Namık ÇINAR

Namık ÇINAR
Namık ÇINAR
Haberdar Tüm Yazıları
Din her derde deva mıdır
29.06.2012
2822

 Fernand Braudel muhteşem eseri Akdenizde, Avrupa’nın bir ucundaki Osmanlı ile diğer ucundaki İspanya’nın küresel hegemonyanın o dönemdeki kavgasını yaparlarken, 16. yüzyılın sonlarına doğru birdenbire bundan vazgeçerek yerel ve territorial sorunlara yönelmek suretiyle kendi içlerine kapandıklarını ve tarih sahnesinin daha sonraki perdelerinde artık ikincil, hattâ üçüncül rollerin aktörleri hâline geldiklerini nasıl da güzel anlatır.

Demek ki huylu huyundan vazgeçmiyor ve şimdi de Türkiye, AKP daha doğrusu Başbakan Erdoğan sayesinde, birazcık palazlanmaya görsün, küresel bir aktör olmayı hedeflediğini söylediği hâlde, eski hinterlandında eşelenmekten öteye gidemeyecek olduğu bin yıllık sorunlar yumağına ayaklarını dolayarak, enerjisini boşu boşuna tüketeceği bir mecraya doğru sürüklenmeyi seçiyor.

Erdoğan’ın gözlük camları yüzyıllardır yanı başımızda kaynayan Arap kazanının buharıyla buğulandığından, küresel ölçekteki ilişkileri net görmesi giderek daha da zorlaşacağa benziyor.

İslâmiyet her konu için esas alınan “yumuşak karın” olunca, aklın süzgeçlerinden geçerek yeryüzü deneyimleriyle yoğrulmuş politikalar yerine, denk geldikçe ya Hz. Ömer adaletini ya da Hz. Ali umdelerini rehber edinmiş bir millet olduğumuzu vurgulayarak; bizi, bin yıllık geri kalmışlıkların temel nedeni olan bir Bedevi kültürünün peşine takmaya yol açtığının farkına bile varamıyor.

O kadar da değil Sayın Başbakan!

Durun orada biraz!

Sizin gönlünüzden böyle şeyler geçiyor olabilir; ama bakalım biz nasıl görüyoruz meseleleri, düşündünüz mü hiç? Kemalizm’in militarist vesayetine karşı çıktık diye, uygarlığın evrensel birikimlerine de karşı olduğumuzu mu sanmıştınız, yoksa siz?

Şimdi artık beğenmeyip satılmışlıkla itham ettiğiniz o bir avuç sol-liberaller ile erdemli ve dindar aydınlar, kayıtsız şartsız demokrasi istedikleri için en önde olmasalardı, iki kişiden birinin oyunu öyle kolayından alabileceğinizi mi sanıyordunuz ki?

Bakın ben “askerî taktik”ten giderek, birazcık zihninizi açmaya çalışayım sizin:

Eğer gözlerini budaktan sakınmayarak savunma mevzilerinin ilerisinde tertiplenen “temas birlikleri, örtme kuvvetleri, oynak savunma ve keşif unsurları, muharebe ileri karakolları”, öngörüldüğü gibi usulünce değil de, sıdkı sıyrılıp yıldıkları için önde olmaktan vazgeçerek geri çekiliyorlar, daha doğrusu, amaçlardan sapıldığını görerek o uğurda savaşmayı bırakıyorlarsa; o vakte kadar işleri tıkırında yürüyen Asıl Muharebe Hattı birliklerinin artık bulundukları yerde tutunmaları da mümkün olamayacak demektir.

Elbet de politikadaki eylemsel başarılar, yerlerini doğru değerlendiremediğiniz o yürekli insanların işi değildir; lâkin sonucun nereye varacağını sezinlemek, tarih boyunca daima onların becerisinden sayılmış durmuştur.

Erdoğan’ın düzen karşıtlığı, vesayetçi güçleri zayıflatıp “Ortadoğulu kalma”nın önünü açmak için idiyse, doğrusu bu çok yanlış bir düşünüş olacaktır. Akla değil de, her hâlükârda sadece dine yaslanmaktan gelen bu ifrat, Arap halklarından birine, meselâ Mısır’a, Suriye’ye, Libya’ya lider olsaydı; sanki hem daha çok sevinecekmiş, hem de âdetâ üstünde daha güzel duracakmış gibi bir yakıştırmaya yol açmaktadır.

Oysa Arapların işine bu ölçülerde karışmak ve müdahil olmak, kavga edenlerin arasına dalıp da onları ayırmaya kalkanın bıçaklanacak olması ihtimalindeki gibidir aynı. 1838’den beri süren çağdaşlaşma öykümüz hepimizin malûmu iken, henüz birkaç yıllık Arap Baharı’nın kimbilir kaç nesli kapsayacağı, hiç mi geçmez aklın köşelerinden? Tabii ki destekleyeceğiz ve özgürleşmeleri için yanlarında olacağız; ama akşamdan sabaha şıpınişi işler olmadığını bilerek, bu meselelerin.

Ayrıca, ülkenin makro-ekonomik olanaklarını büyük oranda kum- çakıl- çimento sektörüne gömerek, kalanıyla da dünya silah pazarının en bonkör ilk üç alıcısından biri yaparak çarçur eden Erdoğan, bu hovardalığıyla küresel belirleyen değil, olsa olsa belirlenen olacağını da kavrayamıyor, anlaşılan.

Savaş çığırtkanlığı niyetiyle değil, madem baskına uğrayan gemine, düşürülen uçağına ânında yanıt veremeyeceğin ikirciklerin var; o yüzden Fenerbahçe kalecisi gibi kendisine doğru çekilen şutu tribündekilerden farksız olarak donakalıp seyredeceksen, bâri harcamalarını askeriyeye değil, gelecek nesilleri daha müreffeh kılacak alanlara yap da, işe yarasın hiç değilse.

Bu söylemlerim, bürokratik militarist vesayeti savundukları hâlde kendilerini ilerici ve devrimci zanneden aymazların ekmeğine yağ sürmeyeceği gibi, aynı zamanda onlarla bir çizgide olmaya tekabül de etmez.

Çünkü onlar Erdoğan’ı yanlış buldukları için değil, her şeyden önce kurulu düzen öyle istedi diye muhalefet etmişlerdir. Düzene karşı tavır alan biri olarak, vesayet erbabının zerk ettiği ideolojik önyargılar adına, daha yola çıkar çıkmaz reddedilmiştir.

Kaldı ki, o laikperest ulusalcılar, din kurumunu, sosyolojik bir olgu olmak yerine, tıpkı Erdoğan gibi ekonomi-politiğin temel bir değişkeni saymakla, aynı şartlanmışlığın öteki kutbunu temsil etmektedirler.


“Al birini vur ötekine”
 dedikleri, işte bu hâller için söylenmiş olsa gerektir.


[email protected]

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar