Leyla İPEKCİ
İnsan, kendi istikametini değişmez sabite olarak addettiği sürece, duruşunu kutsamaya başlıyor. Hayatın akışını inkar etmek daha kolay çünkü kendine diktiği putları yıkmaktan. Bu inkar, özellikle son bir yıldır bazılarımızı kendine kör kalmaya mahkum ediyor. Bizzat benim de geldiğim laik liberal sol kesimdeki aydınlara bakarsak önce.
28 Şubat sürecinden 27 Nisan sürecine dek bu liberal sol çevrelerle birlikte içinden geldiğimiz ulusalcı zihniyete karşı duruşumuz bizi belli bir ittifakın içine itmişti. 2010 referandumu için 'yetmez ama evet' demiştik sözgelimi büyük ölçüde. Ve yine ulusalcı çevrelerin nefret söylemine, hedef göstermesine ve itibarsızlaştırma kampanyasına birlikte hedef olmuştuk.
AKP ne yaparsa onu savunmak değildi mesele. On yıllardır memleketin hayrına olarak savunduğumuz çoğulculuk, özgürlük, demokratikleşme gibi değerlerin ilk kez bir hükümet döneminde toplumsal, yasal ve siyasi bir karşılığı olduğunu görmemizdi. Bu partinin ortak geleceğimizi inşa etme yolundaki gayretlerini desteklemek, daha fazlası için onu iteklemek gibi bir amaç bizi birleştirmişti. Eleştirilere devam ederek, belli bir mesafeyi gözeterek, demokratik açılımları destekledik yine birlikte. Bir yandan yıllar içerisinde muhalif dilin ne kadar gerilere düştüğünü ve yapıcı bir muhalefete duyulan ihtiyacı da kayda geçirdik durduk.
Şimdi artık 'uluslararası mahkemede yargılansın'dan ibaret kalmış son derece apolitik bir muhalif söyleme teslim olan Erdoğan nefreti ise hızla ayrıştırıyor bizi birbirimizden. Entelektüel zihinleri donduran bir 'inanç biçimi' bu. Bir benzeri de muhafazakar kesim içindeki 'gönüller ittifakı'nda yaşanıyor. İster laik sol kesimden, ister bir dini camiadan gelsin, kendi doğruları istikametinde ilerlemeyen 'tek adam'a karşı kurulan 'nefretler ittifakı' giderek sığlaştırmaya başladı bu farklı kesimlerin zihin dünyasını.
Bunun ardında hep dediğimiz gibi AK Parti'ye ve ona oy verenleri hakir görme, aşağılama, gerici bulma gibi benzer bir klişe mevcut. Geniş kitleleri ya güce biat ettiklerine dair ya da güce taptıklarına dair kaba bir genellemeye hapsetmek üzerine oluşan bir seçkincilik zaafı bu. 'Onu oraya biz getirdik' yaklaşımında olanların çoğunda bu patoloji tezahür ediyor. Farklı kesimlerden gelseler de.
Kimi 'Biz olmasak vesayetle kim gerçek anlamda mücadele edebilirdi' diyor. Kimi 'Biz olmasak İslam'ın Taliban çizgisinden kim ayırabilirdi?' diyor. 'Biz olmasak Türkiye'nin dış imajına ve iktisadi kalkınmasına bu kadar olumlu katkıyı kim yapabilirdi?' Böyle diyenler de fazlaca var. Liberal sol kesimde ise Kürt barışına uzun süre 'Erdoğan hükümeti asla Kürtlerle barış yapamaz, bunu tek yapacak olan solcular ve sosyalistlerdir' gibi bir muhalefetle yaklaşıldı. Açılıma uzun süre karşı koydular. O kadar ki, bazıları açılım sürecindeki kanlı provokasyonları destekler hale geldi. Kürt gençlerin sokağa inip halk savaşı başlatması doğrultusunda yazıp çizdiler.
Oslo sürecini medyaya sızdıranların ya da hükümetin yolsuzluklarını yıllarca biriktirip hukuk dışı bir operasyonla seçim öncesi gündeme getirenlerin hesaplayamadığı tam da buradaydı işte. Türkiye'nin kalbi bir gerçeğin odağında atıyordu artık. Kan akmaması sadece gençlerin ölmemesi demek olmayacaktı sözgelimi. (Aslında bu bile yeterdi.) Aynı zamanda hayatın giderek sivilleşmesi, mekan esaretinin bitmesi, algı sınırlarının yıkılması, insanların kendilerine ortak bir gelecek tahayyülü kurmaya başlaması demekti.
17 Aralık sonrasında ise Erdoğan'ın her ne olursa olsun 'halledilmesi' konusunda oluşan mutabakatın psikolojisinde hakir gördükleri iktidar tarafından önemsenmemeleri de yatıyor olmalı. Zira 30 Mart'ta geniş kitleler 'Erdoğan yargılansın' projesine itibar etmedi. Hem de yolsuzluk dosyalarının gerçekliğine ikna olmalarına rağmen.
Hayat; farklı kesimlerde tezahür eden benzer seçkincilik zaafını, hızla marjinalize ediyor. 'Tek parti iktidarı' diyerek memleketin tıpkı Cumhuriyet'in ilk yıllarındaki gibi tek sesli olduğunu söyleyenler AK Parti'nin giderek çoğulcu bir hareketin ivmesi olduğunu fark edemiyorlar. İçinden geçtiğimiz bu hareketin bir toplumsal 'dirilme arzusu' olarak adalete duyduğu eğilimi küçümsüyorlar. Bu arzunun nelere duyarlı olduğunu hiç merak etmiyorlar.
Tek yaptıkları bu halk hareketini sosyolojik yanılgılarla inkar etmek. Anlamaya çalışanları da itibarsızlaştırmak. Her ne kadar sürekli sabote edilmeye çalışılsa da, çoğulcu ve özgürlükçü bir ortak geleceği inşa etme arzusu yüz yıllık devasa sorunlarımızın hemen hepsini çözme doğrultusunda kendini gösteriyor. Yolsuzluk yapanların da tıpkı hileli darbe teşebbüsü yapanlar gibi hakkıyla yargılanacağı günler gelecektir. O vakit suçlular ve hilebazlarla mücadele etmek yerine Ak Parti nefreti körüklemeye bel bağlayan seçkinci söylem, nefret dışında hangi yapıcı eleştiriyi içerecek acaba?..
Yazarlar
-
Ali BAYRAMOĞLUÖzel ve CHP’ye dair son gözlemler 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluÇözüm sürecinin CHP’si daha merkezde 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerPATRON KİM? 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURAK Parti üzerine doktora yapmış bir CHP lideri…. 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolCHP nereye? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİddianamenin ruhu siyasi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRBakın Şahan'ı şikayet eden kimmiş? Her balkona havuz yapan müteahhit savcıya koştu! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAİmamoğlu'na istenen 23 asırlık tarihi ceza: Roma İmparatorluğu kurulduğunda hapse girseydi hala ceza 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZBir iddianameden fazlası: CHP’yi dizayn girişimi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuSuriye’de ‘altın oran’ nedir? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİÖzgür Özel'le kahvaltı: CHP nereye böyle? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDEN"Arananlar" zulmü ne zaman son bulacak? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNECumhurbaşkanı adayını suç örgütü liderine dönüştürmek mümkün mü? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçCHP hakkında kapatma davası açılır mı? Yok artık, daha neler! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİREN“Boğazımdan tek kuruş geçmedi” 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORU‘Masumiyet karinesi’ mi, o da ne ki? 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciBir iddia-nağme 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBelediyenin açıklaması gerçekleri gizliyor mu? 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraMemnuniyetsizler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞBir “yalanlama” yalanı: CHP üyeliği ve Kanada’ya iltica meselesinde gerçekler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERDemokrat Kral’ın anıları 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNYerel yönetimlerle işbirliği kültür politikası için hayati 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİKemalizm’in dindarlarca rehabilitasyonu 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZÇÖZÜM SÜRECİ KOMİSYON VE EKMEN 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünBaşarılı bir diplomasi örneği… 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYAEnternasyonalizm ve Demokratik Toplum Çağrısı... 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYeşil sarıklı hocalar bize böyle anlatmamışlardı 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNAkdeniz’den Hazar’a hizalananlar ve Colani’nin Beyaz Saray günü 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRHSK neden suskun? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalSosyalist yükseliş dağınık ama yine de oligarşiye bir darbe 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞÖcalan 70’lerde mi kalmış? 11.11.2025 Tüm Yazıları
































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
15.09.2018
4.02.2018
1.02.2018
28.08.2018
25.08.2018
21.08.2018
7.02.2018
4.02.2018
31.07.2018
28.07.2018