada tepesinde bir kara bulut belirdi. Başını kaldırdığında üstündekinin kara bulut olmadığını gördü. Bu onun bir gözünü çıkarıp yutan kargaydı. Karga gözlerini yavru kediye dikmiş bakıyordu. İşte tam o sırada kendisinin de şaşırdığı bir hareket yaptı minik kedi. Korkudan kaçmak yerine, tüm gücüyle karganın üzerine atılıp küçük pençesiyle onun yüzünü tırmalamıştı. Bunu kaçamayacağını düşündüğü için mi, yoksa öcünü almak için mi yaptığını kendisi de bilemiyordu. Ama yaptığı bu cesurca eylem işe yaramıştı. Koskoca karga canının acıdığını gösteren bir ses çıkarmış ve kendisini geriye atmıştı. Minik kedi bu fırsatı kaçırmayıp tüm gücüyle oradan kaçmış uzakta bir duvarın arkasına saklanmıştı.
Duvarın dibinde bir süre karganın gelip kendisini bulacağından korkarak bekledi yavru kedi. Gelen giden olmamıştı, çevresini denetleyerek duvarın dibinden çıktı. Duvarın dibinde korkuyla beklerken, yakında bir yerlerde tuhaf sesler duymuştu. O seslere doğru gitti. Önüne çıkan duvarın üstüne zorla tırmanarak aşağıya baktı. Avluda bir çilli horoz ve on kadar tavuk gördü. İlk kez böyle şeyler görüyordu. Kargadan büyük bu kanatlılara bir süre baktı. “Bunlar yalnız gözümü değil beni de yutarlar” diye düşündü içinden. “Hele şu çilli horoz korkunç bir şey, tavukları altına alıp ezdiğine göre benim pestilimi çıkarır; en iyisi buradan gitmek” deyip, tam oradan ayrılmaya karar verdiği anda, küçük, güzel bir kız çocuğunun “Gel bili bili” deyip tavuklara küçük ekmek parçaları attığını gördü. Tavuklar koşarak ekmek parçalarını yemeğe gittiler. Karnı öylesine acıkmıştı ki yavru kedinin, küçük kızın attığı bu ekmek parçalarından biraz kapıp yiyebilmek için ne olursa olsun deyip aşağıya indi. Uzaklara kadar gelen küçük ekmek parçalarından birkaç tane kapıp yedi. Bir tane ekmek parçası da horozun tam iki ayağının arasına düşmüştü; üstelik de epeyce büyüktü bu parça. Yavru kedi, gözünü karartıp oraya doğru yürümeye karar verdiğinde horoz da yiyecek başka parçalar aramak için geriye dönmüş ve yavru kediyi görmüştü. “Gorrrk ” diye bir ses çıkardı horoz. Yavru kedi korkarak birkaç adım geri çekilip büzüldü. Horoz bu çıkardığı korkunç sesle yetinmeyip yavrunun üstüne doğru tüm hızıyla ve kabararak koştu. Yavru kedi kendisini arkaya atıp kaçmaya başladı. Aralarındaki kovalamaca bir süre devam etti. Horoz bu arada birkaç gaga darbesinde bulunmuş, ancak bunları boşa çıkarmıştı. Bir kez kuyruğuna denk gelmişti horozun gagası. Belini falan tutsaydı o gaga, oracıkta giderdi yavrucak. Bu böyle sürmezdi; yorulmuştu yavru kedi. Tam bu sırada bir mucize gibi, o devrilmiş çamurlu çizmeleri gördü, koşarak birinin içine girdi. Horoz çılgına dönmüştü. Ev sahibinin kırmızı renkli ve çamurlu çizmelerini gagalıyordu durmadan. Bu sırada evin küçük güzel kızı horozun çıkardığı tuhaf sesleri duyup gelmişti oraya. Horozu uzaklaştırıp çizmenin içine baktı ne var diye. Küçük kediyi görünce onu çıkarıp çizmeden kucağına aldı. Koşarak eve götürdü.
“Anne bak ne buldum” diye sevinçle bağırdı.
“Bırak kızım o pis kediyi kucağından” dedi annesi.
“Pis değil anne, bak ne güzel yavru?”
“Üstelik de kör görmüyor musun?” annesi böyle söyleyince ilk kez dikkatli baktı kız yavruya. Kör olduğunu gördü onun.
“Olsun anne. Bakıp büyütelim bunu?”
“Babanın kedi sevmediğini bilmiyor musun kızım? Götür onu aldığın yere bırak.”
“Aldığım yere bırakamam annecim.”
“Niye o?”
“Horozun elinden zor kurtardım yavrucuğu. Oraya bırakırsam parçalar bunu Çilli.”
“Peki, götür uzaklara bir yere bırak öyleyse.”
“Karnını doyurabilir miyim annecim. Ne olursun?”
“Biraz süt ver de içsin. Ondan sonra da götür uzaklarda bir yere bırak.”
Küçük kız yavrunun önüne bir çanak süt koydu. Yavru kedi, karnı iyice doyuncaya kadar içti sütü. Kız onu kucağına alıp istemeye isteme evden çıktı. Durumu fark eden yavru, adeta yalvarırcasına bakıyordu kızın gözlerinin içine. Bu bakışlara yüreği parçalanan küçük kızın yapacağı bir şey yoktu. Adımları öne değil de geri geri gitmek istiyordu sanki kızın. Annesinden çok babasına kızıyordu. “Bu eve kedi sokmayın” demişti bir defasında. Annesine yalvarabilirdi yoksa yavruyu eve almak için.
Arkadaşlarını düşündü içlerinde bu yavruyu almak isteyen olabilir mi diye. Aklına Aysun geldi. Kedileri çok severdi Aysun. Üstelik de çok sevdiği kedisi öldüğü için bu sıralarda bir yavru alabilirdi. Hemen koşa koşa onların evine gitti küçük kız. Fakat umduğu gibi olmamıştı: “Ben alırdım ama bu yavru kör” deyip küçük kızı kucağında yavruyla geri çevirmişti Aysun.
Diğer arkadaşlarını düşünmüş, içlerinde kediyi alabilecek olanlara üşenmeyip gitmişti. Hemen hepsi, yavrunun kör olduğunu söyleyip geri çevirmişlerdi onu. Başka çare kalmadığını düşünüp yavruyu bir cami avlusuna götürmeye karar veren küçük kız, onu bırakacağı yere yaklaştığında karşıdan uzun boylu, zayıf, on beş yaşlarında bir gencin kendisine doğru yaklaştığını gördü.
“Nereye götürüyorsun onu?” diye sordu genç.
“Caminin avlusuna bırakacağım” diye yanıtladı genci küçük kız.
“Nereden buldun bu yavruyu?”
“Bizim horoz öldürecekti elinden aldım.”
“Yazık değil mi, niye bırakıyorsun, evinde baksana ona?”
“Babam kedileri hiç sevmez. Onun için annem izin vermedi evde bakmama”
“Ne biçim baban var senin, bu yavruya kıyılır mı?”
“Kıyılmaz ama ben bir şey yapamam ki?”
“Başkalarına gittin mi, belki onlar alırlardı bu güzel yavruyu?”
“Gittim ama almadılar. Herkes kör diye beğenmiyor.”
“Ver sen onu bana. Asıl kör olduğu için almaları gerekir, ne biçim insanlar var dünyada.”
Kız yavruyu gence verirken sordu. “Abi, sizin adınız ne?”
“Benim adım Efe.”
“Ara sıra sevmeye gelebilir miyim ben bu yavruyu?”
“Gel. Bak, şuradaki pansiyon bizim.”
“Çok teşekkür ederim abi” diyen küçük kız sevinçle giderken arada sırada arkasına dönüp Efe’nin kucağındaki yavru kediye bakıyordu.
Efe, küçük kediyi babasıyla çalıştırdıkları pansiyona götürdü. Küçük kedi tüm bu olanlara akıl erdirmeye çalışıyordu. “Şu dünyada ne kadar değişik insanlar var; birbirlerine hiç benzemiyorlar, ne biçim şey bu” diye geçirdi aklından. Fakat pansiyona geldiğinden beri insanlar hakkındaki bu yargısını değiştirmeye başlamıştı küçük kedi. Efe’nin ailesindekiler birbirlerine çok beziyorlardı. Babası da, annesi de, ablası Zehra da çok iyi insanlardı; hepsi hayvanları çok seviyordu. Böyle sıcak yuvaya gelmenin tadını çıkaran yavrunun en büyük mutluluğu orada karşılaştığı kardeşiydi. Onu da sokaktan bulup pansiyona getirmişti Efe. Kokularını henüz unutmamış olan bu birbirinin kopyası iki kardeş kavuştuklarını anlayıp ikisi de çok mutlu olmuşlardı. Uyuyacakları zaman ikisi de birbirlerine sarılıp uyuyorlardı. Kendileri durumu anlamıştı, ama Efe çözememişti ikisinin bu derece birbirlerini sevmelerini. Babası, İbrahim Bey: “Bunlar kardeş” dedi Efe’ye. En ufak ayrıntılarına kadar birbirlerine benzeyen ve gelir gelmez birbirine sarılan bu yavruların arasındaki ilişkiyi çözmüştü Efe’nin babası.
İki kardeş bol bol oyun oynayıp zaman geçireceklerine, Küçük Kedi kardeşine çimlerin arasından böcek ve solucan avlamasını öğretmişti. Günlerinin büyük kısmını avcılık yaparak geçiriyorlardı. Aslında Efe onları aç bırakmıyordu hiç. Sütlerini eksik etmediği gibi yavaş yavaş da katı yiyeceklere alıştırmaya çalışıyordu. Özellikle Küçük Kedi yanına kardeşi Öksüz’ü (Efe sokaktan bulduklarında adını Öksüz koymuştu onun) alıp bol bol avcılık yapıyordu. Bu avcılık sırasında bir karga sesi duyduğunda Küçük Kedi’nin kaçıp duvarın dibine büzülmesine akıl erdiremiyorlardı hiç birisi.
Bir gün Efe ve ablası Zehra dikkatle izliyorlardı avcılık yapan iki kardeşi. Öksüz’ün önünden geçen büyük bir sineğe savurduğu pençe boşuna gitmişti. Küçük Kedi’nin kör tarafından geçip gidecek sanırlarken, o öyle bir pençe atmıştı ki, kocaman sinek onun küçük pençesinden kendini kurtaramamıştı. Diğer pençesiyle yardım edip onu etkisiz hale getiren yavru, Efe’ye ve ablasına bakıp onların kendisini alkışlamasını ister gibiydi sanki. Onlar da yalnız alkışlamakla kalmadılar, o güne dek Küçük Kedi (Kardeşinden biraz küçük görünüyordu) dedikleri yavruya “AVCI” adını koydular.
Efe ve ailesinin sevgisiyle günleri mutluluk içerisinde geçiren iki kardeş altı aylık olmuşlardı. Bir gün pansiyonun gündüzleri açık bırakılan kapısından bir kedinin ve yanında kendilerinin akranı olan başka bir kediyle içeriye girdiklerini gördüler. Kendilerinin kopyaları olan bu ana kediyle yanındaki kir içindeydiler. Çalmak için bir şeyler aradıkları belliydi. Pansiyonda Efe’den başka kimse yoktu, o da her zaman yaptığı gibi kitap okuyordu. Avcı, Efe’nin yanına gelip ağlarcasına miyavlamaya başladı. Efe, onun öyle miyavladığını hiç duymamıştı. Baktığında Avcı’nın tek gözüyle ona yeni gelen aç kedileri gösterdiğini fark etti.
Ana kedi, yavrunun bu yaptığına çok kızmıştı. Daha bir şey çalamadan, sahibine geldiklerini haber verip beline bir taş yemesine neden olacaktı bu bacaksız. Efe yavaş yavaş ayağa kalkarken bir yandan da Avcı’yı kucağına alıp seviyordu. Ana kedi, Efe’nin bir yerlere koşup eline bir taş alacağına, miyavlayıp kendilerini gösteren kediyi kucağına almasına şaşırmış, tuhafına giden bu gence bakıyordu. Ağır ağır dolaba doğru giden Efe’den bir zarar gelmeyeceğini anlamıştı ana kedi; üstelik de birçok tehlikeyi göze alıp buraya geldiğinden kaçmadı. Karnı öylesine açtı ki...
Efe dolaptan aldığı kedi mamasını iki yavrunun kaplarına boşalttı. Ana kediye ve yanındakine bakıp: “Gel pisipisi, gel” deyip çağırdı onları. Kucağındaki Avcı’yı da yere bıraktı. Çekine çekine gelip kendilerine verilen mamalarını yemeye başladılar hırsızlığa gelen kediler.
Efe, hiçbir şey yokmuşçasına gidip oturdu ve kitabını okumaya başladı. Ana kedi ve yanındaki çok aç olduklarından kısa sürede yediler kendilerine Efe tarafından ikram edilen yiyeceği. Ana kedi karnını doyurduktan sonra Avcı’nın yanına geldi. İlkin onu kokladı ve mutluluğunu belirten bir ses çıkardı. Sonra da karga tarafından oyulan göz çukurunu yaladı. Yanlarına gelen Öksüz’e bir süre baktı. Gelip uzun uzun kokladıktan sonra onun da yanaklarını yaladı ana kedi...
Yazarlar
-
Mümtazer TÜRKÖNEAhtapotun kolları 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNEmeğin Sosyolojisi ve Kapitalizmin Geleceği: Marx vs. Marx 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolYenilikçi bir İslam düşünürü Gannuşi 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANMahkemeye düşmüş siyaset 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENBölgede Trump operasyonu sürüyor 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORU3809 sayfa ve temel çelişki 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKRus cinleri imana nasıl hizmet etti? Tuhaf bir Soğuk Savaş hikâyesi 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURAK Parti üzerine doktora yapmış bir CHP lideri…. 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluÇözüm sürecinin CHP’si daha merkezde 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUÖzel ve CHP’ye dair son gözlemler 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerPATRON KİM? 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAİmamoğlu'na istenen 23 asırlık tarihi ceza: Roma İmparatorluğu kurulduğunda hapse girseydi hala ceza 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİddianamenin ruhu siyasi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRBakın Şahan'ı şikayet eden kimmiş? Her balkona havuz yapan müteahhit savcıya koştu! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçCHP hakkında kapatma davası açılır mı? Yok artık, daha neler! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuSuriye’de ‘altın oran’ nedir? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİÖzgür Özel'le kahvaltı: CHP nereye böyle? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZBir iddianameden fazlası: CHP’yi dizayn girişimi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDEN"Arananlar" zulmü ne zaman son bulacak? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraMemnuniyetsizler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİKemalizm’in dindarlarca rehabilitasyonu 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBelediyenin açıklaması gerçekleri gizliyor mu? 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciBir iddia-nağme 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNYerel yönetimlerle işbirliği kültür politikası için hayati 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞBir “yalanlama” yalanı: CHP üyeliği ve Kanada’ya iltica meselesinde gerçekler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERDemokrat Kral’ın anıları 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünBaşarılı bir diplomasi örneği… 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYeşil sarıklı hocalar bize böyle anlatmamışlardı 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZÇÖZÜM SÜRECİ KOMİSYON VE EKMEN 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYAEnternasyonalizm ve Demokratik Toplum Çağrısı... 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalSosyalist yükseliş dağınık ama yine de oligarşiye bir darbe 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRHSK neden suskun? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasDüşmanımız kimdir bizim? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRAK Parti’nin 23 yılı: Kitle partisinden devlet partisine, siyaset dilinden güvenlik diline bir dönüş 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUKürtler davete icabet ediyorlar 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNAkdeniz’den Hazar’a hizalananlar ve Colani’nin Beyaz Saray günü 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞÖcalan 70’lerde mi kalmış? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞİŞ CİNAYETLERİ VE CİNAYET EKONOMİSİ… 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilModernlik, gelenek ve Türkiye’nin zihinsel coğrafyası 9.11.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanEğer tuz da koktuysa ne yapmalı? 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTZohran Mamdani Türkiye’de neye denk düşer? 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞSelahattin Demirtaş’ın yazısı, zihnimiz ve zihniyet labirenti 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİKeşke… 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Necati KUR3 MART 1924 YASALARI 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezMor-yeşil ekonomi: Ara dönem fırsat yaratabilir 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselVahim bir gelişme: İşgücü piyasasında daralma 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Selva DemiralpFiyat istikrarı mı, finansal istikrar mı? 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayTrump, Fed ve para politikası: Sol, merkez bankası konusunda neyi savunmalı? 2.11.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRSÜREÇ VE "DİLİN KEMİĞİ"! 31.10.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNMenzile doğru bir adım daha 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKemalizm mi daha ‘iyi’, (Yeni) İttihatçılık mı? (3) 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKDünyanın araf dönemine denk gelen Türkiye’nin çözümü 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇİki din, iki tanrı tasavvuru 23.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENAK Parti 2.0’a Hazır Mıyız? 17.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezGüvenli Liman: Altın ve Gümüş 14.10.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYBaşkalarının acısı… 14.10.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMAN‘Parlak gelecek’ ve sol gelecek... 12.10.2025 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaSüreç yönetmenin sorumluluğu 11.10.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğluİnsanların devletlerle savaşı 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarSosyal medya çürümüşlüğü 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlnur ÇEVİKTrump’ın dünyasına hoşgeldiniz… 3.10.2025 Tüm Yazıları
-
nevzat cingirtNeden Yazmıyorsun? 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunYazmak, ciddi bir iştir 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANAlev rengi hüznüyle sonbahar… 25.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMTERÖRSÜZ TÜRKİYE’YE GEÇİŞ SÜRECİ! 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNÖcalan, Erdoğan’a “Seni yine başkan yaptırırız” sözü mü veriyor? 11.09.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPalantir ve "Tech. Republic" 7.09.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKENBarışı dilerken 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANTürkiye’de ve Yunanistan’da Aleviler – Yeni Bir Tablo 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYKüresel Güney Neden Çin’den Vazgeçmiyor 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEMete Tunçay 25.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANÇÖZÜM NASIL GELİR! 20.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYPutin, Trump’ı parmağında oynatmaya devam ediyor 17.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARSorumluktan kaçmak umuttan kaçmaktır 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakKadife eldiven zamanı 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKEzberler bozulurken mağduriyetler de son bulmalı 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYAnkara, CHP, Çözüm Süreci ve Şam Arasındaki Tıkanıklık: 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç ve Suriye denklemi 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMAcaba Kürt sorununun önündeki engel “Atatürk miti” mi? 14.07.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları






















































































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
7.02.2015
20.12.2014
7.12.2014
16.11.2014
26.10.2014
11.10.2014
27.09.2014
14.09.2014
3.09.2014
16.08.2014