Leyla İPEKCİ

'Nasıl bir Türkiye'nin cevabı oylarımızda
9.08.2014
1508

 Yarın oy vermeye giderken neye oy vereceksiniz? Neye oy vermeyeceksiniz? Umuda, toplumsal barışa, sivil anayasanın ruhuna, içindeki örgütleri temizlemiş ve geçmişiyle hesaplaşmış bir devlete, adaletle hükmeden yöneticilere, geleceğin hep birlikte inşasına, kendi kendine yeterli hale gelmeye, huzura, refaha... İçinde ve dışında zulme seyirci kalmak yerine müdahil olan ve bölgesinde söz söyleyen bir ülke anlayışına, çoğulcu ve hakkaniyet eksenli bir medeniyet kurma gayretine, eğitim reformlarına... Kültür, sanat, şehircilik, mimari gibi bir türlü zevk ve ölçüt oluşturamadığımız alanlarda kendimizi geliştirmeye, vahşi kapitalizmin küresel çıkmazlarına insani seçenekler sunmaya... Yolsuzlukların her çeşidinin bugüne dek olduğundan daha fazla üzerine gidilmesine...

Saymakla bitmeyen bütün bu gelecek kurgusunu bizler için bugüne getiren, bugünde karşılığını oluşturan diri ve dönüşürken dönüştüren –elbette kusurları da epey olan- anlayışa gidecek gibi görünüyor oyların çoğu. Bütün bu saydıklarımı uzun süredir yapan ve yapmaya uğraşırken elini taşın altına koyarak içte ve dışta bir an kesilmeyen tehdide, şantaja, istismara, kara propagandalara, darbelere, provokasyonlara ve daha binlerce belaya rağmen vazgeçmeyen anlayışın karşısında olanlar da var elbette.

Cumhurbaşkanını milletin seçmesi bu anlamda hem somut hem de sembolik bir önem taşıyor. Yöneten ile yönetilenin buluşmasına, örtüşmesine, halkın gerçek anlamda kendi kendini yönetmesine doğru giden büyük bir adım bu. Oy verme kriterlerimiz nasıl bir Türkiye kurguladığımızın da ipucunu barındırıyor.

Cumhurbaşkanı olarak atanmışların –A. Gül bunun dışındadır- belli bir menfaat güderek yönettiği ve devleti milletinden korumak amacının dışına çıkmadan görevi teslim edegeldiği bir ülkede devletin milletiyle kopukluğunu savunmak giderek zorlaştı. Bunu halen meşru görerek gerekçelendirmeye çalışan 'çatı' anlayışı ise İhsanoğlu'nun adaylığı üzerinden muhalefet partilerinin üreteceği fikirleri de, farklı bakış açılarını da yine esir aldı bu süreçte.

Ancak bu anlayış – diğer aday Demirtaş bunun dışındadır- Türkiye'nin geleceğine dair hiçbir yaratıcı düşünce, somut proje, tutarlı yaklaşım, vizyon, yöntem, üslup vesaire üretmek veya önermek için uğraşmadığı sürece toplumsal dinamiklerin üzerinde kendine ait orijinal, biricik bir dalga, bir dinamizm yaratma imkanına kavuşamıyor, kavuşamayacak...

Bu donakalmış anlayışın savunucuları giderek zihnî melekelerini yitiriyor ve karşısındakileri de kendileri gibi yeknesak, ebleh, düşüncelerini hadım etmiş zannediyor. Bu yaklaşımı sergileyenler arasında kendi ekonomik, siyasi, toplumsal imtiyazlarını yitirenler çoğunluğu oluşturuyor. Elit bir çevrede, tenha bir muhitte eskisi gibi 'medeni' biçimde, uygarca yaşamak istediğini söyleyerek statükoyu korumak isteyen bu kitleyi halen aynı sosyolojik ölçütler içinde izleyebilmek mümkün. Endişelerinin sosyolojisinde farklı bir özellik henüz belirmedi.

Kendi 'atanmış' vesayetini sürdürmek isteyenler darbe girişimleriyle, suikastlerle, itibarsızlaştırma kampanyalarıyla, medyanın gücüyle, yalan ve çarpıtma haberlerle, parti kapatmalarla vesaire bu kitleyi her daim harekete geçiriyordu. Artık cuntacılık yöntemlerine başvurmak eskisi kadar kolay olmadığından bu kitle kendi içinde bir entellektüel bakış ve canlı bir ideoloji üretmek durumunda kalınca epeyce zorlandı. Laikliğin içini yeniden doldurması gerektiğinde de yaşam tarzı diye bir kavrama bağlandı. Seçimden sonraki dönemde bu anlayışın bir türlü kendini bugünün ruhunda diriltememe koşullarının sosyolojisine daha yakından bakılacaktır. Yine. Bir kez daha!..

Türkiye tasavvurunu, ortak geleceğin inşasına katkıyı kendi bekalarının çok gerisinde bırakmış bir diğer grup daha var. Giderek kendi içine kapanan bir cemaat. Onları izleyen, anlamaya çalışan, bir vakitler sevmiş olan pek çok kişi onlardaki değersizleştirme hezeyanlarını, entellektüel fikir düzeyinin düşüklüğünü, hoşgörü ve ahlak üzerine inşa edildiğini sandığımız gönül dillerinin en basit itirazlar karşısındaki nefret ve kin söylemini, adalet ve hakkaniyet kriterlerini gözetmeyen hileli yaklaşımlarını gördükçe onları ciddiye alma oranı daha da düştü.

Onların hizmet işleriyle değil darbe girişimleriyle, casuslukla, şantaj ve tehditle, yargıda istismarlarla, sahte delil üretme mesaileriyle, örgütlü çarpıtmalarla gündeme gelmeleri karşısında... Geçtik hükümeti devirmeyi, devlete ve vatandaşa daha fazla zarar gelmesin diyor kendini kandırılmış hisseden pek çok kişi. Cumhurbaşkanı seçimleriyle birlikte çok önemli bir yol ayrımındayız. Çankaya'ya geleceğe ait tek bir somut cümle kurmamış bir aday mı çıkacak? Yoksa yine halk 'zalim diktatör'üne mi oy verecek!

Diplomatik dille suç işleyen küresel aktörlerle kol kola girmekle, haksızlık ve zulme itiraz etmemekle ehlileştirilmiş, ılımlı, güdümlü, kontrol altında tutulan ve her daim 'gelişmekte olan' bir ülke mi olacağız? Yoksa uzun zamandır bütün bu tanımların çoktan dışına taşmış fiiliyatımızla adalet temelli bir ittifak kurarak, büyük, çoğulcu, kendi barışını kendi yapan bir ülke olarak çokların birliğine doğru kanatlanacak mı şu 'muhteşem karmaşalarımızın ruhu'? Söz milletin.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar